Ekonomi mi toplum için, toplum mu ekonomi için?

04:0027/10/2024, Pazar
G: 27/10/2024, Pazar
Yusuf Dinç

Toplumlar kapitalist öğretiye göre ekonomi, kültür ve sanat ve bilime dair ihtiyaç ve arayışları için bir araya gelenlerden oluşan kalabalıklardır demiştik evvelki yazılarımızda. Elbette bu kabulün birkaç yüzyıllık bir mazisi var. Göbekli-tepe’den bu yana alırsanız ibadet eylemi bireysel dahi olsa dini ihtiyaçların da toplum olmayı motive edici olduğunu gösterir. Hatta bugünün toplumu neredeyse tüm örneklerde kapitalizm ölçülerinde eski tip bir toplumdur. Çünkü bugün hala toplumların dini vardır.

Toplumlar kapitalist öğretiye göre ekonomi, kültür ve sanat ve bilime dair ihtiyaç ve arayışları için bir araya gelenlerden oluşan kalabalıklardır demiştik evvelki yazılarımızda.

Elbette bu kabulün birkaç yüzyıllık bir mazisi var.

Göbekli-tepe’den bu yana alırsanız ibadet eylemi bireysel dahi olsa dini ihtiyaçların da toplum olmayı motive edici olduğunu gösterir.

Hatta bugünün toplumu neredeyse tüm örneklerde kapitalizm ölçülerinde eski tip bir toplumdur. Çünkü bugün hala toplumların dini vardır. Avrupa Birliği mesela kendi ifadeleriyle Hristiyan bir topluluktur.

Kapitalizmin değerler sisteminde yeri almadığından yahut kapitalizmin bir değerler sistemi olmadığından ve olmaması gerektiğinden toplumun din öğesi tanımlardan ve egemenlik alanlarından sistematik biçimde çıkarılmıştır.

Makul medeniyetlerde ise din veya “dinini yaşamada özgürlük” toplumun matematik fonksiyonunda kapitalizme rağmen önemli bir parametredir. Ulus devlette dahi…

Türkler tarih boyunca dinini yaşamada özgürlük ilkesine riayet bakımından en üstün olduklarından devlet kurmak hep nasibidir.

Neyse, bu işler Türkiye’de değişti. Uzun yıllar da toplumu gerim gerim gerene kadar öyle devam etti malum. Hala da az değiller. Türkler miydi bu baskıyı yapanlar, bilmiyorum. Bu meseleyi de burada kapatıyorum. Konuyu da kapitalizmin toplum referanslarına getirip bugünün sorunlarına, dün de böyleydi, cevap aramaya çalışacağım.

Türkiye’de uzun yıllardır yaşanagelinen ve 28 Şubat gibi süreçler nedeniyle gündeme alınıp çözülemeyen sorun, kapitalizme geçişe rağmen temel toplum referanslarından ekonomi, bilim, kültür ve sanat alanlarında toplumu dönüştürmeyi değil, toplumla çatışmayı esas alan yaklaşımdır.

Bu yüzden mesela Levent Kırca başkadır diğerleri başka, Aziz Sancar başkadır diğerleri başka… Toplumun bir ferdi olmayı kabul edenler başkadır, etmeyenler başka yani.

Gelelim asıl mevzumuz olan ekonomiye… Acaba diyorum başka hangi ülkede otomobil sahibi olmak çocuk sahibi olmaktan daha zordur? (Sahiplikten kastımın sorgulanmasına lüzum etmez sanırım.) Bunu ifade ettim çünkü asıl dönüştürücü olan maliye eylemi ve düşünce yapısıyla ekonomide çatışan bir aktör görünümünde.

Acaba diyorum başka hangi ülkede üretimi değil, tüketimi finanse etmek bankaların asıl işi olabilir? Bunu da ifade ettim çünkü finans kesimi uzun yıllardır Türkiye’yi dönüştüren değil, toplumla çatışan bir aktör.

Acaba diyorum başka hangi ülkede herkes üniversite mezunu diye şikayet edilebilir?

Acaba diyorum başka hangi ülkede anonim şirket oligopollerin eline pazar, oligopsonların eline KOBİ ölçeğinde üreticiler bırakılabilir?

Acaba diyorum başka hangi ülkede fabrika kurmak arsasını almaktan daha pahalı olabilir?

Acaba başka hangi ülkede çalışmak emekli olmaktan daha zordur?

İşte bu acabaların sonu yok. Sizler de ekleyebilirsiniz.

Ama mesele dönüp dolaşıp kendini yok etme pahasına çatışan bir ekonomiye geliyor.

Doğurganlık hızının düştüğü seviye tüm acabaların toplamının bir sonucu.

Türk toplumunun tüketici bir topluma dönüştüğünü 80’lerden bu yana bozulup gelen dolaylı vergiler ile doğrudan vergiler arasındaki dengesizlik gösterir. Bu hızdaki tüketim kapitalist bir tavırdır.

Artık bilimi, sanatı, kültürü ve ekonomiyi çatışma alanı olmaktan çıkarmak lazım. Parlak bir yüzyılın sırrı bu cümlede gizli.

Kapitalizmin merkezine finans konulduğundan işe de oradan başlamak lazım. Finans maestro gibi sosyolojiyi arzu edilen yönde şekillendirebilir.

Bir anekdotla bitireceğim. Geçen baharda Polonya’ya gitmiştim. Orada her zaman her yerde yaptığım gibi dersteki öğrencilere maaşa bağlanır bağlanmaz gerekirse krediyle konut almalarını tavsiye etmiştim. Bu tavsiyemle yukarıdaki tezlerimle çelişmiyorum çünkü konut kredisinin tüketici kredisi olması Türkiye’deki bir yanlıştır.

Ders çıkışı dersi takip eden bir hoca arkadaş yanıma geldi ve bana şöyle dedi; “hocam sizi dinlerken Polonya’da boşanmalar çok arttığı halde eşimle uzun süreli ve iyi bir evlilik sürdürmemizin sırrını düşündüm. Anladım ki aldığımız ev ve bunun edinimi için ödeyeceğimiz kredi yükümlülüğüne karşı sorumlu davranışımız bizi bir arada tuttu. Çocuğumuzla mutlu bir aile olmamamızın gerisinde bu da var.”

Bu anekdot bir şey anlatmıyor çok şey anlatıyor.

#ekonomi
#toplum
#yusuf dinç