Bu vahim ve vahşi eylem bütün dünyada beklenebileceği gibi büyük bir infiale yol açmış bulunuyor. Bu mızrak hangi çuvala sığacak diye sormuştuk, ilk anda apar topar telâşla üzerine örtülen yamalı çuvallar hiçbir şeyi örtemediği gibi her şeyi daha ayan beyan ortaya koymaktan başka bir işe yaramadığı gibi ismi ve başına gelenler dünyada büyük bir değişim talebinin sembolü haline gelecek gibi görünüyor.
Kaşıkçı, konsolosluğa girerken nişanlısı Hatice Hanım’a uzun süre çıkmazsa bana ve Turan Kışlakçı’ya haber vermesini tembihlemişti. Ne yazık ki şu ana kadar ortaya çıkan verilere göre bize haber iletildiğinde iş işten geçmiş bile. Onu koruma, onun için sağken bir şeyler yapma imkanımız hiç olmamış. Doğrusu bu bize yüklediği emanetin ağırlığını daha da artırıyor. Fikirleri ve duruşunu büyük bir takdirle ve onaylayarak takip etmekte olduğum Kaşıkçı’nın kaçırılmasına veya (halen bir iyimserliği korumaya çalışıyorsak da) vahşi bir biçimde öldürülmesine mani olamadık. Onun birçok açıdan bizi içine soktuğu mahcubiyet tarif edilmez boyutlarda. Ancak onun bıraktığı emanet sadece kendi hayatı değil, kendisinin de hayatından daha fazla önemsediği mücadelesi:
İslâm dünyasında insan haklarının güçlendirilmesi, demokrasinin gelişmesi, ifade özgürlüğünün ve bütün özgürlüklerin temin edilmesi, insanlık onuruna hak ettiği önemin verilmesi, yolsuzluğun bitirilmesi ve devlet yönetiminde şeffaflığın sağlanması…
Bütün bu değerleri merkeze alarak yaptığı konuşmaların birilerine rahatsızlık vermesi aslında kaçınılmaz bir şey. Biz, esasen bu rahatsızlığı her zaman verdik, vermeye de devam edeceğiz. Kendisi bu konularda Türkiye’nin kat ettiği mesafeyi büyük bir takdirle ve sevinçle izliyor ama bu konularda da Türkiye’deki eksiklikleri gerektiğinde eleştirmekten geri durmuyordu. Ama eleştirileri hiç rahatsızlık vermiyordu. Çünkü samimiydi, art niyetli değil yapıcıydı, hasmâne değil dostâneydi. Aslında kendi ülkesinin yöneticilerine yönelik eleştirileri de öyleydi ama onlar rahatsız oluyorlardı. Samimiyet eksikliği, art niyetlilik ve hasımlık bu kez Kaşıkçı’nın kendisinde değil eleştirdiklerindeydi.
Kaşıkçı’nın en çok rahatsızlık yaratan eleştirileri, belli ki, kendi ülkesinde son zamanlarda aydınlara, âlimlere ve gazetecilere yönelik keyfi tutuklamalara yönelik olanlarıydı. Kendisi de ülkesinde kalsa tutuklanacağını bildiği için özgürlüğünün bedelini bu haksız ve keyfi biçimde tutuklananların durumunu anlatarak bir nebze ödemeye çalıştığını söylüyordu.
Aslında başına gelenler vesilesiyle, kendisinden bir emanet de olarak, bu konuda daha fazla konuşmamız gerekiyor. Çünkü o bu konuda susmanın caiz olmadığını düşünüyordu.
S. Arabistan’ın bugünkü yönetiminin kendi muhaliflerini susturma tarzı ciddi bir küresel sorun haline gelmiş durumda. Konu artık bir ülkenin iç sorunu olmaktan çıkmıştır.
İslâm dünyasına malolmuş büyük İslâm âlimlerinin teker teker hiçbir sebep gösterilmeksizin tutuklanmaları ve ağır hapishane şartlarında tutulmaları, bütün İslâm dünyasının vicdanını sızlatıyor.
Bir sürü hastalıkla boğuşmakta olan önde gelen âlimlerden Selman el Avde, Sefer bin Abdurrahman el-Havali ve bunlar gibi bütün İslâm dünyasında saygı gören ilim sahiplerinin hiçbir gerekçe gösterilmeden hapiste tutulması S. Arabistan’ın iç meselesi değil, bütün İslâm dünyasının meselesidir.
Yapılan reformları eleştirdikleri için âlimlerin tutuklanmasını veya susturulmasını eleştiren yine çok büyük İslâm âlimlerinden Prof. Abdulaziz el Fevzan’ın tutuklanması ve akıbeti meçhul biçimde hapse koyulması Kaşıkçı’nın da ülkesinin yönetiminde en çok eleştirdiği konuydu. Bu eleştirilerinin bedelini bu şekilde ödemek durumunda bırakılması S. Arabistan’da işlerin bu noktada hiç de iyi gitmediğine şok edici bir dikkat çekmiş oluyor.
Bu arada S. Arabistan medyasında Kaşıkçı’nın en iyi ihtimalle kaçırılması, daha kötü ihtimalle öldürülmesini olayın başında, bir muhaberat operasyonu başarısı olarak lanse etme yönünde bir hazırlık olduğu anlaşılıyor. Orada da yanlışlarla doğruların birbirine karıştığı laçka bir durum vardı tabi. Interpol ile işbirliği içinde bir suçlunun paketlendiği haberi girildi Kaşıkçı’nın kaybolduğu saatlerde.
Bir defa Kaşıkçı’nın İnterpol’de aranma kaydı yoktu, ikincisi, bu olayda istihbarat veya operasyonel başarı sayılabilecek hiçbir yan yoktu. Konsolosluk görevlilerine güvenerek kendi ülkesinin toprağına giren korumasız bir insana o anda her şey yapılabilir ama yapılan hiçbir şeye istihbarat başarısı demek mümkün değil.
Kaşıkçı bir yerlerde saklanırken bulunup, sessiz sedasız paketlenip bir yere nakledilmemiş. Tam tersine her tarafından dökülen, her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştıran bir ekibin saçma sapan acemice bir işiyle karşı karşıyayız.
Bütün bunların neticesinde sorulursa ki “Cemal Kaşıkçı’nın günahı neydi” diye, söyleyelim: Günahı güvenmekti.
Başta kendi ülkesinin insanlarının kendisine bu işi yapamayacaklarına güvendi.
Gelişmesine çok büyük emek sarf ettiği Suudi Arabistan ve Türkiye ilişkilerinin düzeyine güvendi.
Bu ilişkileri bozmayı Suudi Arabistan tarafının göze alamayacağına güvendi.
Her yerde böyle bir şey olsa bile Türkiye’de böyle bir şeyin yapılamayacağı inancına güvendi.
Daha önemlisi kendi ülkesinin topraklarına korumasız bir misafir olarak girdiğinde kendisine bir zarar verilmeyeceğine güvendi.
Çünkü kendi ülkesinin geleneklerine güvendi. Kendi ülkesinin insanlarının o kadar da yozlaşmamış, kendi örflerine, geleneklerine bu kadar da uzaklaşarak tefessüh etmemiş olabileceklerine güvendi.
Güvenmek bir günah mıdır?
Elbette bu, cezası bu dünyada böyle ödenmiş olsa da İlâhî Mahkemede başka türlü dağıtılan bir cezadır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.