Yol ayrımı: Ya yok olacağız ya da toparlanıp yeniden yola çıkacağız...

04:0013/09/2019, Cuma
G: 13/09/2019, Cuma
Yusuf Kaplan

Türkiye, dünyanın ruhu, mazlumların umudu ve zorbaların kâbusu.Cümle bu.Bu cümlenin geçerliliği ve karşılığı var. Ama burada, bizim ülkenizde değil; Batı’da.Batılılar, Türkiye’yi dünyanın ruhu, mazlumların umudu ve kendileri gibi emperyalistlerin, haydutların kâbusu olarak görüyorlar. Fiîlî olarak değil, potansiyel olarak.“TÜRKİYE, UYUYAN DEV”Ama er ya da geç, bu bilkuvve / potansiyel umut olma hâlinin bilfiil umuda dönüşebileceğini düşünüyor Batılılar.Türkiye, İslâm’la ne kadar güçlü, köklü, diriltici

Türkiye, dünyanın ruhu, mazlumların umudu ve zorbaların kâbusu.

Cümle bu.

Bu cümlenin geçerliliği ve karşılığı var. Ama burada, bizim ülkenizde değil; Batı’da.



Batılılar, Türkiye’yi dünyanın ruhu, mazlumların umudu ve kendileri gibi emperyalistlerin, haydutların kâbusu olarak görüyorlar. Fiîlî olarak değil, potansiyel olarak.

“TÜRKİYE, UYUYAN DEV”

Ama er ya da geç, bu bilkuvve / potansiyel umut olma hâlinin bilfiil umuda dönüşebileceğini düşünüyor Batılılar.

Türkiye, İslâm’la ne kadar güçlü, köklü, diriltici ilişkiler kurarsa, Türkiye’nin dünyanın ruhu, mazlumların umudu ve zorbaların kâbusu olma gücü ve oranı o kadar artar.

Batılıların çok iyi bildikleri, bizimse henüz farkında bile olamadığımız ama tarihin akışını şekillendireceği için Batılıların fazlasıyla ilgilendikleri (o yüzden bunun gerçeğe dönüşmemesi için darbeler yapmalarına yol açan) yakıcı gerçek bu.

Şunu çok iyi bilin:
Batı uygarlığını kuran ve temsil eden güçler, Türkiye’yi, uyuyan bir dev olarak görüyorlar. Uyutulan bir dev.
Uyandığında bütün dengeleri altüst edecek, Batılıların emperyalist, çıkarperest, ruhsuz dünyalarını, küresel sömürü sistemlerini yerle bir edecek bir dev.

Burada narsisizm filan yapmıyorum. İhtiyacım yok buna; doğru da olmaz bu, bu kadar esaslı bir meseleyi enine boyuna tartışmaya çalışırken...

12 yıl Batı’da yaşamış, Batı dünyasını, insanını, ilişki biçimlerini, zihin kalıplarını yakından gözlemlemiş, okumuş, analiz etmiş biri olarak şunu çok açık ve net bir şekilde söylüyorum:
Batı’da insan yok. Aile yok oldu. Din yok oldu. Toplum denen bir olgu yok artık. İnsanı da, aileyi de, dini de, toplumu da mezara gömdüler, sadece sanal olarak, dolayısıyla zoraki olarak icat etmeye çalışıyorlar medyalar üzerinden!
JAPON, ÇİN, HİNT BEDENLERİNİ KURTARDI AMA RUHLARINI KAYBETTİ, BİZ RUHUMUZU KAYBETMEDİK

Hayata değen, insana değen, sahici ilişkiler geliştirebilen en güçlü toplumların başında geliyor bizim toplumumuz.

Japon toplumu,
çok güçlü bağlara sahipti; katı bağlara, hayatta karşılığı olmayan kaskatı bağlara.
Marx’ın
dediği gibi
buharlaştı ve sürükleniyor sadece...
Japonların sanayi devrimini yaptıkları Samuarai değerlerine dayalı o muazzam Japon toplumu yok artık. Tarih oldu. Mezara gömüldü.

Daha doğrusu, o güzelim değerlerini sanayi devrimini gerçekleştirmek için malzeme olarak kullandı, araçsallaştırdı, ruhunu yok etti, böylelikle kendi elleriyle mezara gömdü Japonlar. Hem değerlerini hem de o değerler üzerine inşa edilen Japon toplumunu.

Aynı süreçleri Hindistan ve Çin de yaşıyorlar: Bedenlerinin yok olmaması için ruhlarını öldürüyorlar.
Batılı, ruhsuz seküler toplumların karikatürlerine dönüşüyorlar...

Biz böyle bir tecrübe yaşamadık.

Bizim modernleşme tecrübemiz Tanzimat’tan itibaren hep dikkatli oldu her şeye rağmen. Cumhuriyet’le biraz din değiştirir gibi medeniyet değiştirmeye kalkıştık:
Laikleşme süreci, topluma tepeden vurulan bir pranga olarak işletilse de, aslında Batılılaşan ve ruhunu yitirerek yok olmanın eşiğine gelen diğer toplumlarda olduğu gibi, ruhumuzu yitirmedik biz.
Tanzimat’la yönümüzü, Cumhuriyet’le yörüngemizi yitirdik ama ruhumuzu yitirmedik.
Japonlar, Çinliler, Hintliler yönlerini de, yörüngelerini de, ruhlarını da çoktan yitirmiş durumdalar.
YOL AYRIMI: YA YOK OLACAĞIZ
YA DA TOPARLANIP YENİDEN
YOLA ÇIKACAĞIZ...
Biz, tarihe geç kaldık; tarihe giremedik henüz
.
Ama Japonlar, Çinliler ve Hintliler, tarihe girdiler ama köle olarak
; üstelik de kendi tarihlerine değil Batılıların tarihlerine.

Biz, direndik: Osmanlı modernleşmesi sürecinde kapitalistleşmeye direndik, Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde de İslâm’ı terketmemek, kaybetmemek için az çile çekmedik!

Fakat gelinen noktada,
kendi yolumuzu da bulabilecek; ya da Japon, Çin ve Hint örneklerinde olduğu gibi, Batılıların yolunda eriyip yok olacak iki seçeneğin eşit gerçekleşme ihtimaline sahip olduğu ürpertici bir yol ayırımının eşiğine gelip dayanmış durumdayız.

Dünyanın ruhu, mazlumların umudu, zorbaların kâbusu olduğumuzu gösterecek bir yola da girebiliriz; ya da Batılıların kölesi, celladına âşık mankurtlaşmış türedi tiplere, kölelere dönüşerek bir yok oluş sürecine de.

İki seçenek eşitlendi
; hatta yok oluş süreci biraz daha güç kazandı gibi görünüyor.
Çünkü İslâm’ı tepe tepe kullanıyoruz, paçavraya çevirmek üzereyiz; bütün haram-helâl ölçülerini hiçe sayıyoruz...

Ama bu durumdan da bütün toplum kesimleri olarak fenâ hâlde şikayetçiyiz; hatta çok güçlü, sahici, samimi bir öz-eleştiri dalgası var...

İşte bu sahici, samimi özeleştiri dalgası, bizim yeniden toparlanıp kendimize gelmemizi, dünyanın ruhu, mazlumların umudu, zorbaların kâbusu Müslüman bir Türkiye’yi inşa etme sürecine girmemizi mümkün kılabilir...

Her şeye silbaştan yeniden başlamayı, silbaştan yeniden Müslümanlaşmayı gerektirecek zorlu bir hakikat medeniyeti yolculuğu bu...

Ayartıcı şartlara teslim olmaz da şartları teslim alır ve şekillendirirsek, kendi dünyamızı inşa yolculuğuna çıkabiliriz yeniden.

Umutsuzluk haram bize. Nerede tek bir inanmış adam varsa, bilir ve inanırız ki, orada hakikat fitili yakılır er ya da geç... Ama mutlaka.

Peki ne yapacağız da bu kıvılcımı çakmış olacağız?

Çıkış yolunu sonraki yazıda hem teorik hem de pratik olarak adım adım göstermeye çalışacağım.

#Türkiye
#Dünya
#Çin
#Japonya
#Karl Marx
#Cumhuriyet