EDISYON:

Türkiye’ye de bir Draghi lazım

04:0015/09/2024, Pazar
G: 15/09/2024, Pazar
Yusuf Dinç

Avrupa Merkez Bankası Eski Başkanı Draghi can çekişen hasta kadın Avrupa ekonomisinin derli toplu bir çerçevesini çizdi. İradesini ABD’ye teslim etmiş, kendi enerji boru hatlarını bombalamış, nükleer santrallerine kilit vurmuş, geliştirdiği standartlarla kendi ayağına sıkmış Avrupa’nın… Draghi, Avrupa’nın hastalığına şifa bulması ve rekabet gücünü yeniden kazanması için önerilerine de yer verirken ABD ve Çin gibi ekonomileri karşıda konumladı. Çok mesele var ama en çarpıcısı; yıllık 800 milyar Euroluk



Avrupa Merkez Bankası Eski Başkanı Draghi can çekişen hasta kadın Avrupa ekonomisinin derli toplu bir çerçevesini çizdi. İradesini ABD’ye teslim etmiş, kendi enerji boru hatlarını bombalamış, nükleer santrallerine kilit vurmuş, geliştirdiği standartlarla kendi ayağına sıkmış Avrupa’nın…


Draghi, Avrupa’nın hastalığına şifa bulması ve rekabet gücünü yeniden kazanması için önerilerine de yer verirken ABD ve Çin gibi ekonomileri karşıda konumladı.


Çok mesele var ama en çarpıcısı; yıllık 800 milyar Euroluk yatırım artışı önerisi oldu.


Dikkat buyurun; Avrupa için milyarlarca Euroluk kamu genişlemesi önerdi. Tam da bu sırada Türkiye’de kamuda tasarruf tartışması sürüyor. Ben bu tartışmanın varsıllardan vergi alınması meselesini dikkatlerden kaçırmak için belli çevrelerce bir illüzyon olarak kullanıldığını düşündüğümü çok kere ifade ettim.


Şimdi
yeri gelmişken
Türkiye’ye bir Draghi lazım geldiğini ifade edeyim.

Yeri gelmişken derken Draghi’nin zamanlamasını kastetmiyorum, son iki yazıdır bağlamını hazırlandığım bu yazıyı kastediyorum. Ben tam bağlamı Gezi’ye getirecekken konu da siyasetin gündeminde açılmış oldu. Neden bugünler açıldı bu konu diye anlayamayanlar çok ama tam aslında tam zamanı. İzah edeyim.


Gezi’yi kimi Arap Baharının devamı olarak değerlendirmişti. Ama doğrusu Gezi, Occupy Wall Street (OWS) hareketinin projelendirilmiş haliydi. Oysa OWS’yi projelendirmek için hiçbir parametre Türkiye’de oluşmamıştı. Fırsat bu fırsat deyip işi bilenler yüklendiler. Türkiye üzerine tuzak kuranların kendilerini sonsuz akıllı zannetmeleri de olmasa bu hayat çekilmez hani.


Peki, nelerdi OWS’nin gerekçeleri; neoliberal rasyonalitenin irrasyonelliği, finans-kapitalizmin meşruiyet krizi, artan ekonomik eşitsizlik, yozlaşma, yüksek gelirli %1’in tahakkümü gibi meseleler... Bir de ben ekleyeyim;
mantıksız pozitivizm…

Doğal geliştiği anlaşılan OWS hareketi narsizmine kadar en detaylarıyla kopyalandı, Türkiye’de uygulamaya kondu. Narsizm derken; OWS’ye getirilen eleştirilerden birisi kendilerine hayran olmalarıydı. Gezi’de görüldü ki kendine hayran olmak için orada olanlar en kalabalık gruptu.


Gezi’yi organik sanmak için dünyada olan bitenden bihaber olmak gerekir. Onlarca ülkeye ve yüzlerce şehre yayılan OWS hareketine dair hiçbir fikri olmamak gerekir.


Mesele Gezi değil. OWS’de kalacağım. Çünkü o gün oluşmayan gerekçelerin neredeyse tümü bugünün Türkiye’sinde oluştu, oluşturuldu.


Ekonomik adaletteki bozulma düşük faiz döneminde devlet eliyle yapılmış gibi sunuldu. Türkiye’de yatırım yapanları tehdit edenler ve tüm diğer sorumlular aradan çekildi. Bu husus önemli zira OWS’de temel gerekçe buydu. Diğer gerekçeler birazdan yazacaklarıma benziyordu.


Son 15 günün gündem olarak seçilen meseleleri OWS eşleşmeleriyle şunlar; “Kıçınızı kaldırın,” açıklaması (%1’in tahakkümü), SBK’nın yeniden ortaya çıkışı (yolsuzluk iddiası), Narin ve Sıla yavrularımızın maruz kaldığı şiddet olayları, orta yerde cinsellik görüntüleri, TikTok namus pazarlamacılarına güzelleme (ahlaki erozyon), genel sağlık sigortası hacizleri (haksızlık), Dilan Polat ve Engin Polat’ın salıverilmesi (adalet sisteminde yozlaşma) ve hatta güzellik yarışması güzelinin güzel olmadığı iddiası (jüride yozlaşma)…


Son 15 günde gündem OWS’ye mükemmel ayarlandı. Fitili ateşlemeye hazırlanılıyor gibi geliyor.


Gelişmeler bu yönde gidiyorsa protesto olsun ne olacak, denemez. Çünkü Türkiye’ye bir yüzyıl kaybettirme fırsatı verecek hiçbir gelişme kirli ellerin amaçlarına esir olmaktan kurtulamaz. Ve bu matematik Türkiye’ye bir yüzyıl daha kaybettirir.


Türkiye’nin Kaan’ına kavuşana kadar zamana ihtiyacı var.
Soba fabrikası deneyimlerinden biliyoruz ki Kaan’ın kaderi Cumhurbaşkanı’nın liderliğine bağlı. Yüzyıl için bu zamana ihtiyaç var. Peki, bu zaman verilecek mi?

Yakınılacak, avunulacak ya da umutsuzluğa kapılacak hele de kendini düşünecek zaman değil. Türkiye’nin geleceğini kurtaracak gücü de iradesi de imkânı da var. Mani olunmasın yeter.


Gri listeden çıkış Türkiye’ye para mı sokacak, yoksa nihayet yurtdışında hesap açma fırsatı bulanlar çoktan tası tarağı topladı mı, meselesi dahi büyük mesele…


Borsada mesela düşüş durmaz buna karşın açığa satış açılır endeks diyelim ki 4000’e düşerse alım fırsatı olarak mı yorumlanacaktır? Üstüne bir de Londra’da swaplar açılırsa kur şokları iyileştirme olarak mı görülecektir? Emekli maaşları, asgari ücret vs sadece %17 artarsa hanehalkı vicdan mı yapacaktır?


Dikkat buyurunuz; İtalya ve Bolivya gibi ülkelerde fitil “şebeke suyundan” ateşlenmişti. Su faturalarını katlarca katlayanlar kendilerine mi zarar vermeyi amaçlıyor?


Yapılacaklar belli. Yapısallar yapılır ama acil meseleler.


Evvela, üretimin ve EYT denizi biterken işsizliğin artmaması için işletmeler ve özellikle KOBİ’ler önünü görebilmelidir. Bunun en kestirme yolu KGF’dir. KGF’ye dair iki önerim var.


KGF ile öncelikle bir kredi genişlemesi anlamına gelmeyecek şekilde mevcut borçların vade yapısı ödemesiz dönemle uzatılmalı, rotatif yükü azaltılmalıdır. Konkordato isteyen firmalar kapsam dışı bırakılmalı ve başvuru dalgası kesilmelidir. KGF sadece işletmeleri değil, bankaları da rahatlatır. Hem reel kesim hem finansal kesim ne olursa olsun hazırlıksız yakalandığı bu iklime karşı böylece öngörü kazanır.


2024 emeklilerinin 2025 emeklilerine göre maaş bakımından avantajlı görünmesi EYT’lileri emekliliğe motive etmiştir. KGF ile ikinci olarak çalışana ödeme yapılmak üzere kıdem tazminatı kredisi sunulabilir. Bu da KOBİ’lere bir nebze izzetlerini koruma gücü verecektir.


Gelelim suya. Madem enerji meselesi belediyelere terk edilemeyecek kadar önemli, su daha önemlidir. Su piyasasının demokrasinin ve ekonomik adaletin aleyhine çalıştırılmasının önüne geçilmelidir.


Ocak ayına kadar ekonomik baskı yönetilebilirse bu sefer asgari ücret baskısı gelecektir. Asgari ücret zammı negatif gündem olmaktan çıkarılmalıdır. Çalışan dostu karaktere dönülmelidir.


EYT var, bir de EYT’li olmayanlar var. EYT’li olmayanlar prim-maaş ilişkisinin lehlerine gelişeceğine emin olmak bakımından kısa zamanda yapıcı adımlarla önemsendiklerini hissetmelidir.


Ayyuka çıkan sermaye piyasası sorunları giderilerek güven tesis edilmelidir.
Para kaybetmek başka parası kaybedilmek başkadır.

Ekonomi politikaları bugünün şartlarında ılımlı sayılabilecek %20 civarındaki bir orta vade enflasyona göre ekonomik aktörlerle mutabakat içinde takip edilmelidir.


Siyasetin ve bürokrasinin gelir şeffaflığı da ivedilikle sağlanmalıdır.


Son söyleyeceğim; OWS gibi bir hal olursa diye fırsat bekleyip kılıç sallayan varsa bilinmelidir ki bugün çocuk eyleyecek zaman değildir. Türkiye’nin demokrasi talebi esnekliğini kaybetmiştir. Postalın müşterisi kalmamıştır.


Diğer taraftan ahlaki üstünlük pozu satmak heveslilerinin kendileri de kimseyi kandıramayacaklarını biliyor.


En son söylenecek bir söz daha var;
ekonomi politiğin Türkiye’yi bu denli açıklaması hak-sız-lık-tır.

#EYT
#Ekonomi
#Yusuf Dinç

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.