Tarihi, ekmek için değil hakikat için nefes alıp veren asil toplumlar yapar!

04:008/07/2019, Pazartesi
G: 8/07/2019, Pazartesi
Yusuf Kaplan

Belki deTanzimat’tan bu yana karşı karşıya kaldığımız en büyük tehditkapımıza dayandı:Aile çöküyor...Putin, eşcinsellerin Moskova’da gövde gösterisi yapmalarını hukûkî yollarla 100 yıl yasaklarken, Peygamberimiz’in bize emaneti İstanbul, aileyi dinamitleyen, varoluşsal değerlerimizi ayaklar altına alan böylesi bir gövde gösterisine izin verdi.Yetmedi; CHP’li belediyeler, bu yürüyüşe açıkça deste vermekten çekinmedi!İnanılır gibi değil!Boşanma oranları tavan yaptı bu ülkede son on yılda.Erkek arkadaşı

Belki de
Tanzimat’tan bu yana karşı karşıya kaldığımız en büyük tehdit
kapımıza dayandı:
Aile çöküyor...

Putin, eşcinsellerin Moskova’da gövde gösterisi yapmalarını hukûkî yollarla 100 yıl yasaklarken, Peygamberimiz’in bize emaneti İstanbul, aileyi dinamitleyen, varoluşsal değerlerimizi ayaklar altına alan böylesi bir gövde gösterisine izin verdi.

Yetmedi; CHP’li belediyeler, bu yürüyüşe açıkça deste vermekten çekinmedi!

İnanılır gibi değil!

Boşanma oranları tavan yaptı bu ülkede son on yılda.

Erkek arkadaşı olmayan kız kalmadı gibi sanki!

Muhafazakâr aileler, çocuklarını kaybediyor...

İslâm’la ilişkisi sıfırlanmış bir kuşak geliyor...
Genç kuşaklar, İslâm’ı terkediyor; aileler, toplum seyrediyor!
Oysa İslâm, bu toplumun varlık nedeni, yaratıcı ruhu, tarih yapmasını mümkün kılan yegâne kaynağı.
Eğer biz İslam’ı terkedecek idiysek, bu ülke ne diye savaştı Çanakkale’de, İstiklal Harbi’nde emperyalistlere karşı?
Emperyalistlerin işgal ettiklerinde yapacaklarını biz kendi ellerimizle yaptık, yapıyoruz hâlâ bu ülkede:
Toplumu İslâm’dan uzaklaştıracak bütün saldırıları gözünü kırpmadan gerçekleştiriyor laik eğitim sistemi, mankurtlaştırıcı kültür ve medya rejimi!

Diziler, bütün değerlerimizi bombardımana tabi tutuyor, aileyi kurşuna diziyor!

Savaş meydanlarında diz çöktüremedikleri, yok edemedikleri bu toplumu, eğitimle, kültür ve medya rejimiyle biz kendimiz yok ediyoruz: Toplu intihara sürükleniyoruz hep birlikte güle oynaya!
Bu toplumun en güçlü kurumu aile oysa: Ailenin çökmesi,
toplumun çökmesiyle sonuçlanacaktır.

On yıl önce yayımlanmış bir yazımı paylaşacağım bugün sizlerle.

Tam on yıl önce nasıl feryad-ü figân etmişsiz ve asıl yapılması gereken şeye nasıl dikkat çekmişiz, görülsün, istedim.

EĞİTİMDE, KÜLTÜRDE VE MEDYADA DEVRİM OLMADAN ASLÂ!

Hükümetin, 2020’li yılları, “son dönem” diye hesap ederek medyada, kültürde, eğitimde devrim yapacak hazırlıkları yapması boynunun borcudur. Aksi takdirde Türkiye’nin yeni bir dünyanın kurulmasında kilit rol oynayabilmesi imkânsızdır.

O yüzden medya’da, eğitim’de ve kültür’de genç kuşakların kültürel genlerini delik deşik eden, İslâm’la ilişkilerini sıfırlayan, ruh köklerimizi yok edici, anlam haritalarımızı yıkıcı oluşumların önüne set çekilemezse, bu toplum iki kuşak sonra Müslümanların azınlıkta olduğu bir topluma dönüşebilir -maazallah.

Eğer böyle bir tehlike sözkonusu olursa, şunu iyi bilelim ki, bu toplum, fazla değil sonraki 50 yıl içinde, tıpkı Bulgarlar, Macarlar gibi kimliklerini yitirir, tarihten silinip gider. Belki bir beden olarak, bir “canlı cenaze” olarak varlığını sürdürür; ama İslâm’ın kazandırdığı varlık şartını, bu muazzam varlık şartının kazandırdığı cihanşümûl varoluş ufkunu, ruhunu ve ruh köklerini yitireceği için, parçalanmış, sadece hâkim güçler tarafından güdülen, oraya buraya sürüklenen sıradan bir kabile devletine, ruhsuz, iddiasız küçük bir kara parçasına dönüşür.

Güçlü bir meyda rejiminin, köklü bir eğitim sisteminin, derinlikli bir kültür dünyasının tohumları daha fazla gecikilmeden atılmalıdır. Eğer bu hayatî adımlar atılamazsa, bütün değerleri silip süpüren pespaye postmodern kültürün çocuklarımızı ruhsuz, yok edici, her şeyi tarumar edici ürpertici bir çölün ortasına sürüklemesi önlenemez.

Ama bu köklü devrimleri yaparken bir şeye özen gösterilmeli: Mevcut sinemacılara, tiyatroculara, kültür sanat dünyasına saldırmak hem son derece tehlikelidir hem de bize yakışmaz.

Yıkmak değil yenisini, daha iyisini yapmakla mükellefiz biz. Ne yapabiliriz, nasıl daha iyisini yapacak, çığır açacak, dünyanın saygı duyacağı, ayakta alkışlayacağı büyük düşünce, kültür ve sanat adamlarını nasıl yetiştirebiliriz, bu tür öncü, önaçıcı, insanlığın örnek alabileceği büyük dalga hareketlerini, büyük atılımları ve açılımları nasıl gerçekleştirebiliriz sorusu üzerinde kafa patlattığımız zaman herkesin beslenebileceği, farklı oluşumların yaratıcılığını kışkırtacak bize yakışan, çaplı, çileli ve verimli bir yolculuğa çıkabiliriz...

Yıkmak, yaralamak, örselemek değil; yapmak ve yol açmak, önalmak ve önaçmak, bizim vazifemiz.

Ancak işin ürpertici tarafı şu:
Ortalık fitne-fesatçı kaynıyor ve yalakadan geçilmiyor. Fitne-fesatçılara dikkat edilmediği ve yalakalara prim verildiği sürece, önce Ak Parti, sonra da Türkiye, çok büyük bir felâketin, çıkmaz sokağın eşiğine sürüklenir.

Benden hatırlatması!

EKMEK İÇİN DEĞİL HAKİKAT
İÇİN NEFES ALIP VEREBİLMEK...

Tam on yıl önce bunları yazmışım. Peki, bitti mi her şey?

Hayır!

Yaşadıklarımız, çok güçlü muhasebe yapmamıza, önümüzü açacak yol haritaları çıkarmamıza imkân tanıyabilir.

Ama şunu aslâ gözardı edemeyiz:
Bu toplumu diğer toplumlardan ayıran ve bu toplumun tarih yapmasını mümkün kılan şey, ekmek için yani bu dünya için değil hakikat için yani yeryüzünde adaleti tesis etmek için nefes alıp veriyor olmasıydı.

Eğer -on yıl önce önce yazdığım gibi- eğitim, kültür ve medyada medeniyet dinamiklerimiz ekseninde devrim yaparak ruhköklerimizi hatırlayabilir, o ruhköklerimizden yola çıkarak nefes alıp verebilirsek, bizi hiç bir dünyevî güç çökertemez.

Çok mu hayal bunlar?

Hayır!

Biz çadır devletinden dünya medeniyeti çıkarmış inanmış insanların çocuklarıyız!

Vesselâm.

#Türkiye
#Aile