Yaşadığımız dünya düzenine bir başka isim koymamız istenirse rahatlıkla “ İsrail istisnacılığı ” diyebiliriz. Kurulu dünya düzeni içinde, beğenmesek de, iyi-kötü herkesin kendini bağlı, uymak zorunda hissettiği kurallar vardır. Savaşın bile kuralları var, bir hukuku, bir ahlakı var ve bunlara herkes bir yere kadar uyar, uymayanlar bir dizi uluslararası yaptırıma tabi olur. Rusya bile Ukrayna’da ihlal ettiği bu kurallar dolayısıyla şimdi bir dizi siyasi ve ekonomik yaptırıma tabi tutuluyor. Herkesi
Yaşadığımız dünya düzenine bir başka isim koymamız istenirse rahatlıkla “
İsrail istisnacılığı
” diyebiliriz. Kurulu dünya düzeni içinde, beğenmesek de, iyi-kötü herkesin kendini bağlı, uymak zorunda hissettiği kurallar vardır. Savaşın bile kuralları var, bir hukuku, bir ahlakı var ve bunlara herkes bir yere kadar uyar, uymayanlar bir dizi uluslararası yaptırıma tabi olur.
Rusya
bile
Ukrayna’da
ihlal ettiği bu kurallar dolayısıyla şimdi bir dizi siyasi ve ekonomik yaptırıma tabi tutuluyor.
Herkesi bağlayan bütün bu kurallar İsrail sözkonusu olduğunda bir kenara konulur.
Ya her türlü akıl, izan vicdan ölçüleri devre dışı bırakılarak oldu bitti bir açıklamayla geçiştirilir veya o kadarcık bir absürt açıklama bile dünya kamuoyundan esirgenir.
İsrail işgalcidir
. Ama işgali normalleştirilir bu istisnai düzende. Başta 1948’de işgal ettiği topraklardan Filistinlileri büyük tehcire tabi tutarak kuruldu. Ardından 1967 yılında tekrar daha geniş topraklara yayılarak işgalini devam ettirdi. 1948 yılında yaptığı işgallerin üstü çizildi, oldubittiye getirilerek kendi toprağı kabul edildi artık, ama
1967’de yayıldığı topraklarda işgalci olduğu BM raporlarıyla da bütün dünyanın kabul ettiği bir gerçek.
Bu topraklardan çekilmesi gerektiği hususunda bir dizi BM kararı alında ama İsrail bu kararların hiçbirini tanımadı, yok saydı, yok sayarken küstahlıklar da yaptı.
Dünya düzeniyle saygısızca dalga geçti, hiç kimse üstüne alınmadı, normal görüldü yaptıkları. İsrail’dir ne yapsa yeridir gibi.
Yetmedi, işgal ettiği topraklarda yaşamakta olan Filistinlilere her gün sayısız hak ihlalinde bulundu. Evlerini gasp etti, keyfi biçimde öldürdü, işgal içinde işgalleri rutin hale getirdi. Bütün bunları yaparken her türlü insanlık suçunu irtikap etti ama bütün bu yaptıkları mazur görüldü,
çünkü geçmişte soykırıma maruz kalmış bir toplum olarak alacaklarını tahsil ediyor gibi muamele gördü.
İyi de Filistinlilerin ona bir borcu yoktu ki. Bu topluluğa o zulümleri yaşatmış olanlar Filistinliler değildi ki. O zulümleri Yahudilere yaşatmış olan Avrupalılar borçlarını Filistinlilere yüklemiş, İsrail’i de onların üzerine salmış. İsrail alacaklarını olayla hiçbir ilgisi bulunmayan Filistinlilerden tahsil ediyor.
Bu nasıl bir borç-alacak ilişkisidir?
İsrail’e sınırsız suç işleme imtiyazı tanıyan, işlediği her zulmü, yaptığı her ihlali bedeli önceden ödenmiş gibi temize çıkartabilen nasıl bir alacaktır bu?
Avrupalılar Yahudilere karşı uyguladıkları soykırım dolayısıyla İsrail’e borçlu olabilirler, ama bu borçtan Filistinlilere ne?
Tabii biz bunu bütün safiyetimizle soruyoruz.
Saf aklın ve vicdanın hemen sordurduğu bir soru bu. Ama vicdanı kurumuş, ruhu ve aklı iyice ziftlenmiş Batılı dünya buradan da kendisine bir yol açabiliyor. Bu yola bütün dünyayı sürüklemek istiyorlar, ama dünyanın tamamı bu borçla yükümlü değil ki.
Cumhurbaşkanı Erdoğan
önce Meclis grup toplantısında sonra
Filistin mitinginde
bu gerçeği dünyanın yüzüne bir kez daha vurdu. Apaçık hakikatleri çarpıtmaya adeta mahkum bırakan bu borç ilişkisine işaret etti ve
Türkiye’nin İsrail’e bir borcu olmadığını söyledi.
İsrail’in yaptığı her zulmü, her canavarlığı, orantısız ve anlamsız güç kullanımını “
kendini savunma hakkı
” çerçevesinde mazur gösterme konusunda sergilenen işgüzarlığın borçtan başka bir izahı olamaz. Ne yazık ki insanlıktan çıkmış, hayvanlara bile yakışmayan bir saldırganlığı “savunma hakkı” diyerek mazur göstermeye çalışmanın insanlığın aklıyla küstahça bir dalga geçmekten başka bir anlamı yok. Nitekim bu küstahlık ve bu alaycı tutum bütün dünyada algılanıyor artık ve dünyanın her tarafında İsrail istisnacılığına karşı halklar tepkilerini yükselterek ortaya koyuyor.
FİLİSTİN’İN KENDİNİ SAVUNMA HAKKINA NE OLDU?
İsrail’in tabu haline getirilmeye çalışılan “
kendini savunma hakkı
”na karşı “peki ya nerde kaldı toprakları işgal altında her gün canları, malları, mukaddesatları tehdit altında bulunan Filistinlilerin kendilerini savunma hakkı?” diye soruyor insanlar. Tabuyu yıkıyor kalabalıklar.
İsrail işgali karşısında baştan beri olduğu gibi bugün de kendini savunmaya daha fazla ihtiyaç duyan taraf Filistin’dir. İsrail’in kendisini Filistin’e karşı değil bizzat kendi saldırganlığına karşı savunmaya ihtiyacı var.
İsrail’e asıl tehdit Filistinlilerden değil, kendi saldırganlığından ve onu bütün cürümleriyle hoş gören, hatta kışkırtan ABD ve Avrupa’dan geliyor.
Bu kışkırtmalar karşısında kendisini asıl savunma hakkına başvuran Filistinlilerin gazabıyla, tufanıyla karşı karşıya getiriyor.
Kendi topraklarını işgale karşı savunan, düşmanı işgal etmiş olduğu topraklardan çıkarmaya çalışan hareketleri terör örgütü olarak nitelemek ucuz ve iğrenç bir kurnazlıktır.
BM Hamas’ı kendi topraklarını savunmaya çalışan bir halkın örgütü olarak tanır, doğrusu da budur.
Mücrim işgalci İsrail’e silahlarının gücüyle her türlü ihlali yapma imkânı veren ve her durumda onu destekleyen ABD’nin Hamas’ı terör örgütü olarak nitelemesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Onlar zaten işgalci ve karşılarındaki direnişin meşruiyetini sorgulatmak için ileri sürdükleri nitelemelerin, hatta argümanların hukuk dilinde bir karşılığı yoktur. Egemenlerin istisnai hukukunu geçerli kılmaya çalışan ABD ve İsrail’e karşılık evrensel ve uluslararası hukuk işgale karşı silahlı direnişi terör olarak görmez
. ABD ve İsrail karşılarındaki gücün terör örgütü olmasına karar verebilecek konumda değiller. Avrupa ise İsrail’e olan borç ilişkisi dolayısıyla kendi hukuk sürecine fesat karıştırmış durumda.
Hamas Filistin halkının Kuva-yı Milliyesidir.
Cumhuriyetin 100. yılında bazı CHP’lilerin ve bilhassa
Özgür Özel’in Hamas’ı terör örgütü değil vatanını savunan bir örgüt olarak niteleyen Erdoğan’a atarlanmaya kalkışması
, kimin nerede durduğunu, bağımsızlıktan, özgürlükten, milli mücadeleden ne anladığını çarpıcı bir biçimde gösteriyor.
Kuva-yı Milliye hareketini Yunanlılar da “terörist bir grup” olarak görüyordu nitekim.
Ona teslim mi olunmalıydı?
Bu arada, Netanyahu’nun Arap ülkelerine seslenerek
“Hamas’ı yok edemesek, sıra size de gelecek”
mealli sözleri Arap ülkelerine de Hamas’ı bir terör örgütü olarak kabul ettirmek için basit, kurnaz bir oyun. Arap ülkelerine asıl tehdidin İsrail olduğunu bilmeyen yok ama ne yazık ki sözleri kendisiyle şimdiye kadar bu algı alışverişini kabullenmiş ülkelerle bir anlaşma zeminine dayanıyor gibi.
Bazı Arap ülkeleri İsrail’i tanımasa bile Hamas’ı İsrail’in kendilerine tanıttığı gibi tanıyorlar.
Hamas’ın direnişçi şiddeti ile İsrail’in saldırgan, katliamcı, soykırımcı, işgalci şiddetini bir tutmanın sağlayacağı meşruiyetin hiçbir faydası olmayacağını bilmeleri gerekiyor.
Bütün mücrimliğine rağmen İsrail’in peşinde saf tutan ABD ve Avrupa ülkelerini motive eden şeyin ne olduğuna bakmaları gerekiyor.
Bu motivasyondan kendilerine hiçbir hayır sadır olmayacaktır. Safları tutmak ve sıklaştırmak lazım.
#Politika
#Hamas
#Filistin
#Recep Tayyip Erdoğan
#Yasin Aktay