Prof. Dr. Yusuf Dinç, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsünden doktora derecesini aldı. Duke Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırmacı olarak bulundu ve Trakya Üniversitesi’nde akademik görev yaptı. Jeoekonomi, jeofinans, İslami ekonomisi, finans, bankacılık, sigortacılık ve gölge bankacılık gibi konular araştırma alanı olup çok sayıda kitap, makale ve yayını bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Örgütü ve birçok ulusal ve uluslararası kurumla finans alanında ulusal, uluslararası ve uluslarüstü projelerin yürütücülüğünü gerçekleştirmiştir. Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyeliği, Borsa İstanbul Grubu Merkezi Kayıt Kuruluşu yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Dinç, halen İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir. İslam Kalkınma Bankası Enstitüsü Smart Economy Lab ödülü sahibidir. Evli ve iki kız babasıdır, İngilizce bilmektedir.
Toplumlar kapitalist öğretiye göre ekonomi, kültür ve sanat ve bilime dair ihtiyaç ve arayışları için bir araya gelenlerden oluşan kalabalıklardır demiştik evvelki yazılarımızda.
Elbette bu kabulün birkaç yüzyıllık bir mazisi var.
Göbekli-tepe’den bu yana alırsanız ibadet eylemi bireysel dahi olsa dini ihtiyaçların da toplum olmayı motive edici olduğunu gösterir.
Hatta bugünün toplumu neredeyse tüm örneklerde kapitalizm ölçülerinde eski tip bir toplumdur. Çünkü bugün hala toplumların dini vardır. Avrupa Birliği mesela kendi ifadeleriyle Hristiyan bir topluluktur.
Kapitalizmin değerler sisteminde yeri almadığından yahut kapitalizmin bir değerler sistemi olmadığından ve olmaması gerektiğinden toplumun din öğesi tanımlardan ve egemenlik alanlarından sistematik biçimde çıkarılmıştır.
Makul medeniyetlerde ise din veya “dinini yaşamada özgürlük” toplumun matematik fonksiyonunda kapitalizme rağmen önemli bir parametredir. Ulus devlette dahi…
Türkler tarih boyunca dinini yaşamada özgürlük ilkesine riayet bakımından en üstün olduklarından devlet kurmak hep nasibidir.
Neyse, bu işler Türkiye’de değişti. Uzun yıllar da toplumu gerim gerim gerene kadar öyle devam etti malum. Hala da az değiller. Türkler miydi bu baskıyı yapanlar, bilmiyorum. Bu meseleyi de burada kapatıyorum. Konuyu da kapitalizmin toplum referanslarına getirip bugünün sorunlarına, dün de böyleydi, cevap aramaya çalışacağım.
Türkiye’de uzun yıllardır yaşanagelinen ve 28 Şubat gibi süreçler nedeniyle gündeme alınıp çözülemeyen sorun, kapitalizme geçişe rağmen temel toplum referanslarından ekonomi, bilim, kültür ve sanat alanlarında toplumu dönüştürmeyi değil, toplumla çatışmayı esas alan yaklaşımdır.
Bu yüzden mesela Levent Kırca başkadır diğerleri başka, Aziz Sancar başkadır diğerleri başka… Toplumun bir ferdi olmayı kabul edenler başkadır, etmeyenler başka yani.
Gelelim asıl mevzumuz olan ekonomiye… Acaba diyorum başka hangi ülkede otomobil sahibi olmak çocuk sahibi olmaktan daha zordur? (Sahiplikten kastımın sorgulanmasına lüzum etmez sanırım.) Bunu ifade ettim çünkü asıl dönüştürücü olan maliye eylemi ve düşünce yapısıyla ekonomide çatışan bir aktör görünümünde.
Acaba diyorum başka hangi ülkede üretimi değil, tüketimi finanse etmek bankaların asıl işi olabilir? Bunu da ifade ettim çünkü finans kesimi uzun yıllardır Türkiye’yi dönüştüren değil, toplumla çatışan bir aktör.
Acaba diyorum başka hangi ülkede herkes üniversite mezunu diye şikayet edilebilir?
Acaba diyorum başka hangi ülkede anonim şirket oligopollerin eline pazar, oligopsonların eline KOBİ ölçeğinde üreticiler bırakılabilir?
Acaba diyorum başka hangi ülkede fabrika kurmak arsasını almaktan daha pahalı olabilir?
Acaba başka hangi ülkede çalışmak emekli olmaktan daha zordur?
İşte bu acabaların sonu yok. Sizler de ekleyebilirsiniz.
Ama mesele dönüp dolaşıp kendini yok etme pahasına çatışan bir ekonomiye geliyor.
Doğurganlık hızının düştüğü seviye tüm acabaların toplamının bir sonucu.
Türk toplumunun tüketici bir topluma dönüştüğünü 80’lerden bu yana bozulup gelen dolaylı vergiler ile doğrudan vergiler arasındaki dengesizlik gösterir. Bu hızdaki tüketim kapitalist bir tavırdır.
Artık bilimi, sanatı, kültürü ve ekonomiyi çatışma alanı olmaktan çıkarmak lazım. Parlak bir yüzyılın sırrı bu cümlede gizli.
Kapitalizmin merkezine finans konulduğundan işe de oradan başlamak lazım. Finans maestro gibi sosyolojiyi arzu edilen yönde şekillendirebilir.
Bir anekdotla bitireceğim. Geçen baharda Polonya’ya gitmiştim. Orada her zaman her yerde yaptığım gibi dersteki öğrencilere maaşa bağlanır bağlanmaz gerekirse krediyle konut almalarını tavsiye etmiştim. Bu tavsiyemle yukarıdaki tezlerimle çelişmiyorum çünkü konut kredisinin tüketici kredisi olması Türkiye’deki bir yanlıştır.
Ders çıkışı dersi takip eden bir hoca arkadaş yanıma geldi ve bana şöyle dedi; “hocam sizi dinlerken Polonya’da boşanmalar çok arttığı halde eşimle uzun süreli ve iyi bir evlilik sürdürmemizin sırrını düşündüm. Anladım ki aldığımız ev ve bunun edinimi için ödeyeceğimiz kredi yükümlülüğüne karşı sorumlu davranışımız bizi bir arada tuttu. Çocuğumuzla mutlu bir aile olmamamızın gerisinde bu da var.”
Bu anekdot bir şey anlatmıyor çok şey anlatıyor.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
Dış sömürü yapamayan (bu imkanı bulunmayan) devletler (toplumlar) içeriye dönüp iç sömürü yaparlar, açığı bu şekilde sübvanse ederler.
Birbirimizi soymak varken niye kimse fabrika kurmakla ya da üretim yapmakla uğraşsın ki. Bakın bu ülkede saçına dolarla bigudi yapacak kadar veya içtiğin kahvene altın tozu dökecek kadar çok ve de rahat para kazanabiliyorsunuz. O kadar yani.
Bu ülkede herkes bebek gibi ağlıyor. Daha çok ağlayana mama verile geldiği için hep. Asıl kültür bu, eleştirmeniz gereken. İhracatçısı "kur düşük kaldı" diye ağlıyor, sanayicisi "kredi faizleri yüksek kaldı" diye ağlıyor, 900 bin üyesi kuruş vergi vermeyen esnaf odası"9000 bin emeklilik günü 7200'e düşürüleceğdi" diye ağlıyor. Vesselam, bu ülkede yaşlanıp gidiyoruz ama hala hep isteyen birer"bebek' gibi davranmaya ve yaşamaya devam ediyoruz. Hiç sorumluluk almadan ve sorumluluk alanları da buna pişman ede ede.
Türk topluluğunda yani İslamiyetin olduğu peygamberlerin geldiği zamanlarda bu tarafa İslam toplumunda bir yerleşim alanının olduğu hissedilir yani ama kerpiçle çamurla ama taşla kayayla ama mağarayla ama ağaçla bilmem neyle toplumda bir yerleşim kalım başını sokma yeri mevcuttur yani olmuştur yani bu da işte ekonominin damarlarını açıyor yani
Kimse demiyor ki 500 bin liraya 1milyon kişi araba alacağına yatırım ortaklığı yapıp yüksek teknoloji fabrika açalım şirket satın alalım kârıyla geçinelim üretime katkı sağlayıp gelişelim.Tüketerek değil.Tek kişi otomobil kullanıp sıkışık trafikte hava atıp ekonomiden şikayet etmek moda olmuş.
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.