Daron Acemoğlu’nun Türkiye’de kalsa Nobel alamayacağını çünkü Türk üniversitelerinin özgür olmadığını söylediği açıklaması düştü önüme. Sanırım başlıktaki soruya cevap vermek yüksek öğrenimin idaresinden sorumlu kurumlara düşerdi. Yahut eleştiri üniversitelere değil, merkezi idareyeydi. Bu kısım açık değil. Ama açıklamanın mevcut haliyle söylenebilecekler var. Evvela akademik özgürlük önemlidir ama Nobel almaya giden yolun yegâne kriteri olarak akademik özgürlüğü görmek hatalıdır. Amerika’daki akademik
Daron Acemoğlu’nun Türkiye’de kalsa Nobel alamayacağını çünkü Türk üniversitelerinin özgür olmadığını söylediği açıklaması düştü önüme. Sanırım başlıktaki soruya cevap vermek yüksek öğrenimin idaresinden sorumlu kurumlara düşerdi. Yahut eleştiri üniversitelere değil, merkezi idareyeydi. Bu kısım açık değil.
Ama açıklamanın mevcut haliyle söylenebilecekler var. Evvela akademik özgürlük önemlidir ama Nobel almaya giden yolun yegâne kriteri olarak akademik özgürlüğü görmek hatalıdır.
Amerika’daki akademik özgürlükse, İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma öğrencilerinin tepki gösterme özgürlüğünü savunan akademisyenlerin uğradığı akıbete bakılarsa tartışmalıdır.
Türkiye’de sorun vardır, yoktur bu da tartışılır. Fakat bilim için bilim yapan bir akademisyenle de kimse baş edemez. Bilim yapmak için de yeterli ortam vardır. Hatta kaynak ülke olarak, sosyal bilimlerde özellikle, Türkiye avantajlıdır.
Türkiye’den Nobel şimdilik çıkmaz doğru. Ama bilim yapma kararlılığındaki akademisyenlerin esas sorun olarak akademik özgürlüğü ileri süreceğini hiç sanmam. Otomobil ÖTV’sinden de başlayacak değilim.
Daron Acemoğlu, elindeki karşılaştırma imkânıyla Türkiye’deki akademinin gerçek sorunlarına temas etse daha faydalı olurdu. Ama temas için yanlı bir seçim yapmış. Hatta konuyu öyle ele almış ki belki “e o zaman Türkiye’den Nobel almak için hiçbir engel yokmuş,” diyecekler de çıkar.
Fakat bu açıklamasına akademinin sessizliğini akademik özgürlüğe dair ciddi bir endişe olarak da okuyabilirsiniz. Eğer bunu bir endişe olarak okuduysanız akademik özgürlük önünde siyasal batıcılığın bir kısıt olduğunu da anlarsınız.
Şimdi size dört gelir tipini ve enflasyonla ilişkilerini tasnif edeyim. Evvela şunu söyleyeyim; gelirler artan karakterlidir.
Kira mesela hiç düşmez. Enflasyon varsa artırılması vaz’ edilir, deflasyon varsa düşmez. Kiracı değişirse, yapı eskirse, arz artarsa, muhit bozulursa başka.
Ücretler mesela hiç düşmez. Enflasyon varsa artırılması gerektiği ifade edilir. Deflasyonda ise düşmez. İşçiler işten çıkarılıp yeni işçi alınabilecekse, sektör can çekişiyorsa ve devri kapanıyorsa başka.
Kâr kavram olarak pozitiftir. Az pozitif veya çok pozitif olabilir. Piyasanın sunulan katma değeri takdirine göre değişir. Negatifse zarar kavramıyla ifade edilir.
Faiz de pozitif karakterlidir. Ama faize gelince işler değişir. Enflasyona göre biçim alır. Çünkü faiz fonksiyonunda enflasyon etken kabul edilir.
Bu noktada şunları söylemeliyim; kapitalizm bugünkü para sistemini, para sistemi enflasyonu meşrulaştırmıştır. Kapitalizmin enflasyonu meşrulaştırması, faizi meşrulaştırma bahanesi olarak kullanılamaz. Yahut şöyle ifade edeyim; enflasyonla faizi meşrulaştırmak kapitalizmin meşruiyetini kabul etmektir. Ya da bunun faiz olmadığı tezini ileri sürmek gerekir.
O zaman da şunlar söylenebilir; faiz enflasyonla ortaya çıkmamıştır. Bir adalet ölçüsü değildir. Azken de çokken de bir adalet ölçüsü değildir. Faize bir adalet ölçüsü olarak yaklaşanların terazisinde hile vardır.
Kapitalizm faize meşruiyet kazandırmak için her bir faktör gelirini enflasyonla ilişkilendirmeye zorlamaktadır. Yahut kendine meşruiyet kazandırmak için gelirleri enflasyona ilişkilendirmeye zorlamaktadır. Yani kendi meşruiyeti için gelirleri gayrimeşrulaştırmaktadır. Çünkü enflasyon olmazsa kapitalizm çalışmaz.
Kira fonksiyonunda enflasyonun yeri yoktur. Ücret fonksiyonunda da enflasyonun yeri yoktur. Kârda da durum böyledir. Bunlar enflasyona göre belirlenmez. Hatta bunların enflasyona göre belirlenmesi fırsatçılıktır. Hatta ve hatta bunların ileri enflasyona endekslenmesi zır fırsatçılıktır. Artan enflasyon dönemi böyleydi, hatırlarsanız.
Bugün enflasyonun yani kapitalizmin çorba ettiği bu dünyada sorumlu bir bakanlık varken devamlı Merkez Bankası ile gündemde tartışılan asgari ücretin ileri enflasyona endekslenmesi tartışılıyor.
Bu öneriyle fırsatçılığın türü değişir sadece. Bu fonksiyonlara enflasyon sokulsa dahi asıl etken olarak düşünülmez. Asıl etken katma değerdir.
Fakat Merkez Bankasının ücretlerle meselesini düşünsel bir zemine çekmesini olumlu buluyorum. Kendini ancak böyle sıyırabilir girdiği ve kimsenin sizin orada ne işiniz var demediği bataklıktan. Düşünsel tarafa çekmeyi artık tartışmadan çıkma stratejisi olarak mı benimsediler bilmiyorum. Umarım öyledir ve kendilerine fayda vermeyen bu yolda daha fazla ilerlemezler. Çünkü tersine fırsatçılık eleştirisi altında kalırlar.