Bugün okullar açılıyor.Gençlerimiz, çocuklarımız belirsiz bir sürecin eşiğine sürükleniyorlar yine.Türkiye’nin en büyük kaynağı, genç nüfusu.Türkiye’nin en büyük zaafı, bu genç nüfusu su gibi harcaması; ülkesine, insanına ve inançlarına yabancılaştırıcı hatta düşman edici iç ve dış yıkıcı popüler kültür akımlarının, gençlik hareketlerinin kölesi hâline gelmesini sadece seyretmesi; hiçbir köklü, kalıcı, uzun soluklu bir çıkış yolu geliştirememesi!Ülkesine, inançlarına, değerlerine yabancılaşan bir
Bugün okullar açılıyor.
Gençlerimiz, çocuklarımız belirsiz bir sürecin eşiğine sürükleniyorlar yine.
Türkiye’nin en büyük kaynağı, genç nüfusu.
Türkiye’nin en büyük zaafı, bu genç nüfusu su gibi harcaması; ülkesine, insanına ve inançlarına yabancılaştırıcı hatta düşman edici iç ve dış yıkıcı popüler kültür akımlarının, gençlik hareketlerinin kölesi hâline gelmesini sadece seyretmesi; hiçbir köklü, kalıcı, uzun soluklu bir çıkış yolu geliştirememesi!
Ülkesine, inançlarına, değerlerine yabancılaşan bir gençlik, her tür iç ve dış yıkıcı saldırının kolay lokması ve kurbanı olmaya adaydır.
Oysa bir ülkenin gençliği, geleceği, demek.
Gençliğinin geleceği kararan bir ülkenin geleceği aydınlık olabilir mi?
Türkiye, en büyük gücünü, en büyük enerjisini kaybediyor hızla…
Su gibi harcıyor…
Türkiye’deki gençliğin üç temel özelliği var: Hedonist, kariyerist ve nihilist.
Başka bir ifadeyle, hız, haz ve ayartının peşinde koşturan, felsefî, zihnî soruları cevapsız kaldığı için de yok oluşa sürüklenen, iddiasız, idealsiz, inancını yitirmiş “genç canlı cenazeler”.
Ülkeye, kültürüne, inancına, medeniyetine aidiyet bağlarını ve bilincini yitirmiş, bedenen burada, zihnen Batı’da yaşayan, Batı’nın posası çıkan kültür ürünlerini tepe tepe tüketerek tükenmekten başka bir şey yapamayan şizofren bir gençlik.
Ülkeyi terk etme ve Batı’ya yerleşme hayalleri kuran ve şimdiden bunun hesaplarını yapan kaybedilmiş bir gençlik.
Ürpertici ama gerçek bu.
Gençleri suçlamıyorum. Ne münasebet! Aksine gençleri bu hâle getiren aileleri ve yönetimleri suçluyorum. Bir ülkenin en güçlü kaynağı demek olan gençliği, gençlik ruhu bir asırda kurutuldu, yok edildi.
Biyolojik olarak yaşayan ama zihnen ve kültürel olarak ülkesine ve inançlarına yabancılaşan bir gençlik, sadece kendisini yok etmiş olmaz, ülkesini de terk eder ve yok oluşa sürükler…
Ülkelerini terk edenler, ülkelerini emperyalistlere peşkeş çekmekten çekinmezler.
İlkelerini terk edenler, genç kuşaklara güven veremezler. İlkesiz, ülkü de olmaz, ülke de kurulamaz.
Batılılaşma çıkmazı, ülkeyi inanılmaz bir çıkmaz sokağın eşiğine getirip bıraktı: Türkiye’de Türk tipi laikleşme biçimleri üretti, laikliği dinselleştirdi, seküler bir dine, ayartma biçimlerine dönüştürdü.
Buna bir de dışarıdan gelen postmodern popüler kültür saldırısı eklendi: Postmodern popüler kültür ve davranış kalıpları bütün dünyada hızla yaygınlaşıyor, entelektüel ve kültürel sınırların ortadan kalkmasıyla birlikte, bütün yerli ve yerel kültür ve davranış biçimlerinin pabucunu dama atıyor…
Türkiye’de yaşanan, sefih sekülerleşme biçimleri, Kemalizm filan değil.
Kemalizm’in iyi, doğru ve güzel fikri yok, demişti Şerif Mardin. Bu şu demek: Kemalizm’in özgün bir felsefesi, (felsefecileri, Kant’ı meselâ), kendine özgü güçlü ve köklü bir ahlak tasavvuru ve sarsıcı bir estetik görüşü yok.
Patlama yaşanan şey, popüler kültür: Hız, haz ve ayartı ile kitleleri tüketen kölelere dönüştüren bir yıkım aracı.
Gençliğin hem savrulmasına hem de ülkesine, inançlarına yabancılaşmasına yol açan bir başka sosyokültürel olgu da, İslâm adına konuşan kişilerin genç kuşakların çağla ilgili, çağın felsefî sorunlarıyla ilgili sordukları esaslı sorulara cevap ver(e)memesi.
Aileler de, İslâmî çevreler de, çocukların haklı olarak sordukları, varoluşsal sorulara cevap veremeyince, genç kuşaklar, nihilizmin iki veçhesini temsilci eden iki zıt kutba savruluyorlar: Birincisi, medyatik ve hedonistik narkoz. Hayata karşı duyarsızlaşma yani. İkincisi de felsefî, varoluşsal sorgulamalar.
Burada gençleri suçlamak ucuzculuktur. Topu taca atmaktır.
Suçlu, başka aileler, sonra eğitim sistemi ve son olarak da küresel emperyalist medyatik ve hedonistik postmodern popüler kültürel düzendir.
Gençlerin, onları suçlamak yerine onlara “yol gösterecek” “yol fenerleri”ne ihtiyacı var.
Gençliğin karşı karşıya kaldığı bu iki tür nihilizm açmazından kurtulmalarını sağlayacak en önemli kaynak İslâm’dır ama İslâmî kesimler bile İslâm’ın zamanlarüstü ve çağlarötesi kucaklayıcılığının ve kuşatıcılığının farkında değiller, ne yazık ki.
Türkiye’deki İslâm hakkındaki entelektüel cehâlet, dünyanın hiçbir ülkesinde yok.
Bu entelektüel cehalet yeteri kadar onur kırıcı değilmiş gibi, bir de İslâm’a karşı inanılmaz bir önyargı ve saldırı dalgası yayılıyor her yerde, her mecrada bütün hızıyla!
İslâm’a, Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’e her Allah’ın günü her yerde inanılmaz küfürler ve hakaretler ediliyor, kimsenin kılı kıpırdamıyor; bu nasıl bir çirkefliktir, diye isyan eden insanlar iğrenç bir şekilde taşlanıyor, aforoz ediliyor.
Ama Kemalizm’e veya laikliğe ilişkin yapılan en küçük ve güçlü entelektüel eleştirilere aslâ tahammül edilmediği gibi, ürpertici saldırılara, hakaretlere, linç girişimlerine yol açabiliyor.
Özetle: Bir ülkenin gençliği ideal sahibi, ahlâkî meziyetleri güçlü, ruhu olan, sıradışı ama sınırdışı olmayan, çağı da, kendi değerlerini ve dünyasını da iyi tanıyan komplekssiz bir gençlik olursa, ülke, işte o zaman geleceğe emin adımlarla yürüyebilir. Yoksa, çıkmaz sokaklara sürüklenmekten kurtulamaz Allah muhafaza!