Kurban Yahudi-Hıristiyan ve İslami gelenekte ortak bir tema olsa da aynı zamanda bu iki büyük geleneğin ayrışmasının, farklılaşmasının bütün boyutlarının rahatlıkla izlenebileceği bir konudur. Kurban edilenin İshak mı İsmail mi olduğu konusu üzerindeki vurgunun nasıl kurbana atfedilen bir imtiyaz, bir üstünlük olarak anlaşılmış olduğunu göstermeye çalıştık. Ancak kıssanın ayrıntısına inildiğinde kurban olmakla bir şeref payesi atfedilen İshak’ın kıssanın akışı içinde ne kendini ne Allah’ı ne peygamberliği
Oysa İsmail ile birlikte kurban tam da sahih bir Allah inancının bilfiil yaşandığı ve bu imtihanın bütün insanlara mal edildiği bir olaya dönüşerek evrensel, özgürleştirici, eşitlikçi, ihya edici, Allah-insan, hayat-ölüm ve din-etik ilişkilerini sahih bir zemine çeken muhteşem bir anlam kazanıyor:
Kurban olmak bir varoluş durumuzun çıplak gerçeğidir, şuuruna varmamız isteniyor.
Verilen kurbanlara Allah’ın ihtiyacı yoktur. Onun etleri ona ulaşmaz, ancak onun şuuruna varmış bir kalp, niyet ve takva ona ulaşır. Kurban Allah için verdiğimiz bir şey değil, kendimiz için, kendimizi diriltmek için aldığımız bir derstir.
Böylece Kurban tevhid inancının en zirve tecrübesi olarak ve ancak bir eylem olarak hayatımıza nüfuz ediyor. Bu nüfuz edişten başka insanlara da, hayvanata da daha merhametli bir kalp, bir kişilik gelişiyor.