Asya çağı’na doğru: Batı ekseni için sonun başlangıcı

04:0029/07/2018, Pazar
G: 29/07/2018, Pazar
Yusuf Kaplan

Önce ABD Başkan Yardımcısı Pence, ardından ABD Başkanı Trump, rahip Brunson figürü üzerinden bütün diplomatik kuralları hiçe sayarak Türkiye’ye “yaptırım tehditleri” savurdular!Bu tehditlere Türkiye aynı sertlikte cevap vermekte gecikmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve ABD’li mevkidaşıyla görüşen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD yönetiminin tehditlerinin kabul edilemez olduğunu, Türkiye’nin hiç kimseden, hiçbir ülkeden emir alacak bir ülke olmadığını söylediler.Peki

Önce ABD Başkan Yardımcısı Pence, ardından ABD Başkanı Trump, rahip Brunson figürü üzerinden bütün diplomatik kuralları hiçe sayarak Türkiye’ye “yaptırım tehditleri” savurdular!



Bu tehditlere Türkiye aynı sertlikte cevap vermekte gecikmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve ABD’li mevkidaşıyla görüşen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD yönetiminin tehditlerinin kabul edilemez olduğunu, Türkiye’nin hiç kimseden, hiçbir ülkeden emir alacak bir ülke olmadığını söylediler.

Peki bir anda bir kez daha tırmanan bu gerilim ne anlama geliyor? Bu gerilimi, sadece Türkiye-ABD ilişkileri açısından okumaya kalkışırsak, hem yaşanan asıl sorunları hem de bu gerilimli ilişkiler sürecinin Türkiye ve ABD’yi aşan boyutlarını kavramakta zorlanırız.

ABD’NİN BOCALAMASININ DÜNYA-TARİHSEL NEDENİ

Yeni bir dünya kuruluyor adım adım...

Atlantik İttifakı’nın sonuna doğru gidiyor dünya -hızla...

Atlantik İttifakı, dünya sistemi demek aslında. Batılıların, kurallarını ve kurumlarını geliştirdikleri, Soğuk Savaş döneminde bütün dünyaya dayattıkları askerî, siyasî, stratejik bir düzen bu. Haksız, hukuksuz, güçlü olanın haklı olduğu ilkesizliğine dayanan, “darwinyen”, sürrealist bir düzen.

Merkezinde iki aktör var bu düzenin: ABD’yi her bakımdan ele geçiren Yahudi gücü ile Anglo-Amerikan gücü.

ABD’de bu iki güç arasında bir iktidar savaşı yaşanıyor. Trump yönetiminin bocalamasının, gerek Türkiye konusunda, gerekse önemli küresel sorunlarda ABD’den çelişkili açıklamalar geliyor olmasının gerisinde bu adı konulmamış savaş yatıyor.

Dünya sistemi’ni ABD’deki Yahudi gücü ile Anglo-Amerikan gücü birlikte kurdular. Endüstri 4.0 olarak adlandırılan sanayi devrimlerinin ilk ikisi Anglo-Amerikan gücünün, son ikisi ise Yahudi gücünün eseri.

Dünya da iki asırdır bu iki “küresel” gücün esiri.

İşte Rusya ve Çin’in başını çektikleri BRICS ülkeleri, Yahudi gücü ve Anglo-Amerikan gücüne karşı üçüncü bir aks / eksen oluşturmaya çalışıyorlar...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Güney Afrika’daki BRICS ülkeleri toplantısında, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’le, ardından Rusya Devlet Başkanı Putin’le yaptığı görüşmeler, iki ülkeyle imzalanan önemli anlaşmalar, üç liderin verdiği “poz”lar, ABD yönetimini endişelendirmeye yetti ve ABD yönetiminden patolojik “yaptırım” açıklamaları geldi.

“Türkiye-ABD ilişkileri kopar mı?” gibi yanlış sorularla vakit kaybetmek yerine, “bundan sonra ne olacak, dünya nereye gidiyor?” sorusunun izini sürmemiz daha anlamlı olur.

DÜNYA SİSTEMİ’NİN ÇÖKÜŞÜ, TÜRKİYE’NİN GELİŞİ...

ABD ile yaşadığımız bu kriz ne ilk, ne de son kriz. En önemlisi de, ABD ile zaman zaman yaşadığımız krizlerin nedeninin sadece Türkiye-ABD ilişkileriyle açıklanamayacağı gerçeğini görebilirsek, zihnimiz de, önümüz de açılacak aslında...

Küreselleşme süreciyle başlayan, içinden geçtiğimiz bu krizli ilişkiler dönemini, Wallerstein, “belirsizlikler çağı” olarak tanımlamıştı.

Ancak küreselleşmeyle girilen bir süreç değil bu yalnızca.

Daha karmaşık bir süreç var karşımızda: Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra hem iki kutuplu dünyanın çökmesi hem de postkolonyal süreçte İslâm dünyasına giydirilen ya da dayatılan “deli gömlekleri” olan sosyalizm, ulusçuluk gibi modern ideolojilerin fiyaskoyla sonuçlanması, buna mukabil İslâmî söylemlerin entelektüel, kültürel, sosyal ve siyasî olarak İslâm dünyasının omurga söylemlerine dönüşmesi dünya sistemini sersemletmeye yetti.

İslâm dünyası, tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor olsa da, yaşadığı zulümlere rağmen ortaya koyduğu direnişle, dünya sisteminin, hem kirli yüzünü deşifre etmiş hem de bu kirliliğin nasıl temizlenebileceğini göstermiş oluyor.

Burası önemli.

Burada Türkiye’nin gelişi önemli.

Türkiye’nin gelişinin önlenmesi için dışardan ve içerden Türkiye üzerinde oynanan oyunlar ve bu oyunların çökertilmesi, Atlantik İttifakı’nı gelecek adına kaygılandırıyor.

Kaygılandırıyor; çünkü Türkiye bir yandan içerde, devleti, Batılıların uyduları gibi çalışan vesayetçi, müstemlekeci yapılardan temizliyor; bir yandan da eksen çoğaltarak Çin’le ve Rusya’yla derin, köklü, kalıcı stratejik ilişkiler hatta ittifaklar kuruyor...

Türkiye’nin ekonomisini yüksek teknoloji üzerinden güçlendirmesi, yanısıra, eğitimde, kültürde medeniyet iddialarını kuşanacak bir yolculuğun yapı-taşlarını döşemesi gerekiyor âcilen.

Bu adımlar, Türkiye’nin toparlanmasını, ayağa kalkmasını ve uzun vadede soylu bir yolculuğa soyunmasını mümkün kılabilir.

Ne kadar farkındayız bilmiyorum ama Batılıları ürküten gerçek şu: Türkiye, yarım asır içinde daha görünür hâle gelecek Asya Çağı’nın stratejik bakımdan kilit ülkesi. Bin yıllık dünya tarihini yapan medeniyet birikiminin ruhunu kavrayabilir ve bu ruhu önümüzdeki 25-50 yıllık süreçte özümseyen parlak kuşaklar yetiştirebilirse, Türkiye, yeni bir dünyanın kurulmasında belirleyici rol oynayabilir...

ASYA ÇAĞI’NA DOĞRU...

Üç ayağı az çok belirginleşen bir Asya çağı’na doğru yol alıyoruz…

Birinci ayağı Çin oluşturuyor ve Asya Çağı’nın esas itibariyle ekonomik gücünü temsil ediyor Çin.

İkinci ayağı Rusya oluşturuyor ve stratejik gücünü temsil ediyor müstakbel Asya Çağı’nın.

Asya Çağı’nın üçüncü ayağını ise Türkiye oluşturuyor ve Türkiye, Asya Çağı’nın kültürel-siyasî gücünü temsil ediyor.

Güney Afrika’da ortaya çıkan tablo, çizdiğim bu manzaranın somut bir göstergesi.

Burada sorulacak soru şu: Türkiye, böyle bir güce sahip mi gerçekten?

Hem evet; hem hayır.

Türkiye’nin bilfiil böyle bir gücü yok; ama bilkuvve sahip olduğu güç, sandığımızdan da çok daha büyük.

Erdoğan’ın Afrika ülkelerine yaptığı ziyaretlere gösterilen yoğun ilgi, bu bilkuvve gücün göstergelerinden biri.

Bir başka gösterge, 24 Haziran seçimlerinin yapıldığı gün, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Fas’tan Açe’ye ve Afrika ülkelerine kadar neredeyse bütün mazlum dünyanın kalplerinin Türkiye için atması.

Türkiye, bu bilkuvve gücü, bilfiil güce dönüştürme mücadelesi veriyor...

Büyük yanlışlıklar yapmazsak, geleceğimizi kuracak hem ekonomik hem de kültürel atılımlar atmaya başlarsak, özellikle de genç kuşaklarımızı önce ruhköklerimizden beslenerek medeniyet dinamiklerimizle donatacak, sonra da bütün dünyaya açılmalarını sağlayacak köklü ve güçlü kurumları inşa edebilirsek, bu bilkuvve güç, bilfiil güce dönüşebilir -Allah’ın izniyle...

O yüzden yapıcı, önaçıcı eleştiri çok önemli olacak önümüzdeki süreçte... Vesselâm.

#Asya Çağı
#Batı