Tam da küre ölçeğinde yaşanan
anlam krizinin her şeyi izâfîleştirdiği, anlamsızlaştırdığı ve
; bütün dünyada değerlerin yerle bir olduğu, sosyal yapıların çatırdağı, ailenin bittiği; dinin hayattan çekildiği; futbol, müzik, medya, kısacası, kültür endüstrisinin
ayartıcı din-dışı kutsallıklar’ının
insanlığı büyük bir ontolojik felâketin ve manevî boşluğun eşiğine sürüklediği bir zaman diliminde..
insanlığın, İslâm’ın yeniden insanca ve hakça bir dünya kurulmasını sağlayacak değerlerine
ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiği
bir yok oluş mevsiminde.. bizim kurucu kaynaklarımızı zayıflatmamız değil güçlendirmemiz gerekiyor…
Eğer Türkiye, anlam krizini yenecek, insanlığın gönlünü fethedecek irfan tecrübemize dayalı
bin yıllık medeniyet ilkelerimizi dünyaya ulaştırırsa, tarihi biz şekillendiririz yeniden.
İşte burada Diyanet’e tarihî roller düşüyor…
DİYANET’E DÜŞEN TARİHÎ ROL…
, adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet ilkeleri çerçevesinde bin yıl insanlık tarihini yapmamızı mümkün kılan
irfan tecrübemize dayanan Ehl-i Sünnet omurgayı çökertmek için savaşıyorlar…
Önce
, sonra da
önünü bunun için açtılar…
Osmanlı’nın durdurulmasının ve Türkiye’nin kuşatılmasının
, bölgemizin cehenneme çevrilmesinin görünmeyen ama gerçek nedeni,
Bin yıllık Ehl-i Sünnet omurgayı içerden çökertmek için icat edilen Hâricî mantığını ve paralel dinleri püskürtecek, insanlığın gönlünü fethedecek bir harekât başlatması gerekiyor Türkiye’nin. Bunu Diyanet’le yapabiliriz…
Diyanet ve tabiî İlâhiyâtlar, temel kaynaklarımızın tartışılmasını, hadislere, mezheplere, Hz. Peygambere yapılan planlı, iğrenç ve “proje” saldırıları seyretmek, hatta bu saldırılara su taşımak yerine, muhkemleştirmekle mükelleftir.
Yoksa bunun hesabını veremez Diyanet de, ilâhiyâtlar da.
Düşünsenize: Dünya, sizin temsil ettiğiniz (aslında edemediğiniz, sığ bir kafayla yerle bir ettiğiniz) değerlerinize ihtiyaç duyuyor ama siz ne yapıyorsunuz? Bu değerleri, bu değerlerin kurucu kaynaklarını sığ bir kafayla, sudan gerekçelerle, magazinel malzemelerle yıkmaya çalışıyorsunuz!
Nasıl bir akıl tutulmasıdır, nasıl basiretsizliktir bu!
Sonra da “akıl, akıl” diye, geveleyip duruyorsunuz! Akılsızsınız! Akla ihtiyacı olan sizsiniz!
Olacak iş değil gerçekten…
ONTOLOJİK FELÂKET VE KÜRESEL
Ontolojik bir yok oluş felâketinin eşiğine sürükleniyor dünya ayartıcı bir şekilde… Güle oynaya üstelik de!
Yok oluşun ayartıcı bir şekilde gerçekleşiyor olması, felâketin hem görülememesine hem de tam da bu nedenle katmerleşesine, kangrene dönüşmesine yol açıyor…
Büyük bir manevî boşluk oluşuyor dünyada.
Bu
manevî boşluk, iki şekilde doldurulmaya çalışılıyor
Batı toplumlarında…
Hem ayartıcı ve hayatın sorunlarından uzaklaştırıcı
din-dışı kutsallıklar üreten hız, haz ve tüketim dini
hem de buna ilaveten
transandantal meditasyona dönüştürülen, içi boşaltılarak ve tanınamayacak kadar tarumar edilerek
ünyaya eklemlenen Konfüçyanizm, Hinduizm, Budizm, Zen
gibi Doğu dinleri bu manevî boşluğun giderilmesinde ya da üzerinin örtülmesinde ve ertelenmesinde tepe tepe kullanılıyor…
Konfüçyanizm, Hinduizm, Budizm, Zen gibi Doğu dinleri ve bilgelikleri, Batı kültürünün saldırısına dayanamadı, fosilleştirilerek bitirildi.
Oysa Batılılar aynı şeyi İslâm’a yapamadılar. İslâm’ı fosilleştirmeyi, dize getirmeyi başaramadılar.
İslâm’ın hakikat tasavvurunun güçlü olması
, hayatı derinlemesine, enlemesine ve boylamasına kavrayabilecek bir güce sahip olması,
güçlü bir hakikat tasavvuru sunan temel kaynaklarımızın dönüştürülmesini, fosilleştirilmesini zorlaştırdığı için…
İşte tam bu noktada
biri dışardan gelen, diğer içerde üretilen iki büyük saldırıyla
karşı karşıya kalıyoruz bütün İslâm dünyasında ama özellikle de Türkiye’de.
Dışardan gelen saldırı, İslâm’ı dize getirmek, fosilleştirmek için paralel / sahte dinler icat etme projesi.
Bir uçta Vehhâbîlikle başlayan neo-selefîlikle, hâricî mantığıyla sürdürülen, diğer uçta Kâdıyânîlik’le başlayan FETÖ’yle hız verilen İslâma Karşı İslâm stratejisi bu.
Bu iki uç oluşumun gerisinde de
olduğu gerçeğine özellikle dikkatinizi çekmek isterim.
İçerden üretilen saldırı ise, hadisleri, mezhepleri, Hz. Peygamberin (sav) konumunu tartışmaya açan, sonuçta
Peygambersiz İslâm icadıyla sonuçlanacak son derece tehlikeli bir projeye dayanıyor.
Bu iki saldırı da Batılılar tarafından geliştirilen
biri fiilen hayata geçirilen, diğeri zihinleri tarumar ederek hayata geçirilmesi düşünülen projeler aslında.
Tarihin hiç bir döneminde, İslâm’ın dışardan ve içerden dönüştürülmesini hedefleyen sahte, paralel dinler icat etme tehlikesi yaşanmamıştı bu kadar ürpertici bir şekilde!
Tam bu noktada, basiretimizi kullanabilirsek, bu çifte saldırıyı hem biz püskürtürüz hem de insanlığın önünü açacak taze bir yolculuğun tohumlarını yine biz ekebiliriz yeniden…
Türkiye, insanlığa yol olabilecek, insanlığın önünü açabilecek tarihî, zihnî ve rûhî potansiyele sahip ender ülkelerinden biri şu çivisi çıkmış dünyanın.
Peki, farkında mıyız bu imkânın ve potansiyelin?
Sözün özü:
Anacadde’yi koruyamazsanız, yoldan çıkarsınız. Yoldan çıkanların, bize yol önermeleri, olmayacak duaya âmin demek gibi absürd bir şeydir.
Anacadde’yi koruyamazsanız, güçlü bir şekilde tahkim edemezseniz, yeni ufuklara açılamazsınız.
Anacadde’yi koruyamazsanız, yan yollara sapmaktan ve başka dünyaların istilâsına uğramaktan kurtulamazsınız.
İngilizler, Ehl-i Sünnet omurgayı çökertmek için Vehhabiliği ve paralel dinleri icat ettiler.
Ehl-i Sünnet omurgayı, Ehl-i Sünnet omurgayı inşa eden kurucu kaynaklarımızı koruyacak, Sâbiteler ışığında değişkenleri yorumlayacak, ufkumuzu, zihnimizi a
acak, dünyanın gönlünü fethe koyulacak bir Diyanet gerek bize…