Akılla bilirsin, kalple bulursun, ruhla olursun

04:0010/08/2018, الجمعة
G: 10/08/2018, الجمعة
Yusuf Kaplan

Aslolan bilmek değil, olmak’tır.Aydınlanma aklı ve düşüncesi üzerine kurulan üniversite için, mesele bilmektir. Aydınlanma’nın tohumlarını eken bilimsel devrimin kurucu babalarından Francis Bacon’ın ünlü “bilgi güçtür” aforizması, modernlerin, bilme çabasını, gücü ele geçirme kaygısına dönüştürmelerine yol açtı.AYDINLANMA’NIN KARARTMA’YA DÖNÜŞMESİ...Çağdaş / modern üniversite, işte bu temel üzerine bina edildi. Buna da hurafelerden kurtulma, aydınlanma çabası, denildi. Oysa yapılan şey, çağdaş /

Aslolan bilmek değil, olmak’tır.

Aydınlanma aklı ve düşüncesi üzerine kurulan üniversite için, mesele bilmektir. Aydınlanma’nın tohumlarını eken bilimsel devrimin kurucu babalarından Francis Bacon’ın ünlü “bilgi güçtür” aforizması, modernlerin, bilme çabasını, gücü ele geçirme kaygısına dönüştürmelerine yol açtı.



AYDINLANMA’NIN KARARTMA’YA DÖNÜŞMESİ...

Çağdaş / modern üniversite, işte bu temel üzerine bina edildi. Buna da hurafelerden kurtulma, aydınlanma çabası, denildi. Oysa yapılan şey, çağdaş / seküler hurafeler icat etmekten ibaretti: Akıl kutsandı, bilim putlaştırıldı, ilerleme putu bütün dünyayı esir aldı. Aydınlanma denen şey, gerçekte, karartmayla sonuçlandı. İnsanın zihni, çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştürüldü.

Öyle ki, modern / aydınlanmacı üniversite, bütün bilimleri, fizik bilimlerin ilkeleri üzerinden inşa etti. Sosyal bilimler, insan bilimleri, teoloji, fizik bilimlerin sözümona nesnel (salt fizik / kabuk gerçekliğe dayalı) ilkeleri üzerinden şekillendi.

Tabii bu durum, 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında farkedildi: Çağdaş üniversitenin köklü bir zihnî kriz yaşadığı, bu krizin nasıl aşılabileceği sorunu Husserl, Nietzsche, Heidegger, Weber gibi düşünürlerce kıyasıya tartışıldı.

Bu tartışmaların meyvelerini verebilmesi ancak ‘68 devrimi’yle birlikte mümkün olabildi. ‘68 devrimi, Türkiye’de sığ Marksist çevrelerin zannettikleri gibi salt siyasî (dolayısıyla modern) bir devrim değil, zihnî bir devrimdi, bir zihniyet dönüşümünün habercisiydi: Modern dünyanın çöküşü, postmodern dünyanın başlangıcı. ‘68 zihniyet devrimiyle oluşan postyapısalcı üniversitenin imkânları ve zaafları ayrı bir yazının konusu.

“AKIL, TUTKULARIN KÖLESİDİR”

David Hume, tastamam Gazâlî’nin izinden giderek, “akıl, tutkuların kölesidir” der.

Bizim seküler veya İslâmî entelijansiyamız, öylesine ürpertici bir zihnî felçleşme yaşıyor ki, aklı, üstelik de sığ seküler / kartezyen aklı, her şeyi bilmenin, anlamanın yegâne aracı katına yükseltmekte tereddüt bile etmiyor. Oysa bu akla da zulümdür, insana da!

Bu nasıl bir zihinsizleşme, zihnî körleşme hâlidir, insanın aklı-havsalası almıyor gerçekten!

Modern Batı düşüncesinin en büyük düşünürü Kant bile “dinin önünü açmak için aklı sınırladım” diyor; bizimkiler, körkütük, sorgusuz-sualsiz âşık oldukları (aslında platonik bir aşkla tutuldukları) modern dünyanın kurucusu Kant’ın modernliğin bağrında barındırdığı, modern dünyayı kuran dinamiklerin modern dünyayı yakacak dinamitlere dönüşeceği uyarısında bulunduğu bu sarsıcı tespitinin ne kadar anlamlı olduğunu göremiyorlar bile.

Göremezler; çünkü görmelerini mümkün kılan bütün melekeleri, düşünme yetilerini çoktan yitirmiş, Batı’nın maddî büyümesi ve gücü, bizim entelijansiyamızı zihnen çoktan esir almış durumda.

AKLIN KUTSANMASI VE
ARAÇSAL AKLIN HÜKÜMRAN OLMASI

Aklı kavramadan, aklın sınırlarının farkına varmadan hem akıldan hakkıyla yararlanılabilmesi imkânsızlaşır hem de sığ seküler / modern akılla çıkılan bütün yolculuklar, aklı da, ruhu da yok etmekle sonuçlanır. Hayat çölleşir, insan ruhsuzlaşır.

Nietzsche’ye, “ahlâkımız, felsefemiz dekadans’ın / çözülme ve çürüme’nin formlarına dönüştü” dedirten, sığ kartezyen akıl üzerinden kurulan modernliğe isyan ettiren ve “tekmeyi vurdurtan” şey tam da budur işte.

Modern dünyanın bizzat kendisinin yaşadığı, bütün dünya üzerinde hem zihnen hem de fiilen hâkimiyet kurduğu için de bütün insanlığa yaşattığı ontolojik bir felâkettir bu.

Modernlik aklı kutsadı, amaç hâline getirdi.

Modernlerin buna ihtiyacı vardı. Aklın araç hâline getirilmesi, modernlerin, dünya üzerinde hâkimiyet kurmalarını sağlayacak kapıları sonuna kadar açacaktı. Descartes’ın “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız” sözü gerçek olacaktı ama bu insanlığa pahalıya patlayacaktı.

Öyle ki, insanı hayattan da, hakikatten de uzaklaştıracak bütün kapıları sonuna kadar açacaktı...

Akıl, Batılılara, gücü ele geçirme güdüsü kazandırmıştı her şeyden önce.

Gücü ele geçirme güdüsü, Batılıları iki paradoksal çıkmaz sokağın eşiğine fırlattı.

Birinci olarak, Batılılar, aklı kullanarak gücü, güç üreten aygıtları geliştirdiler ve dünyayı ele geçirdiler.

Ama öte yandansa bu, gücün hakikatin önüne geçmesine, hakikatin üzerini örtmesine, güç üreten araçların amaçları yok etmesine ve insanı araçların kölesine dönüştürmesine yol açtı.

Akıl üzerinden yapılan bu yolculukta akıl, aklamacılık yaptı.

Batılıların gücü ele geçirme tutkularının kölesine dönüşmeleri, aklın işte bu aklamacılık işlevi ile mümkün oldu.

Sonuçta, aklın kutsanması, insanı akıl dışı bir dünyanın eşiğine getirip bıraktı: İnsan hem ruhsuz makinaların ve mekanizmaların çarklıları arasında ezildi hem de aklın aşırılıklarının ürünü barbarca savaşların ortasında buldu kendini. Neresinden bakarsanız bakın, tam bir çıkmaz sokaktı gelinen fırtınalı nokta: Marx’ın “yaratıcı tahrip” (creative destruction) olarak tanımladığı modernliğin insanlığı kaçınılmaz olarak sürüklediği ontolojik felâket.

HAZİNENİN ÜZERİNDE OTURUYORUZ AMA FARKINDA BİLE DEĞİLİZ!

Oysa Yüce Allah insana üç esaslı imkân lûtfetti: Akıl, kalp ve ruh.

İnsanın insanca bir dünya inşa edebilmesi, bu üç imkânı da aynı anda hayata ve harekete geçirebilmesiyle mümkün. Bunlardan biri eksik olduğunda sonucun felâket olması kaçınılmaz!

Batılılar, sadece aklı, üstelik de tarihteki en sığ akıl biçimini her şeyin merkezine yerleştirdiler; kalbi devre dışı bıraktılar, ruhu ise anlayamadılar bile.

Oysa insan akılla bilir, kalple bulur, ruhla olur.

Bu üç imkânı hayata ve harekete geçirebilen medeniyetler insanın da, insanlığın da önünü açar, insanca, hakça, kardeşçe bir dünya kurar.

İnsanlık tarihinde bunu yalnızca bizim, Müslümanların başardığını bilmiyoruz bile.

Yarın da bunu biz armağan edeceğiz insanlığa. Ama tek şartla: Biz kendimize gelebilir, nasıl bir hazinenin üzerinde oturduğumuzu görebilirsek ve bu hazineden yola çıkarak bütün dünyalara açılacak köklü bir medeniyet atılımının temellerini atabilirsek elbette.

#İnsanlık
#Batı