Yeni Şafak

Türkiye nereye gidiyor?

21:008/05/2001, Salı
G: 11/09/2019, Çarşamba
Yusuf Kaplan

Bir ülke düşünün... İmparatorluk kurmuş, dünya tarihinin yazılmasında, şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamış; zengin, köklü bir tarihsel deneyimi, birikimi ve hafızası olan bir ülke olsun bu.Bu ülke, bir süre sonra kendisini her bakımdan tam bir çıkmaz sokağın içinde buluyor. Nereye gideceğini; nereye, nasıl ve hangi yolları, yöntemleri izleyerek gidebileceğini bilemeyen şaşılası ve acınası bir acziyet gösteren sıradan bir ülkeye dönüşüyor... Ve yolsuzluklarla, hırsızlıklarla, çıkar çatışmalarıyla

Bir ülke düşünün... İmparatorluk kurmuş, dünya tarihinin yazılmasında, şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamış; zengin, köklü bir tarihsel deneyimi, birikimi ve hafızası olan bir ülke olsun bu.

Bu ülke, bir süre sonra kendisini her bakımdan tam bir çıkmaz sokağın içinde buluyor. Nereye gideceğini; nereye, nasıl ve hangi yolları, yöntemleri izleyerek gidebileceğini bilemeyen şaşılası ve acınası bir acziyet gösteren sıradan bir ülkeye dönüşüyor... Ve yolsuzluklarla, hırsızlıklarla, çıkar çatışmalarıyla çalkalanıyor. Yasama, yargı ve yürütme gibi en temel kurumları bile işlevlerini yitiriyor ve işleyemez hale geliyor.

Böyle bir ülke, kaçınılmaz olarak dışardan yapılacak müdahalelere son derece açık bir ülke haline gelmekten kolay kolay kurtulamaz.

Şu an Türkiye işte tam böylesi bir deneyim veya müdahale ile karşı karşıya: Siyaseti, ekonomisi ve tüm diğer kurumları, silbaştan yeniden dizayn ediliyor. Türkiye''nin elbette ki, her şeyinin silbaştan yenilenmeye hem de şiddetle ihtiyacı var.

Ancak Türkiye''de şu an yapılan şey, Tükiye''yi yeniden ayakları üzerinde doğrultabilecek, güçlü ve sözü dinlenir bir ülke haline getirebilecek bir yenilenme çabası mı acaba? Yoksa, Türkiye''de tıkanan ve tükenen sistemi, yeniden daha bir güçlendirme, onarma ve bu sisteme hayatiyet kazandırma çabası mı?

Bu sorular, Türkiye''nin nereye gittiğini, götürülmek istendiğini ya da gidebileceğini anlayabilmek açısından önemsenmesi gereken sorulardır.

Tanzimat''tan Ulusal Program''a kadar yapılan şey, hep aynı: Türkiye''de yapılmaya çalışılan köklü değişikler, sürgit dışardan sunulan reçeteler veya dış dinamiklerin belirleyiciliğiyle gerçekleştirilmeye çalışılıyor. İç dinamikler, sürekli olarak ıskalanıyor. O yüzden Türkiye modernleşme tarihimizin başlangıcından bu yana bir türlü sahil-i selamete, güven ve özgüven verici bir düzlüğe çıkmayı başaramıyor. Ve yapabildiği tek şey, bu ülkenin en temel sorunlarını sürekli olarak ertelemek oluyor. Bir türlü asıl sorunlarıyla yüzleşme cesareti gösteremiyor.

Kemal Derviş''le başlayan süreç, Türkiye''nin her şeyini silbaştan yenileme imkanı vadediyor. Ama vadedilen şey, Türkiye''nin iç dinamikleri, kurucu iradesi ekseninde gerçekleştirilmeye çalışılmıyor. Tam aksine dış dinamiklerin ve aktörlerin talepleri ve öncelikleri doğrultusunda gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Burada ille de Türkiye''de her şeyin silbaştan dışardan dizayn edilmesi gerçeğine elbette ki dikkat çekmiş oluyorum. Ama Türkiye''de yapılıp-edilmeye çalışılanları sadece dışarının müdahalesine bağlamak veya kilitlemek istemiyorum. Her şeyi, salt dışarıya endekslemek veya kilitlemek her ne suretle olursa olsun yanlış ve yanıltıcı bir analiz olur.

Burada asıl dikkat çekmek istediğim nokta şu: Türkiye''de elitlerden topluma kadar herkes Türkiye''nin esaslı bir bunalım ve tıkanma ile karşı karşıya olduğunu görüyor. Ama handiyse hiç kimse, hiçbir kesim, Türkiye''nin bu bunalım ve tıkanmayı kendi dinamikleriyle ve iradesiyle nasıl aşabileceği sorunu üzerinde kafa yormuyor.

Şaşırtıcı ama gerçek: Her kes(im), Türkiye''nin yaşadığı bunalım, sıkıntı ve tıkanmayı ancak dışardaki bir iradenin, bir oluşumun, bir aktörün yardımı veya müdahalesi ile aşabileceğine inanıyor. Daha özlü bir şekilde söylemek gerekirse, kimileri Amerika''ya bakıyor; kimileri Avrupa Birliği''ne bakıyor, kimileri ise uluslararası finans çevrelerinin ağzından çıkacak iki çift lafa bakıyor.

İşte asıl sorun bu. Türkiye''ye dün olduğu gibi bugün de sürgit dışardan müdahaleler varsa bunun en temel sorumlusu biziz. Dış aktörler, güçler ve odaklar değil.

O halde kanımca tezelden, vakit geçirmeden yapılması gereken şey şu: Türkiye, içine sürüklendiği ağır sorunları, bunalımları ve tıkanmayı kendi dinamiklerinden yola çıkarak nasıl aşabileceğinin yollarını ve imkanlarını araştırmak zorunda.

Şu an siyasi partilerden Genelkurmay''a kadar hemen her kesimin kafası, bir hayli karışık gözüküyor. Türkiye''nin kendine gelebilmesi ve silbastan her şeyini yenileyebilmesi ve yepyeni bir dinamizm kazanabilmesi için, kendi dinamiklerini, deneyimlerini ve imkanlarını yaratıcı bir şekilde harekete geçirebilmenin yollarını araştırması gerekiyor.

Kendi dinamiklerini, imkanlarını ıskalayan bir ülke, kaçınılmaz olarak başkalarının müdahalelerine maruz kalmaktan ve teslim olmaktan başka bir şey yapamaz. Ve "Türkiye nereye gidiyor?" sorusu bir heyula gibi, bir hayalet gibi zihnimizi perişan etmeye devam eder durur.

Yorumlar

Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.

Henüz yorum bulunmuyor

İlk yorumu siz yapın.

Kapat

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.