Edebiyatsız bir toplumun kaderi...

04:0013/03/2016, Pazar
G: 13/09/2019, Cuma
Yusuf Kaplan

"Şezlongunuza düşer ölüm,” demişti büyük şair. Şezlongunuza düşerken ölüm, ne yer, ne gök dinler sizi. Ne balkon, ne salkım ağacı.



Salkım saçak dökülürsünüz! İnim inim inler her yer; hem gök, hem yer; hem bakır, hem de demir!



HAYATIN ADI DA TADI DA YOKSA...


Hayatın tadı var mı?



Bir tadı yok hayatımızın. Adı yok çünkü… Hakikatten beslenen, hayatı hakikatle besleyen, yücelten, insanı ötelere eriştiren kanatlandırıcı bir hayat değil hayatımız artık, ne yazık ki!



Hareketli, dinamik ve heyecanlı bir hayat bizimkisi, öyle mi? İyi de, ne rengi var, ne kokusu? Ne dokusu var, ne de ruhu?



Böylesi bir hayat, hareketli olsa kaç yazar, dinamik olsa neye yarar, heyecanlı olsa ne katar hayatımıza ki?



Her tür dolmuşa binmeye ve bindirilmeye hazır, her tür dolduruşa gelmeye ve getirilmeye teşne, oraya buraya savrulan, sürüklenen bir “tekne”, kimin hayatıdır sahi? Böyle bir hayatın var mıdır sahiden bir ruhu, bir neşvesi?



Evet, bizimkisi de hayat mı?



Yoksa sahilde tatile kaçarak yaşadığımız, o kavurucu ve savurucu “hava”da göbeğimizi kaşıya kaşıya, gerine gerine yere serapa uzanıp yan gelip yattığımız, yanımızdan yöremizden gelip geçene, bize yan yan, güpegündüz düpedüz, dimdik ve dümdüz bakıp gidene kem gözle baktığımız bir sığınak, bir kaçamak, bir tutamak mı, hayat?



NE RENK BİR TAD HAYATIMIZIN TADI?


Hayatınızın tadını kaçırmak için yazıyor değilim bunları.



İyi de, hayatımızın tadı mı kalmış sanki? Peki, ne renk bir tad hayatımızın tadı? Ne renk bir hayat “giyiniyoruz” meselâ? Hangi marka? Kaç paralık yani?



Yeterince tadı kaçmadı mı hayatımızın; bunca, hayata ve insana inat hayata ve insana dayatılan bayatlıklardan, bayağılıklardan?



Her şeyi çözen, bütün değerleri değersizleştiren, bütün anlamları anlamsızlaştıran seküler, sefih hayat, ne kadar hayat olarak adlandırılmaya layıktır, meselâ?



Hayatımız, öylesine sığ, âfâkî ve düzmece ki; öylesine bayatlaştırıldı ve banalleştirildi ki, hayatın tadını kaybettik.



Tadını kaybettik; çünkü adını kaybettik evvel emirde. Herkese hayat veren, hayata hayat ve ruh kazandıran…



Adını. Rengini. Kokusunu. Dokusunu. Rengârenk, renkâhenk ruhunu.



Herkesin hayat bulduğu, herkesin hayatı olduğu eşsiz, benzersiz, asil ve leziz bir hayatın.



Medeniyetimizin hayat bahşettiği, hayata hayat katan, mânâ katan, ruh katan lezîz bir hayatın.



Lezîz ve nefis. Nezih ve nârin.



Delişmen ve devingenken bile sâkin ve kendinden emin: Herkesin iskân edebildiği, mesken tutabilmek için birbiriyle yarışa girdiği ve nihâyet sükûn bulduğu sade mi sade, derûnî mi derûnî bir hayatın...



BU ÜLKEDE ÖNCE HAYATA KASTEDİLDİ...


Bu ülkede, önce hayata kastedildi. Hayatımız, medeniyetimizin herkese ve herşeye ruh üfleyen asil hayatı bitirildi. Sekülerleştirildi ve hayatımızın tadı, ruhu yitirildi. Hayatımız çölleştirildi.



Hayat, yazın Bodrumvârî bedroom'ların yapışık, yılışık, salaş, cıvık cıvık ter kokan, dekandans danslarıyla dekadansla dans'a indirgendi.



Kışınsa, Layla'lar, Reina'ların izbe, kuytu, karanlık dehlizlerine… Ruhsuz insan bedenlerine, iskeletlerine… Köpük köpük sarhoş akan, sarhoş kokan, sarhoş bakan ölüm dansı vaziyetlerine…



“Hayatın tadı”: Köpük köpük içmek, tüketmek ve tepişmekten ibaret…



Edebiyat olmadan, insan varolabilir mi, hayat varolabilir mi? Dahası, insan, ne kadar insan olabilir, edebiyat olmadan? Hayat ne kadar bayatlaşmaktan kurtulabilir, edebiyatı varolmadan?



Edebiyatsız bir toplumun kaderi, edepsizliğe mahkûm olma kederidir oysa.



Edebiyat öldü; haberiniz var mı? Evet, beyler ve bayanlar, haberiniz var mı, öldü edebiyat!



İKİNCİ YENİ, ŞİİRİ KATLETTİ!


İkinci Yeni, son ölümcül darbeyi vurdu edebiyata! Kanatlandıran bir ruh üzre varolabilen, bir ruhla varolabilen, bir ruh varedebildiği ölçüde varolabilen ve varedebilen bir edebiyatı öldürdü.



İkinci Yeni, iyi şiirdi, güzel şiirdi belki; ama çağları delip gelen, zamanları ve mekânları aşıp arş-ı âlâ'lara yükselebilen şiirimizi matlaştırdı, çoraklaştırdı, çölleştirdi, ruhsuzlaştırdı ve öldürdü.



Edebiyat öldü; çünkü önce hayat öldü, öldürüldü; bir çorak ülkeye dönüştürüldü.



Oysa en kadîm, en şaşmaz hayat kuralını bile yoksaydık edebiyatın: Edebiyat, hayat varsa vardır! Hayat bitmişse, bitirilmişse bir yerde, orada edebiyata yer yoktur zaten her şeyden önce!



HAKİKATTEN SÜT EMEN BİR HAYAT VE SANAT...


Ama hayata hayatiyet kazandıran da Hakikat'ten süt emen, saf süt emen, arı duru süt emen edebiyattır, sanattır.



Hayat bahşedebilecek, hayatımızda güller, çiçekler açtıracak, yemişler yetiştirecek, hayatımıza ruh üfleyecek, ruh iklimi ekebilecek, ruh estirecek bir edebiyatsa bu edebiyat, hayat vardır bu edebiyatta ve bu edebiyat hayat verir hayata.



O zaman haydin edebiyata ve hayata...



Hakikatın edebiyatına ve edebiyatın hakikatine...


#Edebiyat
#mânâ
#İkinci Yeni