İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT), Türkiye’nin çağrısı üzerine İstanbul’da âcil bir toplantı yaptı. Toplantıda alınan en önemli karar,
Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti
olarak tanınması kararı oldu.
Sorunlu ama önemli bir karar bu.
Sorunlu; çünkü
Kudüs’ün % 87’sini oluşturan Batı Kudüs’ün İsrail’in başkenti
olarak kabul edilmesinin önünü açmak anlamına gelebilir bu karar.
Önemli; çünkü buna rağmen adında “
” bulunan bu örgüt şimdiye kadar dikkate değer herhangi bir konuda işbirliği yapamamış, önemli müşterek kararların altına imza atamıştı.
Bu karar, İslâm ülkeleri arasındaki işbirliği faaliyetlerinin artırılmasını -belki- tetikleyebilecek olması bakımından bir başlangıç noktası işlevi görebilir.
Ama yaşadığımız tarihî krizi, bu tür ısmarlama teşkilatlarla aşamayız.
Daha esaslı, daha köklü, daha kalıcı adımlar atmak zorundayız... Bu yazıda tarihî krizi ve çıkış yollarını kısaca özetlemek istiyorum.
SAVAŞIYOR! BUNU GÖRELİM ARTIK!
İslâm dünyası, tarihinin en zorlu hatta en “
” dönemini yaşıyor. “Berbat” diyorum çünkü
-Moğol ve Haçlı saldırıları dönemini hâriç tutarsak-
hiç bir dönemde, bu kadar çaresiz, bu kadar perişan, bu kadar kaotik durumda olmamıştı.
İİT’nın adıyla müsemma bir kuruluşa dönüştürülebilmesi gerekiyor. Ama mevcut şartlarda bu çok zor görünüyor.
İslâm dünyası bağımsız değil; iki asırdır hem Batılıların kölesi hem de bunun doğal sonucu olarak paramparça; üstelik de son bir kaç yıldan bu yana sürgit daha da parçalanıyor; kabile, meşrep, mezhep çatışmalarının pençesinde kıvranıyor...
Sanki bütün yollar tıkanmış gibi. Bir çıkış yolu yok gibi.
Düşünsenize son çeyrek asırda Soğuk Savaş’ın bitirilmesinden sonra, küresel sistem, Fas’tan Malezya’ya kadar her alanda canlanan, siyasî, entelektüel, sosyal ve kültürel her alanda müslüman toplumların omurgası konumuna yükselen İslâm’ın yürüyüşünün bir medeniyet sıçramasına dönüşecek bir yola girebileceğini gördü ve bütün stratejilerini bu medeniyet sıçramasının gerçekleşmemesi için geliştirdi.
Ve “
İslâm’ı, küresel sistemin önündeki en büyük tehdit
” olarak konumlandırdı. Bunu da bizzat dönemin
NATO Genel Sekreteri Willy Cleas
’ın ağzından resmen ve alenen aynen bu kelimelerle ilan etti.
Küresel sistem,son çeyrek asırdır İslâm’la savaşıyor;
İslâm’ın yeniden tarih yapacak bir konuma yükselmesini önlemek için savaşıyor.
Ve bu savaşı, son derece iğrenç, son derece barbar yöntemlerle sürdürüyor.
DIŞARDAN İSLÂM ÜLKELERİNİ İŞGAL,
Dışardan İslâm’ı terörle özdeşleştirme, İslâmî söylemleri bitirme, müslüman ülkeleri fiilen işgal etme ve İslâmî kaygılarla nefes alıp versin vermesin
Müslüman ülkelerin güçlü liderlerini teker teker düşürme, yok etme savaşı veriyor...
Bir yandan İslâm dünyasını adım adım, karış karış işgal ediyor, parçalıyor, iç çatışma alanlarını alabildiğine kaşıyor; Afganistan’dan Libya’ya, Irak ve Suriye’den Pakistan’a kadar ülkeleri yerle bir ediyor; öte yandan da müslüman ülkelerdeki güçlü liderleri teker teker yok ediyor. Pakistan’ın lideri Ziyaülhak’ı, ekibiyle birlikte, havada yok ettiler meselâ.
Atom bombası yapmasının bedelini böylesine iğrenç, aşağılık bir suikastla ödettiler.
Saddam’ı, Kaddafi’yi de yine aynı şekilde.
Şimdi
Erdoğan’a “kafayı takmış” durumdalar
. Erdoğan’ın -nasıl olursa olsun- gitmesi için inanılmaz pespayelikler yapmaktan zırnık kadar çekinmiyorlar!
Emekli büyükelçi ve eski CHP milletvekili
, bu gerçeği, “
yakın tarihimizde hiç bir liderimize bu kadar saldırmadılar
” diyerek telaffuz etti açıkça.
Kendilerine, zorba düzenlerine meydan okuyan hiç kimsenin gözünün yaşına bakmıyorlar!
İÇERDEN “PROJE TİPLER”İ VE
“AHMAK TİPLER”İ KULLANIYORLAR!
İçerdense,
İslâm’a karşı İslâm çatışması
icat etmek için inanılmaz tezgâhlar çeviriyorlar!
Bu süreçte,
ve kullanılmaya müsait
sığlığın dibini bulmuş “ahmak tipler”i temel İslâmî kaynakları tartışmaya açacak şekilde tepe tepe kullanıyorlar!
en fazla ihtiyaç hissettiğimiz zaman dilimlerinden birinin tam ortasındayız...
Bir yandan İslâm dünyasının lime lime edilerek
paramparça edilmesine, müslüman ülkelerin liderlerinin alaşağı edilmesine karşı
, öte yandan da
bizi bize düşürecek projelere karşı, basiretimizi kuşanmak
ve müteyakkız olmak zorundayız.
Büyük bir kriz bu. 2 asırdır yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizi.
Bu kriz,
küresel ölçekte yaşanan haksızlıkların, hukuksuzlukların, zorbalıkların tavan yapmasıyla
ve bu arada bizim
müslümanlar olarak sefih sekülerleşme sürecine, konformizme, menfaatperestliğe sürüklenmemizle
, ahlâk, adalet ve hukuk ilkelerini hiçe sayan savruk bir hayat yaşamımızla daha da kangrene dönüşüyor.
Krizden çıkış yolu için bir kaç maddelik özlü bir öneride bulunacağım...
Birincisi, sürükleyici bir fikre ihtiyacımız var.
Yeniden müslümanlaşmamızı
sağlayacak,
gücün, dünyevî çıkarların değil İslâm’ın, adaletin, kardeşliğin, hakikatin önünü açacak güçlü bir muhasebe ve toparlanma sürecine...
İkincisi, güçlü liderlere ihtiyacımız var.
Yılmayacak, yıkılmayacak, makus talihimizin yenilmesinde kurucu, koruyucu ve önaçıcı roller oynayacak,
fırtınalara karşı dalgakıran gibi karşı duracak güçlü liderelere...
Üçüncü olarak da, her alanda işbirliği faaliyetlerini hızlandırmamız gerekiyor
daha fazla gecikmeden...
Devletler arasındaki ekonomik, sosyal, kültürel, fikrî ve askerî ilişkileri süratle hızlandırmamız ve kalıcı, ön açıcı boyutlara ulaştırmamız şart.
Yoksa yok olmaktan kurtulamayız...
İİT gibi ısmarlama teşkilatlarla bir yere varamayız...