Finansın yüzyılı: Özgür, demokratik, müreffeh

04:0218/04/2023, Salı
G: 18/04/2023, Salı
Yusuf Dinç

Türkiye 80’lerle beraber büyük bir dönüşüm yaşamaya başladı. Tüm dünyanın ekonomik olarak ileri koştuğu 30 yıllık bir dönemi darbeci postallarının gölgesinde bakakalıp seyretmişken merhum Cumhurbaşkanı Özal’la bir atılımın peşine düştü. Zirai ve sınai alanlarda yatırımlar hız kazanırken hizmetler sektörü de keşfedildi. Türkiye’yi bugün turizm alanının büyük oyuncularından yapan çarpıcı gelişimin temelleri o günlerde atıldı. Bir taraftan da toplum finansal hizmetlerle tanışmaya başladı. Mesela evvelce

Türkiye 80’lerle beraber büyük bir dönüşüm yaşamaya başladı. Tüm dünyanın ekonomik olarak ileri koştuğu 30 yıllık bir dönemi darbeci postallarının gölgesinde bakakalıp seyretmişken merhum Cumhurbaşkanı Özal’la bir atılımın peşine düştü. Zirai ve sınai alanlarda yatırımlar hız kazanırken hizmetler sektörü de keşfedildi. Türkiye’yi bugün turizm alanının büyük oyuncularından yapan çarpıcı gelişimin temelleri o günlerde atıldı. Bir taraftan da toplum finansal hizmetlerle tanışmaya başladı.

Mesela evvelce her mahallede ancak birkaç kişinin “ayrıcalıklı” biçimde yolunun düşebileceği banka şubelerinden gün geçtikçe daha fazla kişi hizmet alabilir hale geldi.

Fakat bu arada Türkiye’nin finansal merkezi de kendi içinden kalamayıp yurtdışına kaydı. Neredeyse bir gün kadar kısa bir süre de finansal yabancılaşma gerçekleşti. Türkiye muazzam bir performansla yerli ve milli bir reel sektör geliştirirken işletmelerine kaynak sağlamak için finansta globalleşmeye teslim oldu.

Gerçekten finans ve reel kesimin her ikisinin birden yerli ve milli gelişmesi istisnai bir fevkaladelik olurdu. Nihayet bu ikilik reel sektör için hep yumuşak karın oldu. İyi kabul edilen dönemler Türk popundaki ifadesiyle “yaz aşkı” gibi tesadüfi, kısa ve geçiciydi. Zaten saman alevi gibi geçmeyi benimseyen sermaye akışı, her kesildiğinde ülke ekonomik zorluklar yaşadı. Bazen kendi şartları sermaye akışına izin vermiyordu, bazen global konjonktür müsait olmuyordu, çoğu zaman da küresel sermaye kendi gir-çık oyununu oynuyordu ama buna da Türkiye katlanamıyordu.

Sermayenin her girişinde ekonomi, haddinin üzerinde bir şişme (boom), her çıktığında da fiktif bir patlama (boost) deneyimliyordu. Böylece inişli-çıkışlı bir serüvenle Türkiye bugüne kadar geldi.

Yerli bir reel kesim ve globalleştirilmiş bir finansal kesim zıtlığı üzerine tahterevalli ekonomisi görünümü verdi. Finansta kârlı bir pazar olmak durumunda kaldı. Politika tercihlerini hep bu pazarda egemen olanın arzularına göre şekillendirdi. Ne zaman reel kesimini baltalaması istense baltaladı, ne zaman faizle sermayeyi nemalandırması istense nemalandırdı, ne zaman kur-piyasa ilişkisinde
fırsatçı artığı
sunması istense sundu. Ama ufkundaki geleceğe bu denklemle gitmesinin imkânsız olduğunu da gördü. Çünkü her gir-çıkta az bir kazanım sağlarken çokça zarara uğruyordu.

Bu gidişe dur demezse dünyada çarklar birbirinin aksi istikamette dönmeye başlamışken örselenip ufala(na)caktı.

Hiçbir kayda değer ekonomi finansta bir pazar olma zafiyetini asla ve kat’a göstermediği gibi finansal kaynaklara ev sahipliği yapmanın nimetlerinden bolca faydalanıyordu. Türkiye daha mı kayıtsız kalacaktı?

İstanbul Finans Merkezi projesini ortaya koydu. Sonra da yavaş yavaş politika tercihlerini başkalarının değil, kendi menfaatlerinin etrafında şekillendirmeye başladı. Bir ekonomi evvela iç kaynaklarının gücüne yaslanmalıydı. Şimdilik ne kadar başardı başaramadı herkes takdir edebilir. Ama böyle bir değişim kolay ve sancısız olamayacağı gibi Türkiye kendini gerçekleştirmek istiyorsa kaçınılmazdır.

Türkiye için, Hyundai fabrikası yatırımını cezbetmek üzere çok fazla gayret ortaya koyduğu halde yatırımı Çekya’ya (o gün için Çek Cumhuriyeti) kaptırmış olmasını hep olumsuz anlamda bir dönüm noktası olarak görmüştüm. Büyü bozuldu gibi hissetmiştim. Çünkü Çekya, Türkiye gibi büyük bir potansiyele hiç akılcı olmadığı halde tercih edilmiş Hyundai kararını bu yönde vermişti. 2000lerin daha başlarıydı. Demek demiştim Türkiye göz ardı edilebiliyor.

Ama bugün ilk defa bu düşüncemde yanıldığımı fark ediyorum.

Türkiye’nin öncelikli sorunu önemli/önemsiz fark etmez bir yatırımı cezbedememesi değildi. Türkiye’nin gerçek sorunu o başlıkta kendi yatırımını gerçekleştirememesiydi.

Ben bugün yanlış olduğunu anladığım o eski düşüncemi yıllarca bir doğru olarak taşıdım. Ta ki Togg’un yollara çıktığı bu Ramazan’a kadar. Ta ki Togg’un yola çıkmasıyla Türkiye ilk defa bir pazar olmanın ötesine geçene kadar.

Kendi otomobilini yapamayan ülkeye başka bir otomobil üreticisi bu yeni dünyada ne diye ciddi bir yatırım yapsın ki?

Tesla neden Almanya’ya, Çin’e, Toyota neden ABD’ye yatırım yapıyor ki? Yana doğru geçeyim; otomobil üretmeyen bir ülkede neden çip yatırımı yapılsın ki?

Togg benim kavrayışıma şu katkıyı yaptı ya bu bile bana yeter. Togg tüm Türkiye’deki tüm sektörlerde ve ekonomik aktörlerde aynı kavrayışı oluşturacaktır, kör zihinler ve pergelin ucunu dışarıya koyanlar dışında.

İşte,
İstanbul Finans Merkezi
dediğimiz de aynı şey. Kendini pazar olarak konumlayan bir ekonomiyi kapitalist dünyada kim niye ev sahibi saysın ki? Neden kendi kurallarını dayatmasın ki? Neden müstemleke etmesin ki?

Artık işler değişecek.

Finans merkezinin gereklilikleri çok, Türkiye’nin bu anlamda eksikleri olabilir, hiç dert değil. Bir zihniyet dönüşümü gerçekleşecek ya, şimdilik yeter. Her halükarda eksikler de giderilecek ve finansta yatırımlarla, çeşitlendirmeyle, kurala paydaş olmayla
Türkiye’de işler yakında Türkiye’nin istediği ve işine geldiği
yönde değişecek. Reel sektör özgürleşecek.
İşine odaklanacak.
Hâsılı, finansın yüzyılında finans daha
demokrat
karakter alacak. Geçmişte finansla bağımlı hale ge(tiri)len, finansla fakirleştirilen
Türkiye, bu yüzyılda finansla bağımsız ve müreffeh olacak.
Dilerim İstanbul Finans Merkezi ruhunu
faizsizlikte
bulsun. Hayırlı olsun.
#Ekonomi
#Faiz
#İstanbul Finans Merkezi
#Togg
#Yusuf Dinç