Hakikatin dip dalgası: Modern mitler ve Sednaya

04:0020/12/2024, Cuma
G: 20/12/2024, Cuma
Yusuf Kaplan

Suriye’de 60 küsûr yıllık Baas rejimi, nihayet çöktü. Rejimin nasıl ruhsuz bir yıkım ve katliam makinası olduğu anlaşıldı. Suriye’de yeni bir dönem başlayacak. Türkiye’siz yeni bir dünya kurulamaz. Bu ilke, bir kez daha gerçek oldu Suriye’de. Yeni Suriye bayrakları Türk bayraklarıyla birlikte dalgalanıyor Suriye semalarında. Modern dünyanın ruhsuzluğunun kaynağı modern mitler üzerinden Suriye’de yaşananları MTO’muzun en parlak talebelerinden Mehmet Varıcı kardeşimin nefis kalemiyle aktarıyorum.

Suriye’de 60 küsûr yıllık Baas rejimi, nihayet çöktü. Rejimin nasıl ruhsuz bir yıkım ve katliam makinası olduğu anlaşıldı. Suriye’de yeni bir dönem başlayacak. Türkiye’siz yeni bir dünya kurulamaz. Bu ilke, bir kez daha gerçek oldu Suriye’de. Yeni Suriye bayrakları Türk bayraklarıyla birlikte dalgalanıyor Suriye semalarında.

Modern dünyanın ruhsuzluğunun kaynağı modern mitler üzerinden Suriye’de yaşananları MTO’muzun en parlak talebelerinden Mehmet Varıcı kardeşimin nefis kalemiyle aktarıyorum.

Zihin açıcı okumalar.

***

Kur’an-ı Kerim bize insanın yaratılışını öyle güzel ve hikmetli anlatır ki her okuduğumuzda, üzerimize düşen büyük sorumluluğun ağırlığını hissederiz. Allah, insanı en güzel surette, eşref-i mahlûkat olarak yarattı; akıl verdi, irade verdi, özgürlük verdi. Ama bu üstünlük, beraberinde bir görev getirdi: adaleti ayakta tutmak, zulmü ortadan kaldırmak. İnsanın sorumluluğu sadece kendini kurtarmak değil, başka hayatları da aydınlatmak. Peki ya bu görevi unuttuğumuzda? Tarih, bize her seferinde aynı şeyi gösteriyor: İnsan, adaleti terk ettiği anda felaketlere sürükleniyor.

Modern dünya ise bu felaketlerin zeminini hazırlıyor. İnsanın hakikate ulaşma çabasını daha en başından boğan, onu yanılsamalar içinde hapseden bir düzen var karşımızda. Aklıma hep Platon’un mağara alegorisi gelir. İnsanlar, gerçeğin sadece gölgelerini görür, hakikatin kendisini asla göremez. Ama Platon’un anlattığı mağarayı bir kenara bırakalım; Kur’an’a kulak verirsek, insanın Allah’ın nuruna yönelerek cehaletten kurtulma mücadelesinin çok daha büyük ve kapsamlı bir anlam taşıdığını görürüz. Hakikate ulaşmak, sadece bireysel bir uğraş değil, toplumsal bir sorumluluk, bir şahitlik vazifesidir.

Mağaralar, insan ruhunun bocaladığı veya huzura kavuştuğu mekânlardır. İslâm tarihindeki Hira ve Sevr mağaralarını düşünün: biri vahyin, diğeri hicretin kapısı. İkisi de hakikate giden yolları açtı. Ama modern dünyanın mağaraları, bize bu huzuru değil, Sednaya Hapishanesi’nin kasvetli koridorlarını hatırlatıyor. O kasvet ki sadece duvarları değil, insan vicdanını da kuşatıyor. Sednaya’nın çığlıkları, Gazze’nin enkaz altında kalan çocuklarının sessiz feryatlarıyla birleşiyor. İşte modern dünyanın hakikati bu: zulüm, adaletin yerini çoktan almış durumda.

Sednaya’dan Filistin’e uzanan bu zulüm zinciri, bir şeyi asla değiştiremiyor: Mazlumun duasının gücünü. Sessizce yükselen o yakarış, zalimin çıkardığı gürültünün çok ötesinde yankılanıyor. Ebabil kuşlarının gagasından bırakılan taşların Ebrehe’ye yağdırdığı gazap gibi… Bu hakikat, bizi Batı’nın mitlerine bakmaya zorluyor. Prometheus, Loki… Özgürlüğe rağmen özgürlük için mücadele… Ama bu mitler, bugün Batı’nın zulmünü meşrulaştıran hikâyelere dönüşmüş durumda. Demokrasi ve insan hakları maskesi altında, İslâm coğrafyasına ihraç edilen baskı ve şiddet projelerini hepimiz görüyoruz. Oysa İslâm’ın özgürlük anlayışı bambaşka bir yerde durur: Gerçek özgürlük, Allah’a teslim olmaktan geçer. Çünkü Allah’a teslimiyetin olduğu yerde zulüm asla barınamaz.

Bu noktada, Batı’nın teolojik ve ideolojik projelerine biraz daha yakından bakmamız gerekiyor. Evanjelist Hristiyanlık’ın Armageddon kehanetlerini ve Siyonist idealleri bir düşünün. Bu anlayış, Yahudi halkının var olma hakkını Filistin halkının yok oluşuna eşitleyen tehlikeli bir zihniyeti meşrulaştırıyor. Dini bir motivasyon gibi sunulsa da, aslında tamamen siyasi çıkarlarla örülmüş bir tuzak bu. İslâm ise adaleti ve barışı temel alan bir yaşam düzeni önerir. İnsan, yaratılışına uygun şekilde, bu düzeni hayatına geçirdiğinde özgürleşir.

Benzer durum, Şia anlayışında da karşımıza çıkıyor. Şiaların da Evanjelistler gibi bin yılcı bir anlayışa sahip olduğunu görürüz. Mesih’in dönüşü ile İmam Mehdi’nin bekleyişi, tarih boyunca mezhepsel çatışmaları körüklemiş, bu çatışmalar zamanla zulmü bir dini vazife gibi gösteren bir yozlaşmaya dönüşmüştür. İran merkezli bu anlayış, geçmişte Kisra’nın yıkılan burçlarının intikamını alma arzusunu beslerken, bugün Siyonistlerle iş birliği yapacak kadar ileri gitmiştir. Mazlumların haklarını savunduğunu iddia edenlerin zalimle yan yana durması, bu yozlaşmanın en çarpıcı örneğidir.

Medyanın burada nasıl bir araç haline geldiğini hepimiz görüyoruz. Filistin’de yaşanan zulmü Batı medyasının nasıl çarpıttığını biliyoruz. Ama yine de, bir annenin gözünden akan yaş, sahte perdeleri yırtıp atmaya yetiyor. Çünkü hakikat, çoğu zaman sessiz bir çığlıkta gizlidir. İnsanın vicdanı bunu her zaman hisseder. İşte bu yüzden medya okuryazarlığı ve eleştirel düşüncenin önemi, günümüz dünyasında daha da artıyor.

Son olarak, şunu hatırlatmak isterim: Dünya ne kadar karmaşık ve kaotik olursa olsun, ilahi kudrete teslim olmuş insanın çabası, zulmün gölgelerini delip geçecektir. Bugünün baskı ve zulümle dolu mağaraları, Allah’a tevekkül edenler sayesinde yepyeni ufuklara açılacak.

Umut asla kaybolmaz. Çünkü insan, sadece zincirlerinden ibaret değildir. İnsan, Allah’ın rızasını arama iradesidir. Ve mazlumun duası, inşa edilen korku duvarlarını yıkacak güce sahiptir. Günün birinde, hakikat güneş gibi doğacak. O günler yakındır.

#Suriye
#Baas Rejimi
#Beşşar Esed
#Sednaya Hapishanesi