Bilim kaç top A4 eder?

00:0528/12/2015, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Yavuz Fettahoğlu

Volta Strasse'ye ulaştığımda önümde duran, kırmızı briketlerle kaplı devasa, eski bina beni daha da heyecanlandırmıştı. İlk yurtdışı deneyimim, alanımla ilgili en prestijli fakültelerden biri... Buram buram tarih kokusu geliyor burnuma. Bina, üniversitenin hizmetine verilmeden önce, II. Dünya Savaşı'nda fabrika olarak kullanılmış. Her tarafında yaşanmışlığın izleri…Heyecanımı bastıran tek bir husus var; beni bölüme kabul eden, bu önemli tecrübe fırsatını sunan akademisyen bir Türk. O yıllarda Berlin

Volta Strasse'ye ulaştığımda önümde duran, kırmızı briketlerle kaplı devasa, eski bina beni daha da heyecanlandırmıştı. İlk yurtdışı deneyimim, alanımla ilgili en prestijli fakültelerden biri... Buram buram tarih kokusu geliyor burnuma. Bina, üniversitenin hizmetine verilmeden önce, II. Dünya Savaşı'nda fabrika olarak kullanılmış. Her tarafında yaşanmışlığın izleri…

Heyecanımı bastıran tek bir husus var; beni bölüme kabul eden, bu önemli tecrübe fırsatını sunan akademisyen bir Türk. O yıllarda Berlin Teknik Üniversitesi Yerbilimleri Enstitüsü'nde Kürsü Başkanı; Prof. Dr. Uğur Yaramancı Hoca. Almanya'da, üniversitede Kürsü Başkanı bir Türk? Pek alışılmış bir durum değil…

Her ne kadar bizden biri de olsa, hem Türkiye'de yaşamış olduğum hoca-öğrenci ilişkisi deneyimi, hem de ilk kez tanışacak olmanın getirdiği tüm ağırbaşlılık ve saygıyı yüklenip Uğur Hoca'nın odasına doğru yöneliyorum… İlk nüans hemen göze çarpıyor; odanın kapısı açık.

Ceketimin düğmesini hızlı bir hareketle ilikliyor, başımı hafif öne eğip kafamda; “
acaba Türkçe mi, Almanca mı, İngilizce mi konuşsam?
” sorularıyla ilk adımı atıyorum odadan içeri. Hoca beni görür görmez gülümsüyor, benim de ağzımdan kontrolsüz bir biçimde: “
Merhaba Hocam!
” cümlesi dökülüyor…

Öylesine sıcak bir karşılama, sarılıyor; “
Hoşgeldiniz
” diyor. Hızlıca hoş beş ederken ikinci şaşkınlığı: “
Kahve yapayım mı? İçer misiniz?
” sorusuyla yaşıyorum. Allah'ım bunlar hiç alışık olduğum şeyler değil?! Koskoca Profesör bana kahve mi yapacak?

-
Yok Hocam, estağfurullah, ben yapayım?

-
N'olcak canım, ben yapmıyorum, makine yapacak zaten.

Kahveler yudumlanırken samimi bir sohbet başlıyor. Hocamız daha ilk günden bölümün 'tüm tesislerinin' anahtarlarını teslim ediyor. Milyonlarca Euro değerinde cihazın kullanım imkanını sunarken sadece şunu söylüyor; “
Fırsatı iyi değerlendirin. Çok çalışın...
” O kadar şaşkın ve mutluydum ki… Rüya gibi. Fakat bir yandan da kıyas başlıyor ister istemez… Mukayese ettikçe de biraz buruluyorum.

Uzatmayacağım. Zira harf harf hafızama kazınan bu sohbetin satır araları konuyu özetleyecek; Uğur Hoca 'bir top A4' kağıt yüzünden İTÜ'den ayrılmış. Kağıt, işin tuzu biberi olmuş tabi ama, bu kahreden beyin göçünün esas sebebi; o yıllarda ülkemizde bilime, bilim insanına verilen değer…

Kim bilir kaç değer göçtü gitti yok yere, kaçından haberdarız? Türkiye ve bilim ha! İmkansız…

Zihnim bu ve bunun gibi bir sürü soruyla boğuşurken, tarih araya girip bir şeyler fısıldıyor:

““Sn. Profesör,
Mektubunuzu aldım. Teklifinizin çok cazip olduğunu kabul etmeme rağmen onu ülkemizin kanun ve nizamlarıyla uyuşturma imkânı görmediğimi söylemek zorundayım. İçinde bulunduğumuz şartlarda bu beylerden daha fazla istihdam etmemiz maalesef mümkün değildir. İsteğinizi tatmin edememekten dolayı üzüntülerimi bildirir, en derin hislerime inanmanızı rica ederim
.””

Bu cevap mektubu, pek vizyoner Cumhurbaşkanımız İnönü tarafından 40 kişilik bir bilim insanı grubuyla Türkiye'ye gelmek isteyen Albert Einstein'a yazılmış. Evet, o meşhur Einstein.

Bu cevaptan sonra Einstein ve ekibinin büyük bir kısmı Amerika'ya gidip, oraya yerleşti. Amerika için üretti. 100 yıllık tarihi olmayan bir ülkenin geleceğini şekillendirdi.

Peki, gerçekten istihdam imkânı yok muydu? Üstelik gerekirse bilâbedel hizmet edeceklerini bile belirtiyorlardı.

Olmaz mı?.. Tabi ki vardı. Sadece öncelikler farklıydı; 'bilim ama hangi bilim' orası önemliydi.

Çokça heykele ihtiyacımız vardı mesela o dönemde… O yüzden Rudolf Belling'in istihdamı mümkündü. Hayatiydi… Dil değiştirilmişti, mesela Filologlar da çok önemliydi. Yeni bir topluma ihtiyaç olduğu için onlarca “Komünist” Sosyolog da... Hasılı; özenle seçilip getirilen bilim insanı çokmuş aslında… Biraz okuyunca, neden getirildiklerini de rahatlıkla anlayabilirsiniz.

İşte bilimden uzaklaşma, hatta kopma hikâyemiz, yeni devletimizin o ilk günlerine dayanıyor… O günlerden beri insanımız Misak-ı Milli sınırlarına, bilimimiz de devletin yeni, resmi ideolojisinin kanun ve nizamlarına hapsoldu…

Yıllar boyu en büyük avuntumuz; bu vatanın öz evlatlarının 'falanca yabancı üniversitelerdeki' büyük başarılarının medyaya yansıyan haberleri oldu…

Uğur Hocam, diğer onca örnek, bir de üstüne güzel ülkemin bitmeyen gerilimi ve mücadeleleri eklenince ağır bir dert kaplıyordu bedenimi Berlin'deyken… Sanki hiç ümit yok gibiydi…

Takdir-i İlahi, ben geri döndüm. Belki bu ağır gerçeğe tanıklık edişin akabinde oluşan çaresizlik duygusuyla, akademik kariyer fırsatlarının tamamından da vazgeçtim…

Bu duyguların, hayal kırıklığının üzerinden tam 8 yıl geçti. Fakat geçen her yıl, bu ülkeye inanan insanlara biraz daha ümit verdi, cesaretlendirdi. Asla olmaz denilen birçok olumlu gelişme gibi, bugün yine, yeni bir dönüşüme hatta bir devrimin başlangıcına tanıklık ediyoruz.

Aziz Sancar Hoca'nın Cumhurbaşkanımız tarafından Külliye'de anlı şanlı ağırlanışının üzerinden 2 hafta geçmeden bir buluşma daha gerçekleşti; Başbakanımız, Hocamız Sn. Davutoğlu Türk bilim insanlarını topladı ve seslendi; “
Eğer bir toplum, bir havza bilgi paradigmasında, bir sıçrama yapmamışa siyasal bir sıçrama imkanı yoktur. Yapsa bile bunu sürdürülebilir bir imkanı yoktur.

Sonra noktaladı Hoca; “
Siz bu ülkenin geleceği için çok önemlisiniz. Dışarıda nasıl imkan verilecekse burada da aynısını sağlayalım gelin lütfen, bilimi Türkiye'de geliştirin.

İşte gerçek iktidarın kodları bu çağrıda gizli… Öze dönüş yolculuğunun anahtarı bu yaklaşımda gizli…

Bu tarihi restorasyon eylemi karşısında duygulanmamak, heyecanlanmamak elde değil…

Yakın tarihte 668 bilim insanımız ülkesine dönüş yapmış. Çalışmalarına artık burada devam ediyor. Hocasına bir top A4 kağıdı çok gören devlet, bugün tüm imkanlarını seferber ediyor. Tersine beyin göçü her geçen yıl hızlanıyor.

Artık, daha önce hiç hissetmediğim kadar ümitliyim yarınlar için… Kabul; an itibariyle çok geride olabiliriz lakin mümkünatı yok yapılamaz, olamaz denilen birçok başarı gibi, bu dönüşümü de başaracağız.

Tıpkı insanlık tarihi boyunca tekrarlandığı gibi, Yeni Türkiye'nin yükseliş dönemi de bu dönüşümle başlayacak…
#bilim
#itü
#aziz sancar