Prof. Dr. Yusuf Dinç, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsünden doktora derecesini aldı. Duke Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırmacı olarak bulundu ve Trakya Üniversitesi’nde akademik görev yaptı. Jeoekonomi, jeofinans, İslami ekonomisi, finans, bankacılık, sigortacılık ve gölge bankacılık gibi konular araştırma alanı olup çok sayıda kitap, makale ve yayını bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Örgütü ve birçok ulusal ve uluslararası kurumla finans alanında ulusal, uluslararası ve uluslarüstü projelerin yürütücülüğünü gerçekleştirmiştir. Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyeliği, Borsa İstanbul Grubu Merkezi Kayıt Kuruluşu yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Dinç, halen İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir. İslam Kalkınma Bankası Enstitüsü Smart Economy Lab ödülü sahibidir. Evli ve iki kız babasıdır, İngilizce bilmektedir.
Daron Acemoğlu’nun Türkiye’de kalsa Nobel alamayacağını çünkü Türk üniversitelerinin özgür olmadığını söylediği açıklaması düştü önüme. Sanırım başlıktaki soruya cevap vermek yüksek öğrenimin idaresinden sorumlu kurumlara düşerdi. Yahut eleştiri üniversitelere değil, merkezi idareyeydi. Bu kısım açık değil.
Ama açıklamanın mevcut haliyle söylenebilecekler var. Evvela akademik özgürlük önemlidir ama Nobel almaya giden yolun yegâne kriteri olarak akademik özgürlüğü görmek hatalıdır.
Amerika’daki akademik özgürlükse, İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma öğrencilerinin tepki gösterme özgürlüğünü savunan akademisyenlerin uğradığı akıbete bakılarsa tartışmalıdır.
Türkiye’de sorun vardır, yoktur bu da tartışılır. Fakat bilim için bilim yapan bir akademisyenle de kimse baş edemez. Bilim yapmak için de yeterli ortam vardır. Hatta kaynak ülke olarak, sosyal bilimlerde özellikle, Türkiye avantajlıdır.
Türkiye’den Nobel şimdilik çıkmaz doğru. Ama bilim yapma kararlılığındaki akademisyenlerin esas sorun olarak akademik özgürlüğü ileri süreceğini hiç sanmam. Otomobil ÖTV’sinden de başlayacak değilim.
Daron Acemoğlu, elindeki karşılaştırma imkânıyla Türkiye’deki akademinin gerçek sorunlarına temas etse daha faydalı olurdu. Ama temas için yanlı bir seçim yapmış. Hatta konuyu öyle ele almış ki belki “e o zaman Türkiye’den Nobel almak için hiçbir engel yokmuş,” diyecekler de çıkar.
Fakat bu açıklamasına akademinin sessizliğini akademik özgürlüğe dair ciddi bir endişe olarak da okuyabilirsiniz. Eğer bunu bir endişe olarak okuduysanız akademik özgürlük önünde siyasal batıcılığın bir kısıt olduğunu da anlarsınız.
Şimdi size dört gelir tipini ve enflasyonla ilişkilerini tasnif edeyim. Evvela şunu söyleyeyim; gelirler artan karakterlidir.
Kira mesela hiç düşmez. Enflasyon varsa artırılması vaz’ edilir, deflasyon varsa düşmez. Kiracı değişirse, yapı eskirse, arz artarsa, muhit bozulursa başka.
Ücretler mesela hiç düşmez. Enflasyon varsa artırılması gerektiği ifade edilir. Deflasyonda ise düşmez. İşçiler işten çıkarılıp yeni işçi alınabilecekse, sektör can çekişiyorsa ve devri kapanıyorsa başka.
Kâr kavram olarak pozitiftir. Az pozitif veya çok pozitif olabilir. Piyasanın sunulan katma değeri takdirine göre değişir. Negatifse zarar kavramıyla ifade edilir.
Faiz de pozitif karakterlidir. Ama faize gelince işler değişir. Enflasyona göre biçim alır. Çünkü faiz fonksiyonunda enflasyon etken kabul edilir.
Bu noktada şunları söylemeliyim; kapitalizm bugünkü para sistemini, para sistemi enflasyonu meşrulaştırmıştır. Kapitalizmin enflasyonu meşrulaştırması, faizi meşrulaştırma bahanesi olarak kullanılamaz. Yahut şöyle ifade edeyim; enflasyonla faizi meşrulaştırmak kapitalizmin meşruiyetini kabul etmektir. Ya da bunun faiz olmadığı tezini ileri sürmek gerekir.
O zaman da şunlar söylenebilir; faiz enflasyonla ortaya çıkmamıştır. Bir adalet ölçüsü değildir. Azken de çokken de bir adalet ölçüsü değildir. Faize bir adalet ölçüsü olarak yaklaşanların terazisinde hile vardır.
Kapitalizm faize meşruiyet kazandırmak için her bir faktör gelirini enflasyonla ilişkilendirmeye zorlamaktadır. Yahut kendine meşruiyet kazandırmak için gelirleri enflasyona ilişkilendirmeye zorlamaktadır. Yani kendi meşruiyeti için gelirleri gayrimeşrulaştırmaktadır. Çünkü enflasyon olmazsa kapitalizm çalışmaz.
Kira fonksiyonunda enflasyonun yeri yoktur. Ücret fonksiyonunda da enflasyonun yeri yoktur. Kârda da durum böyledir. Bunlar enflasyona göre belirlenmez. Hatta bunların enflasyona göre belirlenmesi fırsatçılıktır. Hatta ve hatta bunların ileri enflasyona endekslenmesi zır fırsatçılıktır. Artan enflasyon dönemi böyleydi, hatırlarsanız.
Bugün enflasyonun yani kapitalizmin çorba ettiği bu dünyada sorumlu bir bakanlık varken devamlı Merkez Bankası ile gündemde tartışılan asgari ücretin ileri enflasyona endekslenmesi tartışılıyor.
Bu öneriyle fırsatçılığın türü değişir sadece. Bu fonksiyonlara enflasyon sokulsa dahi asıl etken olarak düşünülmez. Asıl etken katma değerdir.
Fakat Merkez Bankasının ücretlerle meselesini düşünsel bir zemine çekmesini olumlu buluyorum. Kendini ancak böyle sıyırabilir girdiği ve kimsenin sizin orada ne işiniz var demediği bataklıktan. Düşünsel tarafa çekmeyi artık tartışmadan çıkma stratejisi olarak mı benimsediler bilmiyorum. Umarım öyledir ve kendilerine fayda vermeyen bu yolda daha fazla ilerlemezler. Çünkü tersine fırsatçılık eleştirisi altında kalırlar.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
Eğer geçmiş enflasyon verilmiş ve ilave olarak gelecek enflasyon zammı da ücretlere yapılmışsa bu süreçten sonra sadece gelecek enflasyona göre zam yapılabilir. Zira gelecek enflasyon oluşmadan alım gücü artırılmış ve enflasyon oluşunca alım gücü korunmuş olur. Türkiye'de 2023 enflasyonu %64iken 2024'te kümülatif %100 zam yapılmıştır. Hem geçmiş(%64) hem de gelecek olan 2024 enflasyon beklentisi(%36) zam yapılmıştı. 2024 enflasyonu beklenenden fazla geleceğinden bu beklenti gerçekleşme farkı ve 2025 enflasyon beklentisi kadar zam yapılabilir.Bu da yaklaşık %30'a tekabül eder.
Otomobil ÖTV'lerini takıntı haline getirmişsiniz. Anladık lüks araba alamıyorsunuz? Bunu her yazınızda belirtmenize gerek yok. Ötv olmasın da her sene ilave 20 milyar dolarlık ithalat ve bütçe açığı kaynaklı 20 milyar dolar maliye borçlanması oluşsun.
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.