Ermeniler başta Anadolu olmak üzere bugünkü Orta Doğu’nun çeşitli bölgeleriyle Kafkaslar’ın da kadîm halklarındandır. Bu coğrafyalarda varlık göstermelerinden sonra neredeyse bin yıl boyunca Türkler ile barış içinde yaşamışlardır. Maalesefson iki yüz yıldır genel olarak Müslümanlar ve Hristiyanlar, ama özel olarak Türkler ve Ermeniler birbirine düşman edilmişlerdir.Tarih boyunca müşterek hayatın sağladığı ahenk bozulmuş ve birlikleri dağılmıştır.Tabii ki bu, durduk yerde olmamıştır. 1815 yılında
Ermeniler başta Anadolu olmak üzere bugünkü Orta Doğu’nun çeşitli bölgeleriyle Kafkaslar’ın da kadîm halklarındandır. Bu coğrafyalarda varlık göstermelerinden sonra neredeyse bin yıl boyunca Türkler ile barış içinde yaşamışlardır. Maalesef
son iki yüz yıldır genel olarak Müslümanlar ve Hristiyanlar, ama özel olarak Türkler ve Ermeniler birbirine düşman edilmişlerdir.
Tarih boyunca müşterek hayatın sağladığı ahenk bozulmuş ve birlikleri dağılmıştır.
Tabii ki bu, durduk yerde olmamıştır. 1815 yılında oluşturulan Avrupa Kovansiyonu’nun dışında tutulan Osmanlı Devleti, dönemin büyük devletleri Rusya, Fransa, İngiltere hatta yakın komşu Avusturya ve fırsat kollayan diğerleri tarafından hedef tahtasına oturtulmuştur. Her ne kadar bazı ikili ve çok taraflı anlaşmalarda Osmanlı toprağı garanti altına alınmış ise de bu, göstermelik bir siyasetten öteye geçmemiştir.
Akdeniz’de ve adalarda yaşayan Rumlar ile Güneydoğu Anadolu ve diğer Osmanlı vilayetlerinde hatta Kafkaslar’da yaşayan Ermenilere kanca atılmıştır.
Varlığı Avrupa için tehdit kabul edilen ve geniş toprakları iştah kabartan Osmanlı Birliği onların elinde bozulmuştur. 1821 isyanları Yunanistan’ı meydana çıkarırken; 19. yüzyılın son çeyreğinde de Anadolu topraklarında bir Ermenistan yaratılmak istenmiştir.
Ermeniler, Anadolu, Orta Doğu ve Kafkaslar’da oyun oynamak isteyen herkesin çelik çomağı, oyuncağı olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin 1915 yılında ilân etmek zorunda kaldığı sevk ve iskân kanunu da bu şartlarda doğmuştur. Savaş ve mevsim şartları, imkânların yetersizliği ve yol güzergâhlarının güvenli olmayışı Ermeniler için bir trajedi meydana getirmiştir. Ama daha da önemlisi Ermenilerin son çeyrek asırdır kırsal bölgelerde yaşattıkları terör ve tedhişin mağduru bazı sivillerin intikam sevdasına düşmesi de
Ermenilerin feryadından beslenen güçlere yeni bir fırsat vermiştir.
Çeyrek asır boyunca Osmanlı’ya giydirilmek istenen deli gömleği bir miras gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne de giydirilmek istenmiştir. Kafkaslar, Anadolu, Arap eyaletlerinde yaşayan
Ermeniler de bu oyunun âleti olmuşlar ve hâlâ olmaya devam etmektedirler.
Yaklaşık otuz yıldır işgal altında olan Azerbaycan toprağı Yukarı Karabağ’da yaşananlar bu oyunun devam ettiğini göstermektedir. Batılı devletlerin gözleri önünde ve Rusya’nın yardımı ile işgal edilen
Yukarı Karabağ’da, büyük bir Türk ve Müslüman kıyımı yapılmıştır.
Bir milyona yakın insan evinden yurdundan edilirken, binlercesi de öldürülmüştür. Batı basını çocuğunun ölüsü başında ağlayan
Azeri Türkü ananın fotoğrafını Ermeni anası diye servis etmek
ten utanmamıştır. Tıpkı bir Rus ressamın üst üste çizdiği kafataslarını Osmanlı’nın Deyrizor’da Ermeni katliamı fotoğrafı diye yıllarca servis dildiği gibi.
Şimdi de tarih ve sizler yeni bir oyuna şahit oluyorsunuz. Ortada bir gerekçe yok iken Ermeniler işgal ettikleri topraklardan Azeri topraklarına saldırarak masum insanları katletmeye başladıklarında, yine
Batı (özellikle Fransa) aynı ahlâksız refleksi göstermiştir.
Azerbaycan’ın verdiği haklı tepki karşısında işgal ettikleri topraklardan çıkmak zorunda kalan Ermeniler,
boşalttıkları yerleri yakıp yakarak çekilirken, dünyaya trajedi fotoğrafları dağıtmayı da ihmal etmemiş
lerdir. Yakılan köylerin sanki asırlardır Ermeni köyü olduğu intibaı veren bu fotoğrafları, maalesef
nu bir kere daha pazara çıkarmıştır. Burada savaşanların bir bölümü Suriye Ermenileri olduğu gibi, “kiliselerine veda etme pozları verenler” de hiçbir zaman o coğrafyanın yerlileri değillerdi. Bugün kamera karşısına yerleştirilenlerin çoğu işgalden sonra Orta Doğu’dan getirilip bölgeye yerleştirenlerdi.
Kimilerine göre bir intihar sayılan Paşinyan’ın saldırıları, Ermenilere emperyalizmin biçtiği rol etrafında düşünülürse daha iyi anlaşılacaktır. Dünyanın çok zor günler geçirdiği, barışa ve sükûnete ihtiyaç duyduğu bir zamanda
Paşinyan’ın aniden saldırı başlatması
hiç de şaşırtıcı değildir. Maalesef emperyalist güçler bölgesel operasyonlar yapmak istediğinde
Ermenileri cenazede ağlayan kadınlar gibi öne sürmekte;
Ermeniler ise dara düştüklerinde bu oyunu kendileri için oynamaya kalkmaktadırlar.
Paşinyan zaten batmak üzereydi. Ermenistan dibe doğru gidiyordu. Paşinyan, bir kriz yaratarak, dünya kamuoyunun önünde ağlayacak senaryolar oluşturup pozlar vererek yeniden ayağa kalkmayı hedeflemiştir. Sözde bir bedel ödeyerek ama aslında işgal ettiği toprakların bir bölümünden çekilerek, Azerbaycan’a zafer kazandırmıştır. Böylece
Ermenistan bir kere daha ağlayarak ömrünü uzatmayı başarmıştır.
Sözü yine Anadolu’ya getirip bitireyim:
Anadolu Ermenilerine kanca atan Protestanlar, Avrupa’da eğitip sonra da kullandıkları birçok isim yetiştirmişlerdi. Bunlar sık sık Anadolu’da karışıklık çıkararak dünyanın dikkatlerini çekiyorlardı. Mesela 1893 tarihinde Karebet Tomayan ve arkadaşları Merzifon ve civarında meydana getirdikleri kargaşa sonrasında
Türklerin Merzifon Amerikan Koleji’ni yaktıklarını dünyaya servis etmişlerdi.
Oysa Amerikan elçisinin bizzat yaptırdığı tetkike göre, sırf Osmanlı’yı töhmet altında bırakmak için Ermeniler kolej yakınındaki birkaç evi yakmışlardı.
Merzifon’dan İsviçre’ye götürülüp eğitilmiş ve oradan tam bir emperyalist uşağı olarak geri getirilmiş olan Karabet Tomayan’ın mahkeme kayıtlarına (Osmanlı Arşivi, Y.PRK. DH 5/83) geçen ve dönemlerinin ünlü liberalleri
Amerika’dan James Bryce ve İngiltere’den Gladson tarafından Ermenilere yapılan tavsiye
şu yöndeydi:
“Ermeniler Osmanlı’dan imtiyaz istiyorlarsa böyle olmaz. Büyük bir gaile çıkarmalıdırlar. Bazıları asılmalı, bazıları da kesilmelidir. Müslümanlar ile kavgaya tutuşmalı ki; biz de o zaman işin içine girip onların amaçlarına yardım edebilelim.”
Ne kadar tanıdık değil mi?