Büyük gün geldi çattı. Demokrasinin festivali gibi yaşanan yoğun bir seçim kampanyasının ardından herkes söyleyeceğini fazla fazla söyledi. Kimsenin eteğinde atılmamış hiçbir taş kalmadı. Taşların hepsi karşı tarafa atıldı. Sözlerin önemli bir kısmı ortadaki vatandaşı, seçmeni ikna etmek için söylendi. Seçmenin bir kısmı kararını çoktan vermiş durumda. Tereddüt edecek hiçbir şey görmüyordur. Ona göre her şey gün gibi açık. Aslında kararsız olanları bile anlamakta zorluk çekiyordur bu kesim. Ancak
Büyük gün geldi çattı. Demokrasinin festivali gibi yaşanan yoğun bir seçim kampanyasının ardından herkes söyleyeceğini fazla fazla söyledi. Kimsenin eteğinde atılmamış hiçbir taş kalmadı. Taşların hepsi karşı tarafa atıldı. Sözlerin önemli bir kısmı ortadaki vatandaşı, seçmeni ikna etmek için söylendi.
Seçmenin bir kısmı kararını çoktan vermiş durumda. Tereddüt edecek hiçbir şey görmüyordur. Ona göre her şey gün gibi açık. Aslında kararsız olanları bile anlamakta zorluk çekiyordur bu kesim.
Ancak bir kısım seçmen de kararını vermek için son güne kadar bir işaret daha bekledi.
Belki demokrasinin tatlı tarafı, herkesin kendisini muhatap almasını, kendisine ulaşmasını, projelerini en ikna edici şekilde açmasını, kendisine derdini, talebini, beklentilerini sormasını bekledi.
Böylece bir sözleşme yapmış olacak. Kendisini kimin temsil ettiğini, edeceğini bilmiş, onunla yüz yüze, göz göze temasla sözleşmesini yapmış olacak.
SEÇİM BİR SÖZLEŞMEDİR, BİR BORÇLANMADIR: BORÇ ÖDEYEBİLENE VERİLİR
Seçimler, seçenle seçilenler arasında bir sözleşmedir çünkü.
Bu sözleşme Türkiye’de olabildiğince güçlü ve seçilenler üzerinde etkisini her zaman hissettiren bir sözleşme. Aslında bu seçmenin oyunu aldıktan sonra sözünü hemen ertesi günü unutan, hatta sözünü söylerken bile yalan söyleyen siyasetçi örneği çoktur.
Hatta ne yazık ki, Türkiye’de genel geçer siyasetçi modeli böyle olmuştur yıllarca.
Seçmenine verdiği sözü bir borç gibi görüp onun hakkını vermeye çalışan siyaseti Türkiye kademeli olarak yine sağ siyasetçiyle, çok daha ileri düzeyde de Milli Görüş ve AK Parti siyasetçisiyle, Erdoğan’la tanıdı.
Verdiği sözle bir borcun altına girdiğini hisseden ve gereğini yerine getirmek için insan üstü bir çaba sarfeden bir siyasetçidir Erdoğan.
Bu yolda bedeninden, zamanından, sağlığından geçiyor olduğuna herkes şahit aslında.
Seçmenine, halkına, milletine her zaman verebileceğinin çok fazlasını vaat etti ve bunun için çok daha fazla çalıştı ve aslında hiç bu sözlerinden dolayı mahcup olmadı.
Çünkü her zaman vaat ettiğinin fazlasını yaptı, seçmenini temsil yükümlülüğünü olabilecek en iyi şekilde yaptı.
Seçmenine verdiği güveni o yüzden defalarca tekrarladı.
Arka arkaya bu kadar çok seçim kazanmak, Türkiye’nin seçim teamülleri açısından bakıldığında hiçbir zaman tesadüf görülemez.
İşte yine yeni bir seçim daha geldi çattı ve bu seçim sürecinde de Erdoğan’ı seçmeniyle yıllardır tesis etmiş olduğu o güven ilişkisinin diliyle konuşurken görüyoruz. Yaptıklarını ve yapmakta olduklarını anlattı. Bu yapacağını söylediklerini gerçekten de yapacağının teminatı. Buna mukabil Kılıçdaroğlu kendisinden ne talep edilirse yapacağını hiç düşünmeden, hesaplamadan hemen yapacağını kolayca vaat eden bir siyasetçi profili çizdi. Geçmişte de öyle bugün de öyle. O yüzden Erdoğan karşısında girdiği bütün seçimleri güven telkin etmediği için kaybetti.
Güven telkin etmedi çünkü geçmişte hiçbir borcunu ödememiş bir tüccar, şimdi gösterebileceği hiçbir teminatı olmadığı halde sınırsız borç talep eden bir uyanık girişimci gibi.
Borç talep edeni gözünden tanıyan bir milletimiz var oysa. Kılıçdaroğlu daha borcu isterken ödemeyeceğini belli ediyor her halinden. Ne borcunu ödeyecek varlığı ne aldığı parayı yönetebilecek bir özelliği.
BU KASET KİMİNİN GÖZÜNÜ AÇAR, KİMİNİN GÖZÜNÜ DAHA DA KAPATIR
Ama Erdoğan’ın karşısında muhalefetin ittifak ettiği aday. Çünkü daha iyisini bulup ortaya çıkaramadılar. Tam olarak öyle mi?
Aslında tam seçime birkaç gün kala, diğer bir Cumhurbaşkanlığı adayı olan Muharrem İnce’ye yapılan kaset komplosu, bize nasıl bir seçenekle karşı karşıya olduğumuzu da adeta hatırlatmış oldu. Erdoğan seçim kampanyasında aylarca çalışsa bu durumu daha iyi gösteremezdi. O kadar.
13 Sene önce bir kaset operasyonuyla önü “
” açılarak CHP’nin başına geçirilmiş olan Kılıçdaroğlu’nun önünde bir engel olarak görülen Muharrem İnce yine bir kaset operasyonuyla onun önünden kaldırılmış oldu.
Bunu yapanın FETÖ olduğundan kimsenin kuşkusu yok artık. Zaten sirkatlerini alenen, övüne övüne de söylüyorlar.
İnce’ye yapılanlar Millet İttifakı’nın, HDPKK ilavesiyle nasıl bir arada tutulmakta olduğunu da ifşa eden mükemmel bir örnek.
Masada hiçbir görüşüne saygı duyulmaksızın duran Akşener’in bu duruma isyan ederek kalkmasından sadece üç gün sonra oturtan faktörler arasında neler olduğunu merak bile etmiyoruz artık.
Aslında daha önce de bilmiyor değildik. O yüzden seçimleri darbe olarak nitelemek mümkün değil, ama
bütün darbecilerin, bütün demokrasi dışı güçlerin, bütün yabancı ve Türk düşmanı unsurların bu seçimde millet ittifakının arkasında saf tutmuş olduklarına dikkat çektik.
Kampanyalarını sadece demokrasinin kabul edilebilir sınırları ve yöntemleriyle yapmıyorlar. Kaset, şantaj, tehdit, iftira, alavere, dalavere ile bu sefer sonuçtan emin olmaya çalışıyorlar.
AZERBAYCAN İÇİN, TÜRKİYE İÇİN, AYASOFYA İÇİN
Bu saatten sonra konu iki eşit aday arasında bir tercih olmaktan tabii ki çıkmıştır. Mevzu artık ülkenin, vatanın bağımsızlığına sahip çıkıp çıkmama, insan onuru ve hak ve özgürlüklerinin bir alavere-dalavereye bağlanmasına göz yumup yummama meselesidir.
Bu süreçte belirleyici olmaya çalışan FETÖ’nün sembolizmini de hiç ihmal etmediği görülüyor. 10 Mayıs 2010’da kaset operasyonuyla Deniz Baykal’ı devirdiği tarihin yıldönümünde, yani
aynı türden bir operasyonla Muharrem İnce’yi devirerek operasyondaki imzasını daha da görünür kılıyor.
Tabi FETÖ’nün de FETÖ’den ibaret olmadığını, onu Türkiye’nin bağımsızlığına karşı kullanan uluslararası güçlerin bir maşası olduğunu da unutmuyoruz.
Bu maşa şimdi kendi örgütsel intikamı yolunda Erdoğan’ı devirmenin peşinde, ama bu intikamı için ülkeyi yakmak gerekirse, anahtarını ABD’ye teslim etmek gerekirse, ülkenin bütün kazanımları yok alacaksa umurunda bile değil.
Aslında umurunda. Efendilerinin kendisine yükledikleri görev tanımı tam da bu.
Onların da Suriye’den, Azerbaycan’dan, Doğu Akdeniz’den, Davos’tan, Ayasofya’dan ve toplam tarihten gelen bir rövanş hırsları var.
Onlar bütün kinleriyle, düşmanlıklarıyla, hırslarıyla geliyorlarsa, onları iyi karşılamak lazım tabi. 14 Mayıs bütün şer güçlerinin toplanarak bu ülkeye yaptıkları seferin durdurulduğu ve püskürtüldüğü gün olsun,
Türkiye kazansın, Ayasofya açık kalsın
ve dünyaya minarelerinden seslensin, insanlık da şahitlik etsin: Allah büyüktür ve Allah’tan başka ilah yoktur.
#Seçim
#Kaset
#Recep Tayyip Erdoğan
#Muharrem İnce
#Kemal Kılıçdaroğlu
#Yasin Aktay