Dünkü yazımda, Allah Teâlâ’nın Celâl ve Cemâl sıfatlarından yola çıkarak ve Kudüs örneğini eksene alarak bir şehirler tasavvuru ve tarih felsefesi geliştirme çabasına girişyapmıştım.Bugün dün bıraktığımız yerden devam edelim.Şöyle demiştim:Allah Teâlâ’nın Celal ve Cemâl sıfatları, insanın biliş, oluş ve varoluş yolculuğunun iki ana eksenini oluşturur.Celâl sıfatıyla Allah’ın “azamet”i tecellî eder, Cemâl sıfatıyla “rahmet”i.CELÂL MEKKE’DE, CEMÂL MEDİNE’DE, KEMÂL KUDÜS’TETEZAHÜR EDER...Medeniyet,
Dünkü yazımda, Allah Teâlâ’nın Celâl ve Cemâl sıfatlarından yola çıkarak ve Kudüs örneğini eksene alarak bir şehirler tasavvuru ve tarih felsefesi geliştirme çabasına giriş
.
Bugün dün bıraktığımız yerden devam edelim.
Allah Teâlâ’nın Celal ve Cemâl sıfatları, insanın biliş, oluş ve varoluş yolculuğunun iki ana eksenini oluşturur.
Celâl sıfatıyla Allah’ın “azamet”i tecellî eder, Cemâl sıfatıyla “rahmet”i.
CELÂL MEKKE’DE, CEMÂL MEDİNE’DE, KEMÂL KUDÜS’TE
Medeniyet, Mekke ve Medine süreçlerinin toplamıdır.
Mekke sürecinde Celâl sıfatı, Medine sürecinde de Cemâl sıfatı öne çıkmıştır. Medeniyet süreci ise Kemâl noktasına Kudüs’te ulaşmış
, hakikat ve merhamet, sulh ve selâmet kâmil anlamda bütün insanlığa sunulmuştur.
Celâl sıfatı, Mekke’de akîdeyi
muhkem bir şekilde inşa ederken,
Cemâl sıfatı, Medine’de Müslüman hayatını
inşa etmiştir.
Başka bir ifadeyle Mekke’de hakikat hayat bulmuş, Medine’de hayat olmuştur, Medeniyet sürecinde de hayat sunmuştur bütün insanlığa.
Mekke’de dârü’l-islâm’ın (İslâm yurdu’nun) temelleri muhkem, sarsılmaz bir şekilde atıldı; Medine’de dârü’s-selâm’ın, Kudüs’te ise dârü’l-insanın (insanlık yurdu’nun).
hakikatin (dolayısıyla sulh, selâmet ve adaletin) önündeki
,
hakikatin
yapı-taşları döşendi, dalga-kuruldu
.
Kudüs’te herkese hayat hakkı tanıyan bu evrensel modelle bütün insanlığa dalga-sunuldu
; hakikat medeniyetinin sulh, selâmet ve adalet nizamı insanlığın önüne konuldu.
Başka bir ifadeyle, insanlık çapında
henüz aşılamayan muazzam bir medeniyet fikri ve tecrübesi, Mekke’de hayata geçirildi, Medine’de hayat hâline getirildi, Kudüs’te insanlığa armağan edildi.
BATILILARIN VE YAHUDİLERİN,
KUDÜS’Ü -VE DÜNYAYI- CEHENNEME
ÇEVİRMELERİNİN FELSEFÎ NEDENLERİ
Burada Celâl, Cemâl ve Kemâl “süreç”leri üzerinden geliştirdiğim sistem, ilk bakışta
Hegel’in diyalektik sistemini çağrıştırabilir
ama bunun Hegelci diyalektik sistemle hiç bir ilgisi ve ilişkisi yok.
Hegelci sistem, Descartes’ın ayırdığı, Kant’ın birleştirdiğini sandığı
ama son kertede birbirinden kopardığı dış-dünya ve insan arasındaki ilişkileri birleştirme amacı güder gibidir.
Ancak
bütün aktifliğine rağmen hem
hem de aktörler arasındaki ilişki
antagonizmalar / husûmetler üzerinden kurulur: Tez, antitez ve sentez.
Bu antagonizmalar, Marx’ta daha da şiddetlenecektir.
, antagonizmaların şiddetinden “
” üretecektir!
Oysa
“süreçleri” hayata yansıtıldığında
birbiriyle kopmaz irtibat hâlindedir: Birbirlerini yok ede yok ede değil, birbirlerini varede varede varolurlar;
insanın biliş, oluş ve varoluş yolculuğunun, adım adım yapıtaşlarını döşerler...
Celâl’de Cemâl’in, Cemâl’de Kemâl’in izdüşümleri ve tohumları gizlidir.
Modern Batı düşüncesinin serencamını özetleyen Hegel’in diyalektiği, değişkenleri sâbite katına yükseltme çabas
ı içindedir: Batı düşüncesinin, kendi kendini dinamitleyen dinamikleri burada gizlidir işte!
Oysa Celâl, Cemâl ve Kemâl yolculukları, sâbiteleri koruyarak değişkenlere ruh üfler... Değişkenlere sâbitelerin ruhunu, gücünü ve derûnîliğini hediye eder...
Hegel’in diyalektiği, dolayısıyla modern düşünce, değişkenlerden hakikat icat eder; değişkenleri mutlaklaştırır ama gerçekte hakikati izâfîleştirir böylelikle.
O yüzden
, hakikati izâfileştirdiği hâlde,
başkasını hem tanımaz, tanıyamaz; hem de başkasıyla yaşayamaz ve başkasına hayat hakkı da tanımaz.
Oysa
Celâl, Cemâl ve Kemâl yolculukları, hakikat fikrini diri tuttuğu için, başkasının hakikatine de, hayatına da karışmaz; bilakis, başkasının kendi hakikatini ve hayatını yaşamasını mümkün kılacak alan açar başkasına.
İşte
Kudüs’te Hıristiyanların da, modernlerin de, Yahudilerin de başkasına hayat hakkı tanımamalarının ve başkalarına dünyayı cehennem etmelerinin gerisindeki ontolojik ve kozmolojik neden burada gizlidir.
Sözün özü:
Hıristiyanlar da, Yahudiler de hâkim oldukları zamanlarda, Kudüs’ü cehenneme çevirdiler; Müslümanlarsa selam ve insanlık yurduna, adalet ve hakkaniyet ufkuna dönüştürdüler.
BATILILARIN VE YAHUDİLERİN KORKUSU...
Hıristiyan veya Yahudi, modern veya postmodern Batılıların korkusu
, Müslümanların, toparlandıkları zaman Kudüs’ü yeniden selam ve insanlık yurduna dönüştürebilecekleri, kendilerinin bunu aslâ başaramadıklarını ve başaramayacaklarını -tarihte bir kez daha- ispat edecekleri korkusudur.
Bu korku, sadece Kudüs’le sınırlı değil.
Batı uygarlığının ruhunda köksalan derin bir korkudur.
O yüzden umutlar üzerinden değil korkular üzerinden varlıklarını ve hegemonyalarını sürdürebiliyorlar yalnızca!
Ama korkular üzerinden kurulan bir dünya, kendi korkularının kurbanı olmaktan kurtulamayacaktır aslâ!
Uzak veya yakın tarihe bakın, bütün çıplaklığıyla göreceksiniz bu çarpıcı gerçeği.
Özetle:
Batılıların ya da Yahudilerin Kudüs’ü
kendileri için de cehennemdir.
ise başkaları için bile selâm ve insanlık yurdu, adalet ve hakkaniyet umudu ve ufkudur. Bunu mümkün kılan da bütün
Mekke’lerde Celâl sıfatıyla azametin, bütün Medine’lerde rahmet’in, Kudüs’te
ilk mükemmel örneği ortaya konan bütün İslâm medeniyet havzalarında ise merhametin, dolayısıyla adalet, hakkaniyet, sulh ve selâmetin, kısacası
Kemâl’in bütün özelliklerinin
bizzât tecellî ettirebilmesidir.
Dünkü yazının başında yer alan şu cümleyle bitireyim yazıyı: Müslümanlar Mekke’de yola çıkarlar, Medine’de yolda olurlar, Kudüs’te de Yol olurlar ve böylelikle bütün insanlık için insanca, hakça bir dünyanın nasıl inşa edilebileceğinin modelini ortaya koyarlar.
Batılıların da, Yahudilerin de korkusu, bunun bir kez daha gerçek olması! O yüzden ne kadar pahalıya patlarsa patlasın, bütün dertleri, bunun bir kez daha gerçek olmasını önlemek.