Libya’da, Akdeniz’de, Lübnan’da bir Macron fırtınası esiyor. Daha önce de demiştik, Fransa’nın tarihi kimliğine, varoluşuna, tarzına uygun davranıyor aslında, ama çok anakronik kaçıyor, yani yanlış zamanda, yanlış hareketler yaparak yapıyor bunu. Yaptığı her hamleyle madara oluyor, Fransa’nın iyi kötü, güçlü bir kamu diplomasisi faaliyetiyle, aydınlanma, modernizm, insan hakları ve demokrasi satarak toparlamış olduğu itibarını biraz daha yerlere düşürüyor.
Bu kamu diplomasisi faaliyetiyle daha II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonrasına kadar Afrika’da, Cezayir’de sergilemiş olduğu vahşi sömürgeci uygulamaları gündemden düşürmüştü. Şimdi Macron yaptığı her hareketle o geçmişi tekrar hatırlatıyor, dünyanın gündemine getiriyor.
Bir felaket yaşamış olan Lübnan’a bir Napolyon edasıyla gidip, yaralarını sarmak için bir çift ilaç vermek yerine oradaki yöneticilere emirler yağdırıyor, yeni yönetici tayin etmeye kalkışıyor. Oraya Lübnan halkının kanayan yaralarını sarmaya gitmemiş olduğunu o kadar gösteriyor ki, ne kendisinin ne de onun nezdinde Fransa’nın zerre kadar itibarı kalmıyor.
Oradan Türkiye’yi hedef alan konuşmalar yapıyor. Burada “Türkiye’nin yayılmacı politikalarına karşı hepimiz elbirliğiyle karşı koymalıyız” diyor, ama Türkiye Lübnan’a hiçbir siyasi dayatma, hatta tavsiyede bile bulunmaksızın insani yardım ekipleriyle ve bütün yardım faaliyetleriyle birlikte yoğun çalışmalarına başlamıştı bile. Bu yetmediği gibi Türkiye’nin bütün hastanelerini Lübnan’daki felakette yaralananlara açmış, yıkılmış ve Lübnan’ın can damarı olan Beyrut Limanı tekrar inşa edilinceye kadar Mersin limanını fiilen Lübnan’ın hizmetine açmıştı bile.
Oysa Macron, Lübnan halkına hiçbir şey vaat etmeden, hiç bir şey vermeden emirler yağdırdı, basın toplantısı esnasında Lübnan Cumhurbaşkanı’na saygısızlık yaptı ve ellerinde avuçlarında ne kalmışsa onu da kapmaya gelmiş olduğu izlenimini verdi. Aslında Akdeniz’e kıyısı olan Lübnan’ın kara suları şu anda Macron’u belli ki çok ilgilendiriyor.
Macron, neredeyse lokması pişmiş ağzına düşmek ve afiyetle yemek üzereyken Türkiye’nin müdahalesiyle Libya’da hevesi kursağında kalmış olmanın hıncını yaşıyor. Libya halkına da hiçbir olumlu vaadi, diyelim ki kendisinin de Libya halkının da kazanacağı bir önerisi yoktu. Basitçe ve sadece desteklediği savaş suçlusu Hafter üzerinden Libya halkının varlıklarına konmak istiyordu. Bunu gerçekleştirmeye ramak kalmıştı ve Türkiye onu engelledi. Dolayısıyla Macron’un AB’yi veya NATO’yu Türkiye’ye karşı kışkırtmaya çalışmasının arkasında son derece öznel bir hesap var.
Doğrusu ne NATO ne de AB Macron’un bu kişisel hesaplarından habersizdir. O yüzden ne NATO’yu ne de AB’yi arkasında tam olarak göremiyor. Ortaya haritalar konulduğunda, uluslararası deniz hukuku ortaya konulduğunda Türkiye’nin haklılığı gün gibi ortada. Macron’un Yunanistan’ı tahrik ederek Türkiye’nin üzerine sürmeye çalışması kendi kişisel macerası olarak algılanıyor artık, vaka da bundan başkası değildir. AB kimliğini, uluslararası hukuk argümanlarını hoyratça kullanıyorsa da hiçbirini yerinde kullanmıyor ve meselesinin kişisel olduğunu artık çok açıkça belli ediyor. O yüzden ne NATO ne de AB böyle gecikmiş, veya İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un dediği gibi “atanamamış Napolyon” maceracılığına prim vermeyecektir.
Bu Napolyon heveslisinin Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hakkında sarfettiği sözler de aslında bütün Batı medyasında Erdoğan aleyhtarlığının gerçek sebebi hakkındaki bütün ipuçlarını veriyor. Tıpkı ABD’nin önümüzdeki seçimlerdeki demokrat aday Joe Biden’in Erdoğan hakkındaki duygularıyla aynı paralelde Macron’un duyguları. Çünkü Erdoğan aktif, bağımsız, siyasetiyle ülkesine kazandıran, ülkesine kazandırırken kendileri gibi sömürgeci heveslere taş koyan bir lider. Onun hakkındaki otoriter, demokrasiden uzaklaşmış şu bu eleştirilerin, bu eleştirilerle oluşan algıların bundan başka bir anlamı yok. “Türkiye halkıyla bir sorunumuz yok, sorunumuz Erdoğan’la” demiş Macron.
Tabii ki öyle diyecek, Erdoğan gerçekten Türkiye’ye çok şey kazandırıyor ve bu kazançlar Fransa gibi sömürgeci zihniyetteki ülkelerin korsanca, haksızca kazanımlarından kaybetmelerine yol açıyor.
Yoksa aslında Erdoğan’la gelen Türkiye’nin bu kazanımları ne Fransa’nın ne de başka hiçbir ülkenin meşru kazanımlarına hiçbir zarar vermiyor. Erdoğan yönetimindeki Türkiye sadece hakkı olanın peşinde. Akdeniz’de kıyısı olan herkesin hakkı vardır ve Türkiye bu hakları teslim ediyor. Ama hakkından fazlasına talip olan ve şimdiye kadar bunu almayı kendine yol edinmiş olanların, buna taş koyan Erdoğan’la sorunları olmasından doğal bir şey olamaz.
Şimdiye kadar Türkiye halkını doğru dürüst temsil etmemiş, Türkiye’nin çıkarlarını gözetmeyip başka ülkelere cömertçe hediye etmiş liderlerle kimin ne sorunu olacak?
Şu anda mevzubahis adaları bize vermek için yapılan bütün ısrarlara rağmen almaktan imtina eden, onları nihayetinde Yunanistan’a adeta hediye eden İsmet İnönü’nün istibdat yüklü siyasetine laf eden bir Batılı eleştiri duydunuz mu hiç? Kendi halkına ne kadar uzak, bu tür sömürgeci ülkelere o kadar yakın oluyor siyasetçimiz.
Erdoğan’la sorunlarının sebebi yeterince açık değil mi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.