Eğitim, sadece okullardan ibaret değil. İnsanın karakteri, dünyası ve zevkleri sadece eğitimin eseri değil artık: Medya ve kültür dünyası da eğitim kadar, bazen eğitimden daha fazla rol oynuyor insanın karakterinin, dünyasının ve zevklerinin inşası sürecinde.
Eğitimden maksat, bilmek değil, olmak’tır.
Olmak yani yol gösterici bir dünya görüşüne, kanatlandırıcı bir ruha, insanlığa ve varlığa kol kanat gerici bir kalbe, vicdana, yüreğe sahip olmak.
Aklı, kalbi ve ruhu aynı anda harekete geçirebilmek yani: İlim, irfan ve hikmet süreçlerine denk gelen bilme, bulma ve olma yolculuklarına çıkmak...
Bu yolculukları yaptıracak öncü kuşak profilleri, âlim, ârif ve hakîm şahsiyetleri, bize yönü bilme, yörüngeyi bulma ve yön-yörünge olma yolculuklarının yol haritasını çıkaran, bu yolculukları bizzat yapan / yaptıran, çağrısı çağını kuracak öncü kuşaklar...
Günümüzde eğitim sistemleri kriz yaşıyor: Önce sinema, kitlesel medyalar, ardından çağdaş sosyal medyalar ve popüler kültür endüstrisi, hem çocuklarımızın öğretmeni hem de öğretmenlerinin öğretmeni artık.
Bir ülke düşünün...
Çocukları, hem de en parlak çocukları, masonik baronik çetelerin elinde yetişiyor! Bunlar çağdaş misyonerler oysa! Seküler misyonerler! Hıristiyan misyoner okulları açıktan misyonerlik eğitimi veriyordu, o yüzden ondan korunmamız mümkün olabilirdi.
Ama seküler misyoner okullara ne diyeceğiz? Bir eğitim sistemi ülkenin üstelik de en parlak çocuklarını o ülkenin ruh köklerine, kültürüne, anlam dünyasına yabancı hatta düşman yetiştirebilir mi?
Bu okulları suçlamıyorum. Hepsi yasal, meşrû okullar.
“Ne oluyoruz, çocuklarımızı, dolayısıyla gençlerimizi göz göre göre kaybediyoruz, kendi ellerimizle kültürel ve entelektüel intiharın eşiğine sürüklüyoruz” diyerek derdimizi ileteceğimiz hatta yakasına yapışacağımız insanlar, bu okulların ait olduğu ve benim medeniyet ruhumu, birikimimi, tarih bilincimi, kültür zenginliğimi çocuklara yol haritası olarak sunmayan, öğretmeyen eğitim sistemleri, bu eğitim sistemlerinin başındaki kişiler ve bu kişilere hükümet eden yöneticilerdir!
Ülkemizin kremasını, en parlak çocuklarını masonik-baronik çetelerin elinden kurtaramazsak, yok oluruz.
Önümüzü açacak öncü kuşakların, geleceğimizin Gazâlî’lerinin, İbn Haldun’larının, İbn Arabî’lerinin, Sinan’larının, Itrî’lerinin tohumlarını ekemezsek, yok oluruz.
Bunlar bir toplumun geçmişini değil geleceğini de inşa ve işaret eden yol fenerleridir: Her dâim ışık saçarlar... En olmadık zamanlarda tutar ayağa kaldırırlar toplumu, yüzlerce yıllık uykudan uyandırlar, kendimize getirerek önümüzü görmemizi sağlarlar... Önümüzü aydınlatırlar ve açarlar...
Her toplum anaokulundan doktora eğitimine kadar çocuklarını, genç kuşaklarını kendi medeniyet iddiaları, idealleri ve rüyaları ile yetiştirir ve bunları gerçekleştirmeyi mümkün kalacak köklü müfredat modelleri ve sistemleri geliştirir...
Eğitimin en iyi formülünü Hz. Mevlânâ vermiş bize: Pergelin sâbit ayağını, İslâm’a, bizim medeniyetimize, bu toprakların ruhuna ve birikimine basacağız, pergelin hareketli ayağını bütün medeniyetlere ve dünyalara açacağız...
Yaklaşık 30 senedir pergel metaforunu anlata anlata dilimde tüy bitti. Nihayet geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız Erdoğan, millî eğitimde reformdan sözederken pergel metaforundan uzun uzadıya bahsetti.
Çocuklarımızı, genç kuşaklarımızı mevcut sömürgeci, mankurtlaştırıcı, kendi kültürüne yabancılaştırıcı yoz, sığ, ezberci seküler eğitim sisteminin zihnî işgalinden kurtaracağız, kurtarmak zorundayız... Bu konuda atılması gereken adımları atacağız, atmak zorundayız.
Zorundayız; çünkü bir ülke düşünün... Bağımsızlık savaşı vermiş, topraklarını işgal ettirmemiş ama “tarlaları sürülmüş”, yani ruhu yok edilmiş, ruhkökleri kurutulmuş, kökleri İslâm’dan sökülüp atılarak binlerce yıl öncesinin henüz bilemediğimiz, insanlığa ne verdiğini de bilmediğimiz belirsiz, muğlak, zayıf, çürük İslam dışı tartışmalı köklere zoraki aşı yapılmaya çalışılmış!
Tutmamış bu; tutamayacaktı tabii ki, eşyanın tabiatını zorlamak olurdu. Sonunda vazgeçilmiş ama iş işten geçmiş. Olan olmuş. Düşmanlar, emperyalistler bu toprakları işgal ettiklerinde hiç de kolayca yapamayacakları toplumun İslâm’la ilişkisini koparan, bizi epistemik kölelere dönüştüren kültür devrimleri bu topraklarda yerli sömürgecilerce çok kolayca yapılmış, yapılabilmiş. Adına da çağdaşlaşma, çağdaş uygarlıklar düzeyi filan denilmiş!
Ülke dışardan işgal edilmemiş ama içerden ele geçirilmiş. Peki, bu ülke içerden işgal edilecek idiyse, epistemik kölelere dönüştürülecek idiyse, kiminle ve ne için savaştı bu millet peki? Biri çıksın anlatsın bunu bana. Eğer sömürgecilerin işgal ettiklerinde yapacaklarından daha vahim yıkımlar içerden yapılacak idiyse, biz kiminle, niçin ve ne adına savaştık ki?
Gelinen nokta, sömürgeci bir eğitim sistemi, mankurtlaştırıcı bir medya rejimi, yabancılaştırıcı bir kültür dünyası!
Böyle bir toplum yoğun bakıma kaldırılmış bir toplumdur.
Bu toplum içerden kültürel tecavüz ve zihnî işgal altında! Ama başına ne geldiğini bilmiyor!
Niçin?
Celladına âşık edildiği için! Bir toplumun başına bundan büyük felâket gelebilir mi?
Böyle bir toplum, bağımsızlığını, daha da vahimi, varlığını sürdürebilir mi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.