Hiç öyle bir uyarıya gerek olur mu? Köprünün yenmeyecek bir şey olduğunu kim bilmez ki ve köprüyü yemeye kim kalkışabilir zaten? Ama Kılıçdaroğlu otoyol, köprü, TCG Anadolu, İmece, TOGG gibi şeylerin milletin karnını doyurmayacağını söyleyince şahsen benim içime bir kurt düştü. Nasılsa siyasetin dili giderek absürt lakırdıların havada gezindiği bir hal almaya başlamışken köprüleri yemeye kalkışanlar da olabilir.. “Elimi değdireceğim ve bütün dünya değişecek. Ben geleceğim ve benimle birlikte memleketin
Hiç öyle bir uyarıya gerek olur mu? Köprünün yenmeyecek bir şey olduğunu kim bilmez ki ve köprüyü yemeye kim kalkışabilir zaten? Ama Kılıçdaroğlu otoyol, köprü, TCG Anadolu, İmece, TOGG gibi şeylerin milletin karnını doyurmayacağını söyleyince şahsen benim içime bir kurt düştü. Nasılsa siyasetin dili giderek absürt lakırdıların havada gezindiği bir hal almaya başlamışken köprüleri yemeye kalkışanlar da olabilir..
“Elimi değdireceğim ve bütün dünya değişecek. Ben geleceğim ve benimle birlikte memleketin bütün sorunları kendiliğinden çözülmeye başlayacak.”
Türkiye’nin ekonomik olarak iflas noktasına gelmiş olduğunu söylüyorlar, ardından bu sorunları nasıl düzeltecekleri sorulduğunda verebildikleri tek cevap bu. Dört başı mamur bir ekonomi planını, programını geçtik.
Şöyle bir iki cümle bunu nasıl yapacaklarına dair bir kelam dinlemek isteyenlere söylenen tek şey: “Bizim elimizin değdiği yerde gül bitecek”
söyleminden öte bir vaat da yok.
Muhalefetin siyasi seviyesinin bu kadar düştüğü bir dönem hatırlamıyorum. Kılıçdaroğlu inanılması güç bir özgüven patlamasıyla dile getirdikleri sorunlara nasıl çözüm getireceklerini kelimesi kelimesine şöyle açıklıyor: “Ben geldiğimde demokrasi gelecek, para akacak, yatırımlar akacak, döviz düşecek, alım gücünüz artacak, bolluk bereket gelecek. Bu kadar basit. Bunların hepsi mutlaka olacak.”
Ne kadar inandırıcı değil mi?
Bir siyasinin vaadinden çok bir mesiyanik kurtuluş vaadi gibi. Bir tarafıyla iyice mucizevi bir umut dili. Bütün insanların bu dinsel vecd havasına girmiş olduklarını varsayıyor tabii önce. Bu dünyada adeta bir cennet vadediyor.
Bir asa dokunacak her şeye ve kapkaranlık varsaydıkları bütün dünya aydınlık olacak.
Peki nasıl? Ekonomi o kadar dibe vurmuşsa, kaynağı nasıl temin edeceksiniz.
O da çok kolay, (“Ben gelince demokrasi gelecek” keramet gösterimi yememiş belli ki, o zaman da ağzından kaçırıverir): “Tertemiz para gelecek dışarıdan.” “Dışarıdan ve tertemiz derken?” “Uyuşturucu baronlarının 300 milyar dolarını getirdik”.
Haydaaa. Nereden bulup getirdin? Hangi ara nasıl getirdin? O baronlarla nasıl bir anlaşman oldu, nasıl bir ilişkin var? Uyuşturucu parasıysa nasıl tertemiz olabiliyor ve neden nasıl verdiler? Hadi bunları geçelim. Bu kadar para yüz TIR’a sığmaz, hangi yolla getirdin? Gerçek olsa zaten suç, ama işin daha vahimi, Kılıçdaroğlu’nun her sıkıştığı durumdan kaçmak için hemen başvurabildiği, gerçeklerden alabildiğine kopuk cevapları.
Başkan böyle havadar olunca yardımcısı ondan aşağı uçar mı?
Merkez Bankası’nın boşaltılmış olduğundan dem vuruyor, Hazine’nin iflas ettiğinden, bir kuruş para kalmadığından dem vuruyor. Bir dakika sonra yönetimi devralırlarsa ne yapacaklarını soran
’a gayet pişkin bir biçimde diyor ki: “
Hazine’deki altınları bozdurup vatandaşlarımıza dağıtacağız.
”
Eeee,
Demek altın varmış. İyi de o altınları halka öyle saçıp dağıtmak mıdır ekonomi yönetimi? Bu mudur halka vaadiniz?
Onca yıldır ekonomi hakkında duyduğumuz bütün şikayetlerin üstüne çözümleriniz bunlar mı?
Biz işin ironisindeyiz ama bu kafa köprüleri de, otoyolları da, savunma sanayimizi de yemeye kalkar. Maazallah. Biz uyarımızı yapalım şimdiden:
Köprüleri, yolları, arabaları yemek yasaktır.
Kılıçdaroğlu yetmemiş bir de Erdoğan’ın neredeyse her güne en az bir tane sığdırdığı gerçek, somut, muazzam, ufuk, Türkiye’yi özgürleştirici, ekonomiyi de altyapı düzeyinde ve kısa, orta ve uzun vadede güçlendirici açılışlarına karşı bir
çıkarıyor.
Bu nasıl çelişki? Bu çelişkiyi açıkçası, dikkatime yurtdışından gazeteci dostlar bizzat büyük bir hayretle bana gönderdikleri mesajlarla sunuyorlar.
Özellikle Körfez medyasından dostlar kendilerini çok heyecanlandıran ve umutlandıran bunca açılış ve açılımın karşısına muhalefetin soğanı çıkarmış olmasının ironisini yapmaktan kendilerini alamıyorlar.
Soğan konusu önemsiz midir? Elbette hayır. Esasen bizim siyaset tarzımızda halkın hiçbir sorununu küçümsemek yoktur. Bugün soğanın ve bazı gıda ürünlerinin anormal derecede pahalı olması hiçbir şekilde küçümsenecek bir konu değil. Bunu düşünmek iktidarın da işidir. Düşünecek de düşünmeli de, nitekim düşünülüp çareleri de aranıyor.
Halkın genel olarak bir pahalılık şikâyeti var. Enflasyon sorunu var.
Ona karşı faizleri artırmanın çare olacağını söyleyenler bugün ABD ve Avrupa’da artan faizlere rağmen bir türlü dizginlenemeyen enflasyon ve buna karşılık faiz artışları dolayısıyla duran üretim ve tüketimin yol açtığı stagnasyonu ya görmüyorlar veya görmezden geliyorlar.
Dünyanın tamamında pandemi ve sonrasında Rusya-Ukrayna savaşı dolayısıyla etkili olan bu sorunun en az etkilediği ülkelerden biri Türkiye. Erdoğan’ın faiz-enflasyon ilişkisi konusunda özel bir politikası var çünkü ve kim ne derse desin dünyadaki genel gidişat bile onu haklı çıkarıyor. Ortada somut göstergeler var.
Bununla konuşulmalı. Mesiyanik mucizelerin diliyle değil.
Soğanın tarih boyunca sahip olduğu sembolik anlamlara işaret etmem birilerini çok öfkelendirmiş. Tam isabet!
Söylemem gereksiz tabii, orada hedefim asla halk değildi, olamaz.
Dediğimiz gibi siyasi ve ahlaki bir ilke olarak halkın hiçbir sorununu küçümsemeyiz. Ancak Kur’an’da sembolik çağrışımları güçlü bir kıssadan hisseler çıkarmaya gösterilen tepkileri samimi bulmam veya hak vermem mümkün değil.
Ayrıca o kıssadan sadece muhalefete değil herkese dersler çıkar.
Kötüyü iyice tercih etme noktasına sadece muhalefet gelmez. Bu siyasetin, hatta toplamda hayatın genel sorunudur ve AK Parti’nin etrafındaki tercihlerde dahi bu yanlışlar görülür.
Haddizatında yazımda soğana atfedilen “
” boyutu,
Hz. Musa kıssasında modellenmiş olarak son derece sosyolojik bir konudur.
İslam tarihinde
bunun en güzel şerhini yapmış biridir.
Burada halkımızın soğanla, patatesle, domatesle ve genel olarak hayat pahalılığıyla sorununu küçümsemek yok.
Halktan gelen her şikâyet baş göz üste. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da çözümün adresi olma ahdinden geçmek yok.
Bilakis Kılıçdaroğlu ve soğanı 30 liraya satıldığı marketlerden alıp bize açlıktan bahseden tuzu kuru muhalefetin durumu ortada.
O paralelliği ben kurmadım, vakanın kendisinde böyle bir paralellik var, dikkat çektim.
O paralelliğin zımnında halka bir eleştiri yok, bilakis şu soru var:
Kılıçdaroğlu’nun soğanı öne sürmesiyle CHP’nin iktidar dönemlerinde halka karşı kurduğu tahakküm ilişkisine bir özlem mi var?
Orada CHP’nin halkı vatandaş bile saymayan, ekmeği karne ile dağıttığı, dinini, inancını, değerlerini yok saydığı, ona bir müstemleke gibi davrandığı, geçmişe özlem duyan CHP’liler var.
CHP’liler halka efendilik yaptıkları günleri özlüyorlar ve bunu da halkın soğanını kullanarak, öne sürerek ifade ediyorlar. Bu kadar basit.
Halkımızın o günleri özlediğini söylemek her zaman sağduyusuyla en güzel kararı veren halkımıza bühtan olur.
Yani kısacası köprüler yemek için değil geçmek içindir.
Soğan ve ekmek ise yemek içindir.
Kur’an kıssaları da düşünmek ve ibret almak içindir.
#Ekonomi
#TCG Anadolu
#Togg
#ABD
#Avrupa
#Yasin Aktay