Sekülerleşme /dünyevîleşme biçimi, Müslüman bir topluma dışardan gelen, içerde gerçekleştirilen bir kültürel saldırı biçimidir. Yeni sömürgecilik biçimidir bu.
Bu yeni-sömürgecilik biçimi, özellikle medyalar üzerinden zihnî işgalle hayata geçirliyor… seküler duyuş, yaşayış ve bakış biçimleriyle daha kolayca ve hatta ayartarak köleleştiriyor bizi de, bütün dünyayı da.
O yüzden sekülerleştikçe, İslâmî sâbitelerimizi yitiriyoruz hızla…
Sekülerleştikçe, değişkenler, sâbitelerimizi yerle bir ediyor ve zamanla değişkenler, sâbite katına yükseliyor, değişmez kural hâline geliyor, rutinleşiyor ve biz de kanıksıyoruz bu ontolojik yok oluş sürecini…
Özetle:
Sekülerleştikçe, İslâmî duyarlıklarımız aşınıyor.. İslâmî duyarlıklarımız aşındıkça, bu ülkedeki İslâmî varlığımız darbe yiyor, eriyor
, adım adım yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor…
Somut örnekler üzerinden test edelim buraya kadar teorik olarak söylediklerimizi…
YOK OLUŞUN İŞARET FİŞEKLERİ…
İslâm’la ilişkisi sıfırlanan bir kuşak geliyor… Sıfır.
Sadece
tüketim çılgınlığı peşinde koşturan; kariyerizme, paraya tapan, egoizmin pençesinde kıvranan
; medya, sanal dünya, film, futbol gibi neredeyse hayatın bütün alanlarını şekillendiren bütün mecralarda,
hız, haz ve ayartı peşinde koşturan
duyarlıklarını yitirmiş, dünyanın sorunlarına yabancılaşmış, düşünme melekeleri dumura
sorumluluk bilinci sıfırlanmış
, bu ülkeye, bu ülkenin bin yıllık medeniyet birikimine
aidiyet ve mensubiyet biçimleri yerle bir olmuş, bir an önce kapağı Avrupa’ya, Amerika’ya atmak için kurulmuş
, kurgulanmış, beyni yıkanmış bir yokoluş kuşağı bu…
Uyuşturucu kullanımındaki patlamayı yazmıyorum bile…
Özetle
genç kuşaklarımız zihnen ve bedenen ölüyor gözümün önünde…
Geleceğimizin yok oluşunu seyrediyoruz
hep birlikte… Kimi zaman bazı çevrelerde güle oynaya hem de…
İntihar bu. Bir toplumun bugününün değil, yarınının da adım adım yok edilmesi, katledilmesi hatta.
Genç kuşağın savruluşuyla sınırlı değil bu ülkedeki İslâmî varlığımızın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması sorunu.
Toplumda
boşanma oranları katlanarak artıyor
… Hem de muhafazakâr çevrelerde bir patlama yaşanıyor özellikle… Egoizm, kariyerizm, bireyselleşmenin meyveleri…
Toplumun bütün kesimleri hızla konformistleşiyor… Oportünizm tavan yapıyor…
Herkes menfaatine bakıyor…
Kardeşlik, yardımlaşma, kanaatkârlık, tevazu, fedakârlık, diğergâmlık gibi kurucu değerlerimiz yok oluyor…
YENİDEN MÜSLÜMANLAŞAMAZSAK
Yapacağımız şey çok açık:
. Deyim yerindeyse, kendimizi re-setlemek, bismillah diyerek her şeye yeniden, taze bir ruhla, taze bir heyecanla silbaştan başlamak…
Müslüman olma coşkusunu yakalamak
… Müslüman olmanın
olduğu gerçeğini iliklerimize kadar hissederek sarsılmaz ve aşılamaz ilkelerimizi yeniden hayata geçirmek…
Müslüman olma coşkusunu doyasıya yaşamak
, bu coşkuyu diğer müslüman kardeşlerimizle paylaşmak…
Müslüman olmanın tadına varmak, tadını almak ve herkese tattırma coşkusunu
iliklerimize kadar yaşamak…
CEMAATLE YAŞAR VE HERKESİ
Peki,
nasıl yeniden-Müslümanlaşabileceğiz hakkıyla
öyleyse?
Efendimiz (sav) âlemlere rahmet olarak gönderildi.
Efendimiz olmadan rahmet tecellî etmez. Doğum gerçekleşmez.
Rahmet cemaate gizlidir. Cemaat olmadan İslâm hayatı inşa edilemez.
Cemaat, her bakımdan, rahmetin kaynağı ve tecelligâhıdır.
O yüzden
Müslüman bir araya geldiğinde cemaat olmaları
. Bu kadar açık, sarih ve nettir bu. Emirdir.
Ama bir
cemaat sadece kendini düşünemez
, kendi mensuplarını düşünerek hareket edemez.
Cemaat ruhuna terstir bu.
Cemaat, mahviyetkâr olmalıdır. Kendinden önce başka bir kardeşini
, başka bir cemaati, başka bir cemaatin mensubunu düşündüğü zaman hakkıyla cemaat olur, hakikatten süt emen, herkesin susuzluğunu giderecek hakikatli bir cemaat olur.
O zaman
yeşerir, neşvünemâ bulur,
cemaat olmanın maksadı hâsıl olur, kapanan kapılar açılır, açılan kapılar göğüsleri genişletir, gönül coğrafyası inşa edilir…
DÜNYAYI ONTOLOJİK FELÂKETTEN SAHİH EHL-İ SÜNNET CEMAATLER KURTARACAK…
Öyleyse
yeniden müslümanlaşabilmenin yolu, cemaatlerin hakkıyla yeniden-cemaatleşmelerinden geçiyor…
Unutmayalım: Ayağımızı basacağımız
kalmadı.
kaydı iki asır önce.
Zemin çok kaygan o yüzden.
Kaygan zeminlerde patinaj yapıyoruz
yine bu nedenle.
Her tür saldırıya karşı bizi hakikate bağlayacak, dimdik ayakta tutacak, birbirimize tutunmamızı sağlayacak muhkem bir yer, bir tutamak, kaynak olmalı.
İşte o yer cemaatlerdir. Ama siyasaya, piyasaya, dünyaya asılan, tutunan cemaatler değil. Küresel sistemin kölesi hâline gelen, İslâm’ı içerden dönüştürme misyonerliği verilen FETÖ terör örgütü hiç değil elbette.
Siyaseti, parayı, dünyayı hizaya getirecek sahiciliğe, samimiyete, fedakârlığa, çileye, umuda ve ufka sahip cemaatler… Bize yeni Gazâlîler, Rabbânîler,
Arabîler, Yunus’lar, Mevlânâlar, Itrîler, Sinan’lar, Şeyh Galipler, Abdülhamidler yetiştirmek için yola koyulacak sahici cemaatler…
Şunu zihnimize kazıyalım, derim:
Osmanlı padişahları bu dünyanın sultanları değildi yalnızca; aynı zamanda gönül sultanlarının sultanlarıydı; o yüzden Müslümanların gönlünde taht kurmayı başarmıştı Osmanlı da, sultanları da.
Osmanlı sultanları arasında mürid olmayan bir Allah’ın kulu yoktu -bir kaç özel istisna dışında.
Son olarak şunu söyleyeyim sonraki yazıya girizgâh olarak:
Nihilizmin, izafileşmenin zıvanadan çıktığı, kitleleri hız, haz ve ayartının kölesine dönüştürdüğü postmodern
da bu ontolojik felâketten ancak Müslüman cemaatler kurtarabilir
.
Omurgasını Ehl-i Sünnetin oluşturduğu, sâbiteleri koruyarak değişkenleri yeniden yorumlama kabiliyetine sahip cemaatler…
Bin yıl insanlık tarihini yapmamızı mümkün kılan Selçuklu’nun mayasını karan Osmanlı’nın ruhunu kuran Ehl-i Sünnete, temel kurucu kaynaklarımıza, hadislere, mezheplere ve cemaatlere son derece sığ gerekçelerle neden saldırıldığını şimdi daha iyi anlıyor olmalıyız…