Batı’nın felsefî bunalımı, Türkiye kuşatması ve Türkiye’nin yarma harekâtları…

04:0022/05/2023, Pazartesi
G: 22/05/2023, Pazartesi
Yusuf Kaplan

Seçimler ikinci tura kaldı. İkinci turdan çok güçlü çıkması gerekiyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın. O zaman içeriden ve dışarıdan aynı anda işletilen çok yönlü kuşatma yarılabilir ve Türkiye’nin istiklal ve istikbal mücadelesi yol alabilir… Unutmayalım: Batılılar, asırlık stratejilerini Türkiye’yi durdurmak için geliştiriyorlar. İki yüzyıllık tarihe dönüp bakın, göreceksiniz bu yakıcı gerçeği. Türkiye, bin yıldır, eksen ülkeydi; bundan sonra da öyle olacak inşallah. Tek şartla: Yörüngemizi bulabilirsek...

Seçimler ikinci tura kaldı. İkinci turdan çok güçlü çıkması gerekiyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın.

O zaman içeriden ve dışarıdan aynı anda işletilen çok yönlü kuşatma yarılabilir ve Türkiye’nin istiklal ve istikbal mücadelesi yol alabilir…

Unutmayalım:
Batılılar, asırlık stratejilerini Türkiye’yi durdurmak için geliştiriyorlar.

İki yüzyıllık tarihe dönüp bakın, göreceksiniz bu yakıcı gerçeği.

Türkiye, bin yıldır, eksen ülkeydi; bundan sonra da öyle olacak inşallah.

Tek şartla:
Yörüngemizi bulabilirsek... 
Bunun için de geleceğimizi inşa edecek mütevazı (başka dünyalara açık, başkalarına saygılı) ve
özgüveni yüksek
(medeniyet fikriyle donanmış, dünyayı iyi tanıyan) önümüzü açacak öncü kuşaklar yetiştirebilirsek ve tabiî kendimizi eleştirmesini ve yenilemesini bilebilirsek...
BATI UYGARLIĞI’NIN KISACA KURULUŞ VE ÇÖKÜŞ HİKÂYESİ...

17. yüzyıldan itibaren dünya tarihinin akışını şekillendiren pagan modern Batı uygarlığı, kontrol ve kolonizasyon güdüsü tarafından güdüldü: Hem Tanrı fikrine, hakikat fikrine ve tabiata hem de başka medeniyetlere saldırıya dönüştü. 

Sonuçta, Tanrı’nın yerine azmanlaşan insanı, kilisenin yerine de siyaseti (politika’yı) yerleştirdi. 

İnsanın tanrılaşması
aklın putlaştırılmasıyla
sonuçlandı; siyasetin otorite, hegemonya ve meşrûiyet kaynaklarını tanımlayan bir konuma yerleştirilmesiyse,
bir araç olarak siyasetin putlaştırılmasına
yol açtı.

Modern pagan insan, sınırlı aklına sınırsız güçler atfetmekle ve araçları (güç üreten siyaseti, bilimi, teknolojiyi vesaire) amaçların önüne geçirmekle, bir yandan hem tabiat üzerinde hem de dünya üzerinde hegemonya kuracak gözkamaştırıcı bir atılım gerçekleştirdi ama öte yandan da, bu maddî atılımı mümkün kılan dinamikler, modern Batı uygarlığının altını oyan dinamitlere dönüştü.

Sınırlı akla sınırsız güçler yükleyince ve kurucu değil yol açıcı işlev görmesi gereken siyasete, dolayısıyla araçlara (ama güç üreten araçlara) taşıyamayacağı ontolojik işlevler verince,
modern pagan uygarlık, bu yükün altında kaldı ve ezildi.
Felsefî
olarak,
entelektüel
olarak, kültürel olarak ve tabiî ahlâkî ve sosyolojik olarak bu
azmanlaşmanın faturası çok ağır oldu:
Yalnızca modern pagan uygarlık için değil; dünya üzerinde kontrol ve kolonizasyon güdüsü üzerinden hegemonya kurduğu, köklerini kazıdığı bütün diğer medeniyetler, dolayısıyla insanlık için de çok pahalıya patladı modern pagan uygarlığın dünya üzerinde kurduğu azman hegemonyası.
POSTMODERN FELSEFE: ÇÖKÜŞ FELSEFESİ

Gelinen nokta yalnızca Batılılar için değil, bütün dünya için ürperticidir ve yol ayırımıdır:

Tanrı fikri yok edildi; önce Batı’da; sonra da zamanla küre ölçeğinde.

Tabiat önce düşman ilan edildi; sonra da ele geçirildi ve delik deşik edildi.

İnsanın varlığı tehlikeli bir sürece girdi.

Hümanizm’le
başlayan ve insanı her şeyin merkezine yerleştiren modern pagan yolculuk, gelinen noktada adına
post-hümanizm denilen (insansız bir dünyanın ve dünyasız bir insan
tipinin insanı tefessüh ettirdiği, ruhunu yitiren ve gürûha dönüşen yığınlar tarafından özgürlük olarak algılanan hız, haz ve ayartının kölesi hâline gelerek hayatı çölleştirdiği) bir çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı bütün insanlığı.
Modern pagan Batı uygarlığı felsefî olarak çöktü;
yüzyıl önce hem de.
Bu çöküş, önce Nietzsche tarafından ilan edildi ve olabildiği ölçüde yüksek sesle haykırıldı:
Nietzsche, modern pagan
uygarlığı çarmıha gerdi.
Modern pagan uygarlık felsefî olarak çöktü ama
felsefe çökmedi; çöküş felsefesine dönüştü.

Nietzsche’nin haykırışına çöküş felsefesi olarak nitelediğim postmodern filozoflar ve sosyal teorisyenler güçlü ses verdiler: 

Heidegger
, varlığın, dolayısıyla hakikatin unutulduğunu söyledi.
Weber
, modernliğin, “demir kafes” ürettiğini;
Foucault
“hapishane”ye, Derrida bir şekilde “hayalet”e dönüştüğünü,
Baudrillard
simülasyondan ibaret olduğunu ve buharlaştığını söyledi.
Çöküş filozofları, postmodernliği bir çıkış olarak sunmadılar. 

Bu çıkmaz sokaktan tek çıkış yolunun, Hâkim paradigma’nın dışına çıkmak, hâkim paradigmadan kurtulmak olduğunu itiraf ettiler. Foucault, aynen böyle söylemişti; üstadı Nietzsche’nin izinden giderek.

Ne demişti Nietzsche: “Artık söyleyebileceğimiz tek yeni şey, yeni bir şey söyleyemeyeceğimiz gerçeğidir.” 
YENİ BİR “SÖZ”Ü KİM SÖYLECEK?

Yeni bir sözü kim söyleyecek? 

Çinliler, Hintliler, Japonlar mı?

Elbette ki, hayır. 

Hayır; çünkü hepsi de kapitalistleştirildiler; uyutuldular ve yutuldular.

Söylenecek tek yeni şeyi Müslümanlar söyleyebilirler.

Baudrillard,
bu gerçeği,
Batılıların İslâm’ı terörle özdeşleştirmeleri üzerine, “insanlığın önündeki tek seçeneği yok ediyoruz”
diyerek telaffuz etmişti.
Batı uygarlığı, söyleyeceği bir şey olmadığı için, o ürpertici gücüne sarıldı:
Sadece işgal ediyor, yakıp yıkıyor her yeri:
Söyleyeceği bir sözünün olmamasının en önemli göstergesi, Baudrillard’ın “yeni barbarların gelişi” diye tasvir ettiği bu saldırganlığı işte.
DALGA-KIRMA SÜRECİNDEYİZ... DALGA-KURMA SÜRECİNE İYİ HAZIRLANMALIYIZ...

Batı uygarlığı hem kendisi felsefî olarak çöktü hem de İslâm dışındaki diğer medeniyetleri fosilleştirdi ve kapitalistleştirerek bitirdi. 

Ama İslâm’ı fosilleştiremediği için çıldırıyor. O yüzden yüzyıllık stratejilerini, İslâm’ın gelişini önlemek için geliştiriyor: İslâm’ın tarih sahnesine çıkışının Türkiye’nin yeniden medeniyet iddiasıyla donanmasıyla mümkün olabileceğini bizden çok daha iyi bildiği için de yüzyıllık stratejilerini münhasıran Türkiye üzerinden, her ne sûretle olursa olsun, Türkiye’nin toparlanmasını ve ayağa kalkmasını, medeniyet coğrafyasını toparlamasını ve ayağa kaldırmasını önlemek amacıyla geliştiriyor. 

Seçimler sebebiyle bütün Batı medyasının Erdoğan üzerinden Türkiye’ye saldırmasının nedeni bu.
Şunu çok iyi biliyor Batılılar: İslâm dünyasını toparlayabilecek ve ayağa kaldırabilecek hem tarihî derinliğe hem köklü medeniyet tecrübesine sahip tek ülke, Türkiye.

Türkiye, bu yükü taşıyabilecek durumda mı?

Şu hâliyle, hayır.

Ama bu yola girdi; Ak Parti, kendisini köklü bir özeleştiriye ve yenilenmeye tabi tutarsa, muhalefet partileri de, medeniyet fikri etrafında “önce Türkiye!” diyebilecek bir noktaya ulaşırsa ve önümüzdeki 10 yıllık süreçte eğitim, düşünce, sanat, kültür, şehircilik, medya ve gençlikte devrim niteliğinde adımlar atabilirsek, evet.

Asıl yolculuk, o zaman başlayacak... Dalga-kurma süreci bu. 

Şimdilik, dalga-kırma süreciyle boğuşuyoruz... Oyunları bozmakla, püskürtmekle uğraşıyoruz... Mesafe de alıyoruz...

Dalga-kurma süreci ondan sonra başlayacak inşallah…

#Felsefe
#Siyaset
#Toplum
#Sosyoloji
#Yusuf Kaplan