İslâm’ın atılım ve açılım gücü: Tarih metafiziği

04:006/12/2015, Pazar
G: 13/09/2019, Cuma
Yusuf Kaplan

Önce şu tespiti yapalım: Bütün büyük medeniyetlerden beslenen, hepsini besleyen, doğuşunun ilk asrından itibaren Atlantik'ten Pasifik'e kadar üç kıtada hüküm süren ama Batılılar gibi hiçbir medeniyetin kökünü kazıma ilkelliği ve düşüklüğü sergilemeyen tek medeniyet tecrübesi, İslâm medeniyeti tecrübesi'dir.Bunun nedeni nedir?Bu yazıda bu hayatî meselenin izini süreceğim.İNSANLIĞIN ÖNÜNÜ “BİZ” AÇABİLİRİZ YENİDENEğer esaslı bir tarih felsefesi geliştirebilir, bu tarih felsefesi çabasının fikrî bulgularını

Önce şu tespiti yapalım: Bütün büyük medeniyetlerden beslenen, hepsini besleyen, doğuşunun ilk asrından itibaren Atlantik'ten Pasifik'e kadar üç kıtada hüküm süren ama Batılılar gibi hiçbir medeniyetin kökünü kazıma ilkelliği ve düşüklüğü sergilemeyen tek medeniyet tecrübesi, İslâm medeniyeti tecrübesi'dir.

Bunun nedeni nedir?

Bu yazıda bu hayatî meselenin izini süreceğim.

İNSANLIĞIN ÖNÜNÜ “BİZ” AÇABİLİRİZ YENİDEN

Eğer esaslı bir tarih felsefesi geliştirebilir, bu tarih felsefesi çabasının fikrî bulgularını ve sonuçlarını iyi değerlendirebilir ve nihayet sadece İslâm dünyasının değil insanlığın yaşadığı varoluşsal sorunları anlamlandırabilecek ve aşabilecek kapsamlı, kuşatıcı bir medeniyet fikri ortaya koyabilirsek hem tarihin akışını değiştirebiliriz hem de insanlığın önünü Müslümanlar olarak biz açabiliriz yeniden.

Sözünü ettiğim bu yolculuk, zorlu ama hayal ya da imkânsız bir yolculuk değil.

İslâm dünyası, tarihinin en zorlu dönemecinin eşiğinden geçiyor: İki asırdır zorlu bir hayat-memat, büyük bir varoluş mücadelesi veriyor.

Tarihte yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizi bu. Birinci büyük medeniyet kriziyle karşılaştırıldığında birincisinden hem daha derin hem de tehlikeleri ve imkânları bakımından daha büyük bir kriz bu.

İSLÂM'IN HER HÂL VE ŞARTTA SUNDUĞU ATILIM VE AÇILIM GÜCÜ

Birinci büyük medeniyet krizi 10. yüzyılda yaşanmaya başlandı: İslâm'ın bir asır gibi kısa bir zaman dilimi içinde bir yandan Çin'e ve Pasifik Okyanusu'na öte yandansa İspanya'ya ve Atlantik Okyanusu'na kadar tarihçilerin yerinde ifadesiyle “bir şimşek hızıyla” yayılması, yerküre üzerindeki belli başlı bütün medeniyetlerle karşılaşmasına yol açtı.

Tarihçilerin ve tarih felsefecilerinin itiraf ettikleri yakıcı gerçek şu burada: Tarihte hiç bir din, bu kadar kısa bir zaman dilimi içinde bütün dünya ölçeğinde yayılmayı ve daha önemlisi de insanlık tarihinin akışını silbaştan değiştirmeyi başaramadı.

Sözgelişi Hıristiyanlık, Avrupa tarihinde –o da yalnızca Avrupa tarihinde– belirleyici bir rol oynama imkânına ancak Karolenj İmparatorluğu'nun kurulmasıyla –doğuşundan ancak 9 asır sonra– kavuşabildi.

Belki bunun kadar önemli bir başka tarihî gerçek de şu: Avrupalıları, tarihe kışkırtanlar Müslümanlar olmuştu. Eğer İslâm küre ölçeğinde bir yürüyüş gerçekleştirmemiş olsaydı, Avrupalılar, yüzyıllardır daldıkları kış uykusu'ndan uyanamayacaklardı!

Müslümanların, İslâm'ın doğuşunun ilk yüzyılından itibaren –”Latin Amerika” medeniyetleri hâriç– neredeyse bütün medeniyetlerle karşılaşmaktan çekinmemeleri ve bu medeniyetlerle karşılaşma biçimleri, yalnızca dünü anlamak bakımından değil yarını görebilmek ve kurabilmek bakımından da hayatî ipuçlarıyla dolu.

İSLÂM'IN TARİH METAFİZİĞİ

Önce şu: İslâm'ın daha ilk asırda Atlantik'ten Pasifik'e kadar bütün dünya coğrafyasına yayılması, İslâm'ın hem atılım hem de açılım gücünü ve kabiliyetini gösterir bize. Bu hayatî gerçeğin altının özenle çizilmesi ve üzerinde derinlemesine kafa patlatılması gerekiyor öncelikle.

Yazının başında kurduğum cümle ve ardından sorduğum soru şuydu: Bütün büyük medeniyetlerden beslenen, hepsini besleyen, doğuşunun ilk asrından itibaren Atlantik'ten Pasifik'e kadar üç kıtada hüküm süren ama Batılılar gibi hiçbir medeniyetin kökünü kazıma ilkelliği ve düşüklüğü sergilemeyen tek medeniyet tecrübesi, İslâm medeniyeti tecrübesi'dir.

Bunun nedeni nedir?

Bunun temel nedeni, hakikati hem dikey hem yatay boyutlarında parçalı / seküler değil bütünlüklü olarak kavrayan İslâm'ın hakikat tasavvurunun ürünü olan bir tarih metafiziğine sahip olmasıdır.

İşte İslâm'ın bu bütünlüklü hakikat tasavvuru ve derinlikli tarih metafiziği nedeniyle, Müslümanlar, her hâl ve şartta atılım ve açılım kabiliyetine sahip olagelmiştir.

Yine bu nedenledir ki, İslâm medeniyeti, en son ve en derinlikli örneği Osmanlı, insanlığın geleceğidir.

BİZ GELİNCE, ONLAR GİDECEKLER!

Bu yüzdendir ki, Batı uygarlığının modernlikle birlikte geliştirdiği bütün medeniyetlerin varoluş şartlarını ortadan kaldıran, kökünü kazıyan veya metamorfoza uğratarak anlamsızlaştıran ve tarihten uzaklaştıran çok yönlü saldırısına yalnızca Müslümanlar direnme iradesi ortaya koyuyor.

Batı uygarlığının saldırısına yalnızca İslâm direniyor; bu da, Batılı emperyalist güçleri çıldırtıyor ve Batılıların, bütün büyük küresel stratejilerini, İslâm'ın direnişini ve yeniden tarihe çıkışını durdurma kaygısı ile geliştirmelerine yol açıyor.

Müslümlar hakikatten süt emen, insanlığın önünü açacak köklü bir medeniyet fikri geliştirebilir ve bu fikri adım adım hayata geçirebilirlerse, tarihin akışını biz şekillendirebiliriz yeniden. Biz gelince, onlar giderler ve gidecekler. Korkuları bu işte!

Bu yazıyı, Recai Kutan Ağabey'in başında bulunduğu ve yıllardır önemli küresel girişimlere öncülük eden ESAM'ın geçen hafta İstanbul'da Vow Hotel'de düzenlediği önemli toplantıyı anlamlandırmak için ve bundan sonra yapılacakların teorik arka planını oluşturması amacıyla yazdım.

Yarınki yazıda ESAM'ın bu son toplantısını mercek altına alacağım.
#islam dünyası
#Tarih metafiziği
#İslâm medeniyeti