Hümanizm, insanın tanrılaştırılması sürecinin adıdır.
Heidegger, modernliğin felsefî temellerini atan bu süreci, “insanın her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltilmesi” olarak tarif eder.
Hümanizm’le başlayan, insanı tanrılaştıran bu yolculuk, sonuçta, post-hümanizm’e (insan-sonrası’na) doğru yol alıyor hızla...
Gelinen nokta, transhümanizm (insan-ötesi) olarak adlandırılıyor.
Mikrobiyoloji, yapay zekâ, genetik mühendisliği gibi alanlarda yapılan çalışmalar, makinanın insanın önüne geçmesiyle, insanı tahtından etmesiyle, bir nesneye dönüştürmesiyle sonuçlandı bile şimdiden.
Çağımızın geldiği nokta burası: Transhümanizm Çağı’nın tam ortasındayız: Tarihte ilk defa, insan araçları kullanacağına araçlar insanı kullanıyor!
Bu konuda akademide ürpertici bir sessizlik hâkim Türkiye’de.
Batı’da binlerce kitap yayımlandı, Türkiye’deki akademinin bu ürpertici sessizliğini, ülkemizin genç ve umut vadeden felsefecilerinden Ahmet Dağ kardeşim bozdu.
Efradını câmî, ağyarını mânî, nefis bir kitapla transhümanizm sorununu enine boyuna inceleyen bir kitap yayımladı: Elis Yayınları tarafından Transhümanizm: İnsanın ve Dünyanın Dönüşümü başlığıyla yayımlanan ufuk açıcı kitabından ötürü Ahmet Dağ kardeşimi kutluyorum.
Ahmet Dağ’ın bu kitabı, aslında bir üçlemenin sonuncu metni. Önce David Hume, sonra da Jean Baudrillard’ın düşüncelerini tartışan Dağ, şimdi de bu kitabıyla çağımızın nereye doğru sürüklendiği sorusunun izini sürüyor...
Hümanizm’le başlayan yolculuk, Avrupalıların bütün dünya üzerinde hâkimiyet kurmalarıyla sonuçlandı. Ama Avrupalıların bilimsel devrimler, düşünce devrimleri, siyasî devrimler ve iktisadî devrimlerle dünya üzerinde kurdukları, bütün medeniyetlerin kökünü kazıyan, doğayı tarumar etmeleriyle sonuçlanan bu saldırgan hâkimiyet, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çöktü: Avrupa, tarihten çekildi...
Yeniden toparlanmaya çalışıyor Avrupa Birliği (AB) projesiyle... Ama AB’nin de kurulmadan dağılmayan başladığı gözleniyor...
Bu süreçte, demokrasi kavramı, hukuk devleti fikri, insan hakları söylemi önce radikal bir şekilde sorgulandı; sonra da liberalizm üzerinden yeniden tanımlandı.
Bu sorgulama sürecinin öncelikle Avrupa toplumlarında yaşandığına dikkatinizi çekmek isterim. Sorgulanan şey, modernlikti; modernliğin vaatlerini yerine getirememesi, aksine hem Avrupa’yı hem de dünyayı çıkmaz sokağın eşiğine sürüklemesi ve cehenneme çevirmesiydi.
Batı uygarlığının sorgulanması modernizm üzerinden gerçekleşti: Modernizm, modernliğin vaatlerini gerçekleştirememesi nedeniyle modernliğe karşı bir başkaldırı hareketiydi. Modern’in içinden geliştirilen öncelikli olarak bütün sanat türlerinde gözlenen bir başkaldırı dalgası.
Romantizm hareketiyle öncelikle Almanya’da Weimar Rönesansı’yla başlayan ve zamanla başta Fransa ve İngiltere olmak üzere bütün Avrupa’ya dalga dalga yayılan bu hareket yaklaşık yüz yıl boyunca Aydınlanma aklı’nın, düşüncede, siyasette, estetikte ve hayatın her alanında yol açtığı donmayı, katılaşmayı, ruhsuzlaşmayı tartıştı bütün sanat türlerinde.
Ekspresyonizmden empresyonizme, kübizmden sürrealizme, konstrüktivzim’den varoluşçuluğa kadar sanatın bütün türlerinde modernliğin öncelikle Batı’yı sürüklediği ontolojik felâketi sorguladı.
Edebiyatta Dostoyevski, James Joyce, Kafka, Puşkin; müzikte Wagner, Mahler; resim sanatında Picasso, Dali, Kandinsky, Paul Klee; tiyatroda Ionesco, Artaud; felsefede de başta Nietzsche olmak üzere Heidegger ve onların izinden giden bütün postmodern felsefe ve felsefeciler modernliğin yol açtığı ontolojik felâketi, anlam krizini, özgürlük kaybını kıyasıya tartıştılar.
Modern Avrupa’nın hem felsefî olarak çöküşü hem de siyasî olarak tarihten çekilişi her yönden, her bakımdan tespit edildi ama postmodern felsefe ve sanat, bir çıkış yolu öneremedi: Önerdiği şey, her alanda izafileşme biçimleri oldu: Hakikat fikri buharlaştı, Tanrı fikrinden sonra insan fikri, hümanizm de tartılmaya açıldı.
İnsanın tanrılaştırılması süreciyle başlayan ve bizzat Batı uygarlığını büyük bir tıkanmanın ve ontolojik çıkmaz sokağın eşiğine sürükleyen hümanizm yolculuğu, yarı insan-yarı makina “siborg” (cyborg) olarak tanımlanan insan-sonrası (posthümanizm), insan-ötesi (transhümanizm) bir yok oluş sürecinin eşiğine getirip bıraktı.
Batı modernitesinin hümanizmle birlikte çıktığı yolculuğun sadece Batılıları değil insanlığı getirdikleri nokta; düşünme, duyma melekelerini yitiren; hız, haz, ayartı ve tüketimin kölesine dönüşen insanaltı bir tür’ün icat edilmesi oldu!
Ahmet Dağ’ın Transhümanizm kitabı, insanın ve dünyanın başına gelen bu ontolojik felâketi, başından, hümanizm sürecinin başlangıcından alıyor, çağımıza, hakikat fikrini izafileştiren, insanı izafileştiren, geçmiş zaman ve gelecek zaman fikrini iptal ederek zamanı sadece tek bir zamana, şimdiki zamana, her şeyi bura’ya ve şimdi’ye kilitleyen ontolojik yok oluş felâketinin insanı ruhsuzlaştıran, makinanın kölesine dönüştüren bütün ürpertici sonuçlarını bütün ayrıntılarıyla ve sürükleyici bir anlatımla gözler önüne seriyor.
Ahmet Dağ kardeşimi kutluyorum. Bu çalışmasının, çağ’ın temel varoluşsal sorunlarının anlaşılması sürecinde akademiye örmek olmasını, akademiyi kış uykusundan uyandırmasını diliyorum.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.