Birleşmiş Milletler’in (BM) yapısı, küresel sistemin, dolayısıyla Batı uygarlığının hegemonyasının iddia edildiği gibihak, hukuk, adaletya daFransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleriüzerinden işlemediğini gösterir.Ama bütün Batılılar ve cellâdına aşık tasmalı çekirgeler’den ibaret bütün Batıcılar, bize ve bütün dünyaya tersini söylerler; insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler gibi “değerlerin” “evrensel değerler” olduğunu bıkmadan usanmadan beynimize zerkederler...Nedir
Birleşmiş Milletler’in (BM) yapısı, küresel sistemin, dolayısıyla Batı uygarlığının hegemonyasının iddia edildiği gibi
ya da
Fransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleri
üzerinden işlemediğini gösterir.
Ama bütün Batılılar ve cellâdına aşık tasmalı çekirgeler’den ibaret bütün Batıcılar, bize ve bütün dünyaya tersini söylerler; insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler gibi “değerlerin” “
” olduğunu bıkmadan usanmadan beynimize zerkederler...
Ama bu
, artık çok bayatladı; ezberi, temcit pilavı gibi tekrarlayıp duranların ağzında fenâ hâlde
...
Batılıların gerçekleştirdikleri
ardı arkası kesilmiyor çünkü...
Çok değil,
50 yıl sonra, Batı uygarlığı çok berbat bir şekilde anılacak
: Bilimsel devrimlerin, düşünce devrimlerinin, siyasî devrimlerin ve iktisadî
esas itibariyle
Batılıların zorbalıklarını küre ölçeğine yaymalarından başka bir işe yaramadığı anlaşılacak...
KAPİTALİZM VE SOSYALİZM'İN
TANRI'SIZ VE İNSANSIZ DÜNYASI
Bütün fikirler, hayata geçirilmek için geliştirilir. Sözgelişi,
Locke’un Liberal felsefesi
Anglo-Amerikan demokrasinin ve hegemonyasının kurulmasında kilit rol oynadı.
Locke’un liberal felsefesi, bir
özgürleşme felsefesi miydi
, yoksa
insana, tabiata hâkim olmanın, insanı tanrılaştırmanın (Antoposantrizmin) gerekçelendirilmesi mi?
Liberal felsefe, siyasî açıdan değil, ontolojik açıdan bir felâket üretti
:
Dünyayı, Tanrı'sı sermaye olan kapitalizmin ruhsuz hegemonyasının pençesine terketti.
Yine
20. yüzyıldaki bütün sosyalist devrimlerin fitilini ateşleyen
son kertede, “
”yle mi, yoksa “
otokratik-bürokratik Sosyalist cehennem
”le mi sonuçlandı, bunu bütün dünya gördü.
Kapitalizm'in de, Sosyalizm'in de sorunu, insanın ontolojik konumunu yanlış tanımlamalarından kaynaklanıyordu:
İkisi de modernliğin çocuğuydu. İkisi de bu dünyayı mutlaklaştırıyor, tabiata hâkim olma (dolayısıyla biri üretimi, diğeri tüketimi kutsama) açmazına sürükleniyor ama
ikisi de ortak bir noktada buluşuyordu: İnsanın Tanrılaştırılması, Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın kurulması.
Sonuçta, liberalizm, dolayısıyla kapitalizm, daha ayartıcı çıktı ve insanı, araçların, güç üreten bilim ve teknolojinin, bunların da ötesinde sermayenin, dolayısıyla ekonomik / siyasî gücün
hâline getirdi.
Çağımız Tanrı fikrini yitirdi:
özlü bir şekilde ifade ettiği gibi, “
Tanrı yoksa herşey mübahtır.
” fikrinin ifade ettiği, paranın / sermayenin, dolayısıyla gücün kutsandığı, güçlünün haklı görüldüğü, orman kanunlarının hükmünü icra ettiği bir “
gücü gücü yetene cehennemi
”nin eşiğine fırlatıldı insanlık.
YAHUDİ ZİHNİYETİ ÖNCE BATI’YI,
SONRA DÜNYAYI KENDİNE ESİR ETTİ
Buradan geleceğim nokta entelektüel çevrelerin gözardı ettiği bir yer: Sonuçta
Kapitalizm'in de, Sosyalizm'in de gerisinde zeki, hatta dâhî Yahudi figürler, dolayısıyla Yahudi zihni/yeti var.
Şunu söylemek istiyorum:
, küre ölçeğinde Yahudi hâkimiyetini tesis etmek için her alana el attılar ve sonunda dünya üzerinde
tesis etmeyi başardılar.
Kapitalizm, İngilizler'in olduğu kadar Yahudiler'in de eseri.
Ya da şöyle söyleyelim: Kapitalizmin nihâî temellerini atan ilk iki sanayi devriminde İngilizler, son iki (bilgisayar ve dijital eksenli) sanayi devriminde Yahudiler belirleyici rol oynadılar.
,
dünyanın kıyamete sürüklenmesinin ateş fişeğidir
.
Sömürgeciliklerin, siyasî ve kültürel emperyalizm biçimlerinin dölyatağı.
Kapitalizm, aslında
:
Peter Gay’in “modern Paganizm”
olarak tarif ettiği modernliğin, dini, dünyadan (Batı açısından haklı olarak) uzaklaştıran, dünyevî olanı dinselleştiren
sekülerizm biçimlerinin kaçınılmaz sonucu.
Kapitalist ruhun gerisinde de, seküler dünya tasarımının gerisinde de tipik Yahudi zihniyeti gizlidir.
Merkantilist ekonominin doğuşuna, İtalyan şehir devletlerinin işleyişine yakından baktığınızda,
(dinin sekülerleştirilmesi demek olan)
Protestanlığın zuhurunda nasıl kilit rol
oynadığını görebilirsiniz...
Avrupa tarihi boyunca Yahudiler'in neden “şeytan” gibi görüldüğünü
, her tür işkenceye, itilip kakılmaya niçin maruz bırakıldıklarını da sözünü ettiğim modernlik sürecine dikkatle bakarsanız çok iyi farkedebilirsiniz.
DÜNYANIN BİR 'YAHUDİ SORUNU' VAR!
Bu sorun, velût bir yazı konusu ama yerim bitti. Sadece şunu söylemekle yetiniyorum:
Yahudiler, Hıristiyanlığın doğuşu sırasında Hıristiyanlar'a kan kusturdular.
Kapitalizm'in doğuşu sürecinde de, Hıristiyanlığa görünmeyen bir darbe vurdular
veAvrupalıları, tamahkâr Yahudi zihniyetine sürükleyerek her bakımdan kuşattılar ve kapitalizmle birlikte teslim aldılar.
Burada körkütük bir Yahudi düşmanlığı geliştirmiyorum.
, dünya üzerinde hegemonya kurmak için
önce Avrupalıları, sonra da Amerikalılar'ı nasıl esir aldıklarını
; tamahkâr, açgözlü
Yahudi zihniyetine köle yaptıklarını
hatırlatmış oluyorum.
Yahudiler, ABD’ye her bakımdan hâkimler
.
Amerikan derin devleti, Yahudiler'in kontrolünde
: Finans, ekonomi, medya, akademya, CIA, silikon vadisi, Hollywood, Pentagon ve silah endüstrisi Yahudilerin tekelinde.
Yahudiler'in bir vatanı yok. Tek Tanrıları var: Sermaye/Para, dolayısıyla Güç
. Sermaye, nereye giderse, Yahudiler orayı vatanları bellemekte tereddüt etmezler.
Şu ân ABD’nin bir
var. Sadece ABD’nin değil, bütün dünyanın aslında. “
Tanrı’yı kıyamete zorlayan” ürpertici bir insanlık sorunu bu.
Bu sorunun farkında olanlar ya da bunu açıkça dinlendirenler yalnızca Müslümanlar şu çivisi çıkmış dünyada.
O yüzden
Yahudiler, kendilerini soykırıma tabi tutan Batılılara değil, Yahudilerin dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğini haykıran (üstelik de tarih boyunca kendilerine kucak açan!) Müslümanlar'a kan kusturuyorlar!