Yeni Hükümet Sistemi’ni tanıtırken o zaman Başbakan olan şimdiki Meclis Başkanımız esprili bir dil ile “dükkanı kapatıyoruz” demişti. Yeni Hükümet Sistemi’nde Başbakanlığın ilgası, halk diliyle ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Nihayet beklendiği gibi yeni sisteme geçildi ve Başbakanlık da kapılarını kapattı. Tabii olarak Başbakanlık ve ona bağlı kurumlar da bundan nasibini aldı. Kimi kaldırıldı, kimi diğer bakanlıklara kimi de ad değişikliğiyle doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Bu yapılanmadan kimi memnun oldu, kimi de statü kaybına uğradığı için üzüldü. Bu zorunlu dönüşümden, Başbakanlığa bağlı çalışan bürokrat, uzman ve memurlar da etkilendi. Henüz tamamlanmamış olsa da bir çoğunun kurum adı, bürosu ve tabi ki kurum kimliği de değişti.
Bildiğiniz bu hususları niye mi anlatıyorum?
Hafta sonundan beri önce kulislerde sonra sosyal medyada ve kimi haber sitelerine düşen bir haber yüzünden. Elbette söz konusu mecralarda binlerce haber dolaşır her gün ve çoğu ile ilgilenmem. Ama haber, otuz üç yıldır sürekli gidip araştırmalarımı yaptığım kurum olan Başbakanlık Osmanlı Arşivi (şimdi Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı) olunca iş değişiyor tabii.
Önce haberi anlamakta zorluk çektim ama görüştüğüm arşivciler, tarihçiler ve kimi kurum yöneticileri anlatıca anlar gibi oldum. Gerçi anlatanların hiçbiri de doğru-dürüst anlamamıştı ya meseleyi.
Ben bir daha anlatayım: Yeni sisteme göre Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı kurulunca, Başbakanlık Osmanlı Arşivi ilga edildi. Bu kurumda çalışan uzmanlar da diğer Başbakanlık çalışanları gibi personel havuzuna düşmüşler. Son bir aydır sonuçlarının ne olacağını merakla bekliyorlarmış. Doğrusu ortaya çıkan sonucu da tahmin eden olmamış. Zira beş yüz küsur çalışanın; daha doğrusu nadir yetişen uzmanların yarısı (ki sayı kesin değil), kendilerini ilgilendirmeyen başka kurumlara tayin edilmiş. Üstelik tercihleri de sorulmadan. Haklı olarak, “bu ilk mi, ne bu heyecan? Binlerce tarihçi, arşivci vs. iş ararken, bunlar işlerini koruyabildiler ise neden şükretmiyorlar”, diyebilirsiniz. Ben de söyledim, ama işin aslı öyle değil.
Arşivler “milletlerin hafızası” olarak tanımlanır. Dünyada tarihi devlet arşivlerine sahip olan ülkeler bununla övünür ve esasında dünya mirasına verdikleri katkı da arşivleri ile ölçülür. Nitekim Türkiye’nin tartışmasız en büyük zenginliği de arşivleridir. Saygın tarihçilerin kanaatine göre; milyonlarca belgeyi içinde barındıran (eski) Başbakanlık Osmanlı Arşivi tamamıyla çözümlenmeden dünya tarihi asla yazılamayacaktır.
Bu arşivler bugüne kolay gelmedi. Pek çok badire atlattı ama bunun yanında büyük gelişmelere de sahne oldu. Osmanlı Arşivleri atıl bir durumda iken merhum Turgut Özal ve Hasan Celal Güzel’in inisiyatifleri ile yeniden canlandı. Genel müdürlük ve yardımcılık yapan Atilla Çetin, İsmet Binark, İsmet Miroğlu, Yusuf Halaçoğlu, Yusuf Sarınay, Necati Gültepe, Mustafa Budak ve şimdi Devlet Arşivleri Başkanı Uğur Ünal’in gayretleriyle de önemli bir seviyeye taşındı. Belgelerin bir bölümü tasnif edildi, manuel ve dijital kataloglar yapıldı, araştırma hizmetleri alanında yüzümüzü ağartan sonuçlar alındı. Hizmetler arttıkça, hem Türkiye’de hem de dünyada bu arşivlere dayalı yüzlerce kitap, binlerce makale yazıldı. 1986’dan önce pek çok yabancı ve yerli araştırmacı çalışmalarının önsözlerinde, Türk arşivlerinde çektikleri çilelerden bahsederken, bu dönüşümden sonra Osmanlı Arşivlerinin hizmet şekli, dünya arşivlerine örnek gösterilmeye başlandı.
Bunlar nasıl mı oldu? Arşivlerin önemi kavranarak alınan inisiyatif ve arşivci yetiştirmek üzere istihdam edilen kaliteli elemanlar sayesinde oldu. Kısacası bu başarı, şimdi başka kurumlara tayin edilen arşiv uzmanları eliyle sağlandı. Özel bir alan olduğu için de bu başarı hikâyesi hiç dile getirilmedi. Ancak arşivden istifade eden yerli ve yabancı araştırmacıların dillerine pelesenk oldu, kitaplarına girdi.
İnsan, “Böyle bir yapıya nazar mı değdi” diye sormadan edemiyor. Elbette bu akıl almaz tasarrufta bulunanlar, bir şeyler düşünmüşler ve bir açıklamaları vardır. Ama unutmayalım ki, arşiv milletin hafızası ise arşivin hafızası da uzun zamanda yetişen bu tecrübeli uzmanlarıdır. Maazallah, “hafıza” da hafızasını kaybederse, varın gerisini siz düşünün.
Heyecanını yitirmiş, hizmet kalitesi düşmüş kurumu yenilemek; gençlere istihdam alanı açmak; Devlet Arşivleri’nin yeni hükümet sistemine adapte edilmesinde, -belki iyi niyetle bütün arşivleri bir araya toplamak için- daha güçlü merkezi bir idare kurmak hedeflenmiş olabilir. Ancak bunlar için çeyrek asırda yetişebilen uzmanların göz ardı edilmesi, bir çırpıda onlardan vazgeçilmesi nasıl izah edilebilir?
Uzatmadan bir örnek vereyim. Osmanlı arşivlerinde pek çok dilde belge vardır. Ama ağırlıklı olarak hâlâ okunmayı ve tanınmayı bekleyen milyonlarca belge Osmanlıca’dır. Osmanlıca ise çeşitli yazı usulleri ile kaleme alınır. Meselâ saraydan çıkan yazılar divanî, maliye kayıtları siyakat, meşihat yazıları ta’lik, bürokrasinin evrakı da rik’a ile yazılır. Makul zekâda bir kişi, matbu Osmanlıca’yı üç ayda, rık’a yazı çeşidini iki-üç yılda, divanî yazıyı çalışmasına bağlı olarak 4-5 yılda, siyakati ise ömrü boyunca sürekli öğrenir. Yaklaşık on yıl süren bu öğrenme süreci mutlaka bir usta nezaretinde olur.
Meseleyi siz anladınız. Kimse Hüdâ-yi nâbit uzman olmuyor. Çeyrek asırdan fazla yatırım yaparak bilgi ve tecrübe kazandırdığımız bu ustaları iş göremez hale getirirken; yenilerini nasıl yetiştireceğimizi soruyorsunuz.
Dünya literatürüne giren “Osmanlı Arşivleri” isminin tarih olması bir yana, bu soruyu ben de soruyorum.
Umarım cevap veren biri olur.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.