İdlib meselesiyolun sonudur. Dahası bölgesel düzenin sağlanmasında uluslararası sitemin son imtihanıdır. Elbette, 2018’den beri çok iyi sürdürülenTürkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği de buna bağlıdır.Çatışmasızlık bölgeleri oluşturma arzusu ile ortaya konan iradelerin savaşa evirilmesi,sorunun ne denli derin olduğunu göstermektedir. Sorunun temeli sadece insani kayıplar, insancıl hakların ihlali ve muannid bir rejimin kendi halkını yok edip iktidarını sürdürme gayreti olmadığı ayan-beyan ortadadır.Suriye
yolun sonudur. Dahası bölgesel düzenin sağlanmasında uluslararası sitemin son imtihanıdır. Elbette, 2018’den beri çok iyi sürdürülen
Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği de buna bağlıdır.
Çatışmasızlık bölgeleri oluşturma arzusu ile ortaya konan iradelerin savaşa evirilmesi,
sorunun ne denli derin olduğunu göstermekte
dir. Sorunun temeli sadece insani kayıplar, insancıl hakların ihlali ve muannid bir rejimin kendi halkını yok edip iktidarını sürdürme gayreti olmadığı ayan-beyan ortadadır.
Suriye meselesinin gelip düğümlendiği
İdlib, gizli sürdürülen 3. Dünya Savaşı’nın son noktasıdır
.
Abarttığımı düşünenlere hatırlatayım: Küçük bir kara parçası için ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Türkiye’nin büyük mücadelelere girişmesini 3. Dünya Savaşı değil de ne ile izah edeceksiniz? Gerek iki büyük savaşın ve gerekse soğuk savaşın argümanları da masada iken buna ne isim vereceksiniz? Sorundan en çok etkilenen ülke
Türkiye ile en az etkilenen Rusya’nın -şimdilik- bir blok oluşturması
, ABD’nin eski savaşlarda olduğu gibi, elini taşın altına koymadan parsayı toplamaya çalışması;
Almanya ve Fransa’nın müşterek mesaileri
dünyanın her iki savaşta yaşadıklarını hatırlatmaktadır.
Küresel güç iddiasındaki ABD kenarda seyrederken; meseleye doğrudan taraf olan Türkiye ve Rusya ile NATO’nun iki önemli kanadı Almanya ve Fransa’nın 5 Mart’ta bir araya gelecek olması
sorunun son aşamaya veya bugüne kadar yaşanmayan yeni bir aşamasına gelindiği
ni göstermektedir. Kabul etmeliyiz ki; Türkiye’nin ama özellikle Sn.
’ın zorlamasıyla yapılacak olan bu zirve, ne zenginler kulübünün G7 toplantılarına ne de zenginler ile zengin olmak isteyen G20’lerin altın gününe benzemektedir. Sorumluluğu daha büyük ve muhtemel sonuçları ise çok daha önemlidir.
5 Mart zirvesi ya dünya barışına giden yola taş döşeyecek ya da döşenen mayınların patlamasına zemin hazırlayacaktır.
Önemine rağmen bugüne kadar yaşanan tecrübeler, buradan kolay sonuç alınmayacağını da göstermektedir. Tıpkı yakın zamanlarda Libya için bir umut olarak pompalanan Berlin zirvesi gibi. Ancak
Suriye meselesinin bundan fazla soğutulmaya, zamana yayılmaya tahammülü kalmamıştır
. Zira bölgede ABD, Rusya ve Türkiye’nin askeri yığınakları; çeşitli ülkeler adına hareket eden silahlı vekiller ile Rusya ve İran desteğindeki şımarık rejimin bu dar alanda kendilerini daha fazla kontrol edebilmeleri mümkün değildir.
Böyle bir durumda, avantajın kimde olduğunu söylemek de imkansızdır. Zira herkes sonuç almak peşinde olduğu için
insani değerleri ve duyguları bir kenara bırakıp Makyavelci davranışı tercih edeceği
nde kuşku yoktur.
5 Mart için başkanlarını hazırlayacak ekipler şimdiden psiko-tarih tahlillerine başlamışlardır. Danışmanlar, Türkiye’nin ne tarihi, kültürel ve dindaşlık hukukunu ne de doğrudan yaşadığı güvenlik tehdidini başkanlarının önüne koymayacaktır. Bilakis, Suriye’de, kendi tarihsel iddialarını ve sonuçlarını hatırlatacaklardır.
, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Fransa’nın Levanten (Suriye-Lübnan) bölgesindeki faaliyetlerinin kendilerine 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar bölgede manda yönetimi kurma hakkını verdiğini söyleyeceklerdir.
Almanlar Merkel’e; Bismark’ı atlatıp dünya politikalarına yönelen Kral
Wilhelm’in hikayesini ve belki de Suriye ve Filistin ziyaretini
anlatacaklardır. Osmanlı’yı da yanına alarak girdiği savaşta yenilmesine rağmen, bugünkü güçlerini, doğuya açılma siyasetiyle elde ettiklerini hatırlatıp
besleyeceklerdir.
’in danışmanlarını dinlemesine gerek kalmayacaktır. Zira, 500 yıllık hayallerinin Napolyon’un eski Osmanlı toprağı olan Mısır Seferi’ne çıkması akabinde hayata geçtiğini ve bu sayede
Osmanlı üzerinden Akdeniz’e inebildiklerinin farkında
dır.
Bu gerçekler sıradan bir tarih okuyucusunun bile aklında saklı iken, Türkiye’yi zamana oynamaya zorlayanların, sözde savaş karşıtı görünüp peşinen mağlubiyeti benimsetmek isteyenlerin, -eskilerin deyimiyle- “irabda mahalli” yoktur. Hele, dünya arka bahçenizi işgal ederken, sizin balkondan seyretme lüksünüz hiç yoktur.
Hülasa, bir kere daha hatırlatalım. Bütün bu psiko-tarih atakları altında -şayet gerçekleşebilirse-
5 Mart 2020’de dünya düzeni bir kere daha test edilecek; barışın mı, savaşın mı ağır bastığı ortaya konacaktır.