Türkiye’de dil faslında dünyada başka bir ülkede görülmeyen, görülmesi de tahayyül edilemeyecek ürpertici bir cinayet işlendi. Harf devrimi ve dil devrimiyle, Türkçe, ait olduğu, inşasında kilit rol oynadığı medeniyet dünyasından kopmasına yol açacak bir intihara soyundu. Hiçbir toplumun yaşamadığı bir cinayete imza attı!
“Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”
Bu sözler, Millî Şef İsmet İnönü’ye ait. Bu sözlerin yer aldığı yer ise, Sabahattin Selek tarafından 1968 yılında yayınlanan, sonraki baskılarda çıkarılan İnönü’nün Hatırat kitabı.
Sabahattin Selek, kayda alıp da yayımlamadığı bölümler de olduğunu söylüyor.
İnsan, merak etmeden edemiyor elbette ki: Acaba İnönü, daha neler neler söyledi de, sonunda söylediklerinin önemli bir kısmı “sansür yedi”!
Yayımlanan kısımlarında bile İnönü’nün söyledikleri yenilir yutulur cinsten şeyler değil: Devrimlerin gerçek hedefini, gizlenen gerçekleri çok güzel fâş etmeye yetecek “şeyler”!
Türkiye’de, Grekçe’nin ve Latince’nin liselerde zorunlu dersler olarak okutulmasını savunan güçlü bir akım zuhûr etmişti yüz yıl önce! Türkiye Batılılaşıyorsa, tam Batılılaşmalı, Batı kültürünün, düşüncesinin kurucu dilleri bütün çocuklarımıza öğretilmeliydi!
Buna “nev-Yunânîlik” akımı deniyordu. Bu akımın önemli savunucularından biri, Yahya Kemal’di. Şaşırtıcı ama gerçek böyleydi! Yahya Kemal, bu imkânsız aşk’tan Fransa’da, Sorel’in Fransız milliyetçiliğini hararetle anlattığı derslerine katıldığında vazgeçecekti -şimşek hızıyla hem de!
Şair, tarih bilincine Paris’te kavuşmuştu! Beşir Ayvazoğlu, Eve Dönen Adam başlıklı küçük ama birinci sınıf monografi kitabında enfes bir dille anlatır Yahya Kemal’in Paris’te “eve dönüş”ünü!
2014’te Antalya’da Millî Eğitim Şûrası yapılmış, önemli, tarihî kararlar alınmıştı. Bu kararlardan biri, Osmanlı Türkçesi’nin liselere ders olarak konulması kararıydı.
Bazı çevreler, hemen “Ortaçağ karanlığı”na mı dönüyoruz diyerek, bozuk plak gibi son derece bayat, ilkel tepkiler göstermişlerdi o vakitler!
Oysa Osmanlı Türkçesi, dünyanın en zengin dili. Nicelik bakımından değil, nitelik bakımından.
Bu açıdan İngilizce’den kat be kat zengin bir dil. İngilizcenin felsefî derinliğinden söz etmek elbette ki abesle iştigaldir.
Osmanlıca, dünyanın bütün belli başlı düşünce dillerinin, sanat dillerinin, bilim dillerinin, kısacası medeniyet dillerinin hepsinden beslenmiş, Osmanlıca’nın omurgasını, ruhunu oluşturan Kur’ân Arapçası’nın filtresinden geçirerek beslendiği bütün dilleri kendine mal etmiş tek derinlikli dünya dilidir.
Osmanlı Türkçesi bir yandan Arapça’nın, Farsça’nın, İbranîce’nin hatta Hint dili Sanskritçe’nin temel kilit kavramlarını, öte yandan da Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Balkan dilleri, Rusça başta olmak üzere Batı uygarlığının kurucu iki dili Grekçe’nin ve Latince’nin ana kavramlarını kendisine mal etmesini bilen tek dünya dilidir.
Böylesine “çoğulcu”, derinlikli ve çaplı bir dünya dilinin Türkiye’de Dil Devrimi’yle yasaklanmış olması, tam anlamıyla intihardır!
Oysa Osmanlı Türkçesi, eğer yasaklanmamış olsaydı, Meşrûtiyet dönemlerinde gerçekleştirdiği atılımları sürdürecek, biz de Osmanlıca gibi köklü, asil ve çaplı bir medeniyet diline sahip olduğumuz için, fikir, sanat ve hayatta tahayyül bile edemeyeceğimiz ölçekte büyük hamlelere imza atabilecektik.
Artık olan oldu ya da Wittgenstein’ı izleyerek, “yırtılan yırtıldı” deyip, kaldığımız yerden dil yolculuğumuza bütün hızımızla devam edebiliriz.
Ebûbekir Râzî, “Dil, aklın ve kalbin aynasıdır” der.
Aynaya bak, ne görüyorsun?
Wittgenstein da, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır”, demişti.
Bendeniz de, şunu söylüyorum: Diliniz ne kadarsa, dünyanız da o kadardır! Diliniz darsa, dünyanız da dardır!
Türkiye’nin asıl sorunu, dil’dir: Medeniyet dili: Müslüman zihninin, idrakinin ve tefekkür biçiminin yitirilmesi.
Unutmayalım: Düşünemeyen, düşer; düş göremez.
Dil Devrimi, vahyin ışığında yoğrulan dil’imizi sekülerleştirdi; İslâmî muhtevasını bitirdi. Din de, İslâmî ruhunu yitirdi.
Dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti.
Unutmayalım: “Dillerini” yitiren toplumlar, “Yer”lerini; Yer’lerini yitiren toplumlarsa, Yön’lerini de yitirirler ve insanlığa bir şey veremezler.
Oysa Osmanlı Türkçesi gibi zengin bir medeniyet dilinin, orta ve uzun vadede, önümüze açacağı ufukları bir düşünün bakalım...
O yüzden şunu soruyorum: Bir toplumu yok etmek mi istiyorsunuz?
Dilini, kültürünü yok edin! Genç kuşaklarını aşağılık kompleksine sürükleyin, özgüvenlerini yok edin!
Bu ülke, hiç kimseden çekmedi “yerli sömürgeciler”den çektiği kadar!
Dilini, kültürünü sömürgeci Batılılar bile yok edemezdi bu kadar!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.