Hamburg seyahatnamesi

04:0010/01/2025, пятница
G: 10/01/2025, пятница
Yusuf Kaplan

Avrupa’ya yaptığımız seyahatin Hamburg ayağını, İsmail Özer kardeşimizin güzel evsahipliği ve kardeşliği, Ömer Faruk Yıldız Bey kardeşimizin doyurucu, zihin ve ufuk açıcı mihmandarlığı ile sürdürüyoruz. Hamburg seyahatimizi Ayşe Akdağ kardeşimizin nefis ve leziz kaleminden sunuyorum. Ruh dolu, kardeşlik dolu bir yolculuğun akıcı, sarıp sarmalayıcı hikâyesi… *** HER YERİ OKULA ÇEVİRMEK… Almanya ve Hollanda seferimize, 3. gün akşamında Berlin Alperenler Ocağı’nda gerçekleşen, “Çağrısı Çağını Kuracak

Avrupa’ya yaptığımız seyahatin Hamburg ayağını, İsmail Özer kardeşimizin güzel evsahipliği ve kardeşliği, Ömer Faruk Yıldız Bey kardeşimizin doyurucu, zihin ve ufuk açıcı mihmandarlığı ile sürdürüyoruz. Hamburg seyahatimizi Ayşe Akdağ kardeşimizin nefis ve leziz kaleminden sunuyorum. Ruh dolu, kardeşlik dolu bir yolculuğun akıcı, sarıp sarmalayıcı hikâyesi…

***

HER YERİ OKULA ÇEVİRMEK…

Almanya ve Hollanda seferimize, 3. gün akşamında Berlin Alperenler Ocağı’nda gerçekleşen, “Çağrısı Çağını Kuracak Bir Gençlik” konferansının yoğun katılımından sonra Hamburg’da devam ediyoruz.

Yolculuğa çıktığımız saatler ve dakikalar, Yusuf hocamızın “Sinemanın Dünyası” dersinin başlayacağı saatlere tekabül ediyor. Hocamız seferde diye dersi iptal eder mi sorusu, talebeleri için hiç akla gelmeyen bir sorudur. Her ne olursa olsun, Yusuf hocamızın dersini aksatmayacağını bilir talebeleri.

Bu basit bir şey değil; bir çile yolculuğu bu. Yolda olmanın, yol almanın ve yol olmanın yolculuğu. Boşuna kurmamış Yusuf hoca o cümleyi: “Yol sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle yürünür.”

Yaklaşık iki ay önce, hocamızın yoğunluğu nedeniyle gazete yazısı yayınlanmamıştı. Bu durum, endişeye kapılan talebelerinin hocayı mesaj yağmuruna tutmasına sebep olmuştu. Sonra hocamız, yoğunluktan yazısını göndermeyi unuttuğunu söyleyince herkes rahat bir nefes almıştı.

Bu, okunduğunda abartılı gibi gelebilir. Fakat talebeleriyle nefes almak, onlara nefes olmak ve nefes vermek tam da bunu gerektirir: vefayı.

Hamburg şehrine hareket eder etmez, aracın içinde sinema dersi başlıyor. Mekâna ve zamana bakmaksızın, yolcu iken yol alma serüveni bu. Türkiye’den ve dünyadan talebeler, not defterleriyle bu yolculuğa dâhil oluyor. Bu tablo, Üstad Necip Fazıl’ın “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençliğin” yetiştiği bir yolculuğu simgeliyor. Bu niyetle yola revan olmanın heyecanı hissediliyor.

Hamburg şehrine ulaştığımızda, sabahın ilk ışıklarıyla Alsancak Kahvaltı Mekânı’na adım atıyoruz. Burada bizi, MTO Hamburg temsilcisi Harun Bey ve oğlu; Berlin Havalimanı’na kadar hocamızı karşılamaya gelen MTO Avrupa temsilcisi ekibinden İsmail Özer ağabey, değerli eşi Hilâl kardeş ve Kiil şehrinden Asiye abla karşılıyor.

Tıpkı Berlin Havalimanı’nda olduğu gibi, muhabbet dolu bir ortama şahit olan yan masadaki bir beyefendi, “İsterseniz hep birlikte fotoğrafınızı çekeyim,” diyerek hem bu anın fotoğrafını çekiyor hem de Türkçe teşekkür ederek yüzümüzü güldürüyor. Hamburg şehrinin izlerini sürmek için mekândan ayrılıyoruz.


HAMBURG KENTİ: KUZEY’İN VENEDİK’İ

Almanya’nın Berlin şehrinden sonra en büyük şehri olan Hamburg şehri, tıpkı Berlin gibi hem kendine has bir eyalet hem de bu eyaletin başkenti. “Kuzey’in Venedik’i” olarak tarif edilen şehirde 2500’den fazla köprü bulunmaktadır. Ayrıca, derinlemesine müzikal bir şehir olması nedeniyle Hamburg’a “Müzikalin Kralı” lakabı verilmiştir.

MTO Hamburg ekibinden kardeşlerimizle Hamburg Limanı’na doğru ilerliyoruz. Burada, 2016 yılında tamamlanan Elbphilharmonie isminde dev bir yapının önüne doğru yürüyoruz. Elbphilharmonie ismi, toponim bir ifade olan “Elbe” Nehri ile “philharmonie” (orkestralar ve konser toplulukları) kelimelerinin birleşiminden oluşan bir isim. Bu nedenle, burası devasa bir konser salonu olarak anılıyor.

Bu dev yapının içine girerek 82 metre uzunluğundaki yürüyen merdivenlere biniyoruz.

Binanın dış kısmının oldukça ilginç mimarisi dikkatimizi çekiyor. Buranın özelliği, temelinin tarihi eser statüsünde koruma altına alınmış olması ve Kaispeicher A adlı tuğladan yapılmış bir deponun üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Temel yapının bozulmadan korunmuş olması dikkatimizi çekiyor ve bu durum, Almanların kültürel miraslarına nasıl sahip çıktıklarını gösteriyor bize. Hamburg’un denize bakan bir kısmını bu yapının içinden tepeden gözlemledikten sonra araçlarla Hamburg’un Uhlenhorst semtine doğru ilerliyoruz.


ELİTLERİN SEMTLERİNDE KAPALI BİR CAMİ

Elitlerin yaşadığı Außenalster kıyısında araçları durdurduğumuzda, muhteşem bir mimariye sahip olan İmam Ali Camii’ni karşımızda buluyoruz. İranlı tüccarların 1953 yılında kurdukları bir dernekle ve 1957 yılında satın aldıkları araziye inşa edilmeye başlanan bu devasa cami, 1500 kişilik kapasiteye sahip. 1985 yılından itibaren UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan, halk arasında “Mavi Cami” olarak bilinen bu yapı, büyüleyici mimarisi, tarihi ve konumuyla gözlerimizi kamaştırıyor.

Caminin iç kısmında binlerce mavi çini olduğunu ve buranın aynı zamanda iç dekorasyonuyla meşhur olduğunu anlatan ağabey, İran’ın bir terör olayına karışması sebebiyle burasının kapısının kilitli olduğunu ve burayı gezemeyeceğimizi belirtiyor. Şii İslam Merkezi konumundaki “İslam Derneği’nin” geçtiğimiz yıl kapatılmasıyla, caminin de kapısına kilit vurulduğunu öğreniyoruz. Kahvaltı mekânında olduğu gibi burada da, sohbetimize şahit olan ve mekânın fotoğrafını çektiğimizi gören bir beyefendi, hep birlikte resmimizi çekmeyi teklif ediyor. Hatıra fotoğrafıyla ayrıldığımız bu mekândan, araçlarla Hamburg’un en işlek caddelerinden birine doğru yol alıyoruz.

AYARTICI POSTMODERN KÜLTÜRÜN UYUŞTURUCU ETKİSİ

Postmodern popüler kültürün ağına düşmüş sokaklar içimizi ürpertiyor. Hızın, hazzın ve ayartının adeta esiri olmuş caddeler, bize çağdaş dünyanın ağlarını nasıl ördüğünü gösteriyor. O an, uyuşturucunun serbest olduğu tel örgülerle çerçevelenmiş bir alana hapsedilen ağlarda debelenen gençleri uyur-gezer vaziyette görmek insanı derin bir üzüntüye sevk ediyor.

Bu yüzdendir ki Yusuf Hoca, akşam saatlerinde başlayan Hamburg konferansında, “Gençlerini ihmal edenler, geleceğini imha ederler,” diye haykırıyor. Salonda bulunan gençler, can kulağıyla hocayı dinlerken Yusuf Hoca, onlarca gencin kalbine dokunuyor ve zihinlere hakikati işliyor. Postmodern popüler kültürün saldırısının tüm dünyayı nasıl kuşattığını ve gençlerimizin bu ayartıcı pagan kültürün çıkmaz sokaklarında sürüklendiklerini, yüreği yangın yerine dönmüş bir şekilde anlatıyor. Bir suçlu aramamız gerekiyorsa aynayı kendimize tutmamız gerektiğini vurguluyor.

Konferansı şu cümlelerle tamamlıyor:

“Değerlerini terk eden gençliği suçlamayalım. Suçlu biziz; aileler ve yöneticiler.” Gençlerimizi suçlamak yerine onlara “yol gösterecek yol fenerlerini” vermemiz gerektiğini belirten Yusuf Hoca, “İşte biz bunun için kurduk MTO’yu!” diye noktayı koyuyor.

Programın sonunda, Yusuf Hoca’nın derdiyle dertlenen talebeleriyle sohbet ederken, MTO’yu ilk defa bu programda duyan bir kardeşimiz arkasını dönüp, “Siz talebesiniz değil mi?” diye soruyor ve bu programı çevresindeki gençlere tanıtmak istediğini belirtiyor. MTO’ya henüz talebe olmayan gençler, bu okulun anlam ve önemini kavrıyor. Büyük bir devrimin gerçekleşmesi demek bu.

Avrupa seyahatimizi sürpriz bir ülkede ve sürpriz bir şehirde cins bir filozofun, büyük düşünür Spinoza’nın izini sürerek yazmaya devam edeceğiz…

#Almanya
#MTO
#Yusuf Kaplan