Türkiye’de düşüncenin sorunları ve sosyolojisi

04:0019/08/2017, Cumartesi
G: 17/09/2019, Salı
Yasin Aktay

Türk düşüncesinin günümüzdeki gelişimini etkileyen faktörler, genel olarak Türkiye’nin ve dünyamızın gelişimini belirleyen faktörlerden bağımsız değildir. Toplumda okuryazarlığın artması ile düşüncenin gelişimi arasındaki ilişkiye dair beklentilerimizin karşılanıp karşılanmıyor olması, elbette düşünceden ne beklediğimize de bağlıdır. Düşünceye atfettiğimiz anlam, düşünceyi takdir etme konusunda ortaya koyduğumuz kriterler,Theodor Adorno’nun deyişiyle başvurduğumuz“otantisite jargonlarının”değerlendirmeleriyle

Türk düşüncesinin günümüzdeki gelişimini etkileyen faktörler, genel olarak Türkiye’nin ve dünyamızın gelişimini belirleyen faktörlerden bağımsız değildir. Toplumda okuryazarlığın artması ile düşüncenin gelişimi arasındaki ilişkiye dair beklentilerimizin karşılanıp karşılanmıyor olması, elbette düşünceden ne beklediğimize de bağlıdır. Düşünceye atfettiğimiz anlam, düşünceyi takdir etme konusunda ortaya koyduğumuz kriterler,
Theodor Adorno
’nun deyişiyle başvurduğumuz
“otantisite jargonlarının”
değerlendirmeleriyle çalışır.

Teknolojinin imkanlarıyla herkesin bilgiye erişiminin mümkün ve kolay hale geldiği bir dünyada yaşıyoruz artık. Bugün her konuda ve her düzeyde yazılmış kitapların basılı veya elektronik ortamdaki hızlı ve yoğun dolaşımına tanık oluyoruz. Dünyadaki bu genel gelişmeden Türkiye de hiç geri kalmıyor. Kitap tirajlarının geçmişe nazaran önemli ölçüde azalmış olmasına karşılık, kitap çeşitliliği itibariyle de yine geçmişe nazaran hatırı sayılır oranda bir artış söz konusu.

Bununla birlikte okuryazarlığın artmış olması, kitaba, bilgiye erişimin aşırı derecede kolaylaşmış olması toplumda düşüncenin kalitesinin yükseldiğine dair bir duyguya yol açmıyor.
Tam tersi bu aşırı bilgi ve kitap çokluğu ve çeşitliliğinin Türk düşüncesinde bir kalite artışına işaret etmediğine dair genel bir hoşnutsuzluk durumu var.
Üstüne gidilmesi gereken tuhaf bir paradokstur bu.
AKSED
’in Ayaş’ta düzenlediği “
Türkiye’de Düşünce ve Sorunları Çalıştayı”
vesilesiyle yazdığım yazıda altmışlı-yetmişli yıllarda çok daha az sayıdaki üniversite ve kitap sayısına rağmen bazı metinlerin entelektüeller arasında hararetle tartışıldığı son derece canlı olan bir düşünce ortamı, günümüzde düşüncenin gerilemesinin bir kriteri olarak hatırlanıyor demiştik. Gerçekten de örneğin
Avcıoğlu
’nun
Türkiye’nin Düzeni
veya
Ecevit
’in
Bu Düzen Değişmelidir
gibi, dönemin siyasi düşünce dünyası üzerinde derin etkileri olan “düzen” odaklı metinler günümüzde yok. Ama bu tarz kitapların azlığının veya etkinliğinin olmayışının düşüncenin geriliğine işaret sayılmasını da sorunlu bulduğumuzu söylemiştik.
Bazı metinlerin kavgalara mesnet ve referans sayılması, o kitaplarla kurulacak bir dünya uğruna şiddetin göze alınması, her zaman, hatta çoğu zaman, düşüncenin varlığını göstermez. Çoğu zaman bu metinlere atfedilen düşüncelerin sloganlaşması ve körü körüne fetiş bir bağlılık olarak yaşanmasıyla ilgili bir durum da söz konusudur.
Bu açıdan bakıldığında, bu kadar çok kitap yazılıyor olmasına, bu kadar çok insanın kitaplara ve bilgiye erişimine karşılık böylesi metinlerin günümüzde ortaya çıkmaması esasında tabana yayılmış bir bilgilenmenin artmış olmasıyla açıklanabilir bir durum.
Aslında belki
Daniel Bell
’in daha altmışlı yıllarda işaret ettiği bir
“ideoloji-sonrası”
kültürel gerçekliğin tezahürüdür bu durum.
Gerçi, bir insani zafiyet veya maluliyet durumu olarak da tanımlanabilecek ideolojik düzeyin ilanihaye aşılabileceğini düşünmek de başka tür bir beşeri istiğna halidir.
İnsanoğlu zamanla, mekanla, çevreyle mukayyet bir varlık. Bu kayıtlar insanı
Ali Şeriati’
nin
“zindanlar”
(tarih, coğrafya, biyoloji ve kendilik zindanları) olarak nitelediği beşeri sınırlılıklar, insanın hadleri. İnsanoğlu bu hadleri aşarak kendini gerçekleştirmenin mücadelesini verir, ama hangi aşamada bunları aşabildiğinin herkes için geçerli sayılabilecek bir ölçütü yok.

Yine de çağımızda bilginin tabana yayılmasının, kaba ideoloji ve doktrinlerin kolayca yayılıp etkili olmasını fazlasıyla zorlaştırmış olduğu bir gerçektir ve bu, düşüncenin özgürce performansı açısından hiç de olumsuz bir gelişme sayılmaz

Çağdaş İngiliz sosyolog
Anthony Giddens
postmodern toplumlarda uzmanlık gerektiren bilgilerin bile sadece uzmanların tekelinde kalmayacak şekilde herkesin kullanımına ve erişimine açık hale gelmiş olmasının altını öz-düşünümsellik düzeyi olarak çizer. İnsanların birbirini kandırmasının kolay olmadığı, herkesin en azından belli düzeyde ortak bir bilgi alanına sahip olduğu bu düzey neresinden bakarsanız kulağa da çok hoş geliyor, işin doğrusu yaşadığımız gerçeklikle de bir düzeyde örtüşüyor.
Özdüşünümselliğin artışı, insanların kolayca ideolojik dolduruşlara gelmelerini, bizim gibi tarihle, toplumla, nefisleriyle malul insanların yazdıkları metinlerin yaşadığımız bütün gerçekliği açıklayıp bize hayatımızı adayacağımız düsturlar ortaya koyabileceğine inanmalarını imkânsız kılmıyorsa da zorlaştırıyor.

Tabi böylesi bir görece yüksek bilgi ve bilinç düzeyinde FETÖ gibi yapıların bir şahıs kültü üzerinden bu kadar yaygın bir etkiye sahip olabilmeleri de irdelenmesi gereken bir başka paradoks.

Bugün sayısı iki yüze yaklaşmış üniversite var Türkiye’de. Sosyal bilim enstitülerinde her yıl hemen her konuda binlerce yüksek lisans ve doktora tezi yazılmaktadır. Bu tezlerin bir kısmı kitap olarak sayısız yayınevlerinde yayımlanarak Türk düşünce birikimine katkı olmaktadır. Kanaatimce bu tezler arasında biraz üzerinde durulduğunda düşünce dünyamıza katkısı çok daha yüksek düzeyde takdir edilebilecek çok sayıda çalışma var. Gerçekten bu birikimleri değerlendirmek isteyenler bu çalışmaları bulup, onları tartışıp daha iyi üretimlere konu edebilir, nitekim edenler de var.

Ama bu kadar fazla üretime karşılık, bu üretimde göze çarpan başka bir sorunumuz, ortaya konulan metinlerin birbirlerinden haberdar olmaması, birbirlerini görmemesi ve bilgi üretimimizin birikimsel olarak ilerleyememesidir.
Yani herkesin kendi çalıştığı alanla ilgili kendi çalışmasını bir başlangıç olarak kabul etmesi gibi bir zafiyet söz konusu
.
Bahattin Akşit,
seksenli yıllarda bile günümüze nazaran daha az bir örneklem üzerinden tespit ettiği bu sorunu
“sosyal bilimler alanındaki kompartmanlaşma”
olarak nitelemişti. Yani, bugün artık aşırı düzeye ulaşmış üretime karşılık, aynı sahada çalışan insanların birbirlerini görmeden, birbirleriyle tartışmadan üretimlerini sürdürmesi. Bazen aynı bölüm içinde bile iki kişinin bu anlamda birbirlerinin çalışmalarından haberdar olamaması söz konusu.

Türk Düşüncesinin sorunları ve sosyolojisine dair söylenecek daha çok şey var, bu minvalde devam ederiz…

#Türkiye
#Düşünce
#AKSED