Ortadoğu, özellikle soğuk savaş yıllarından itibaren kendi halklarını sıkı muhaberat rejimleriyle kontrol altında tutan diktatörlerin Batılı ülkelerle kurdukları yanaşmacı ilişkilerle ayakta kaldıkları bir coğrafya. Söz konusu yanaşmacı ilişkilerin buradaki diktatörler için ödüllerinden birisi, genellikle insan hakları, demokrasi, ifade özgürlüğü gibi konularda katlanılmaz ve üstesinden gelinemeyecek bir baskıdan muaf tutulmaları oluyor.
Bu diktatörler demokrasi ve insan haklarını geliştirmemek için ülkelerinde var olan İslamcı eğilimleri kolaylıkla bahane olarak gösterebiliyorlar ve bu bahaneleri, kendi kendilerine hakem tayin ettikleri Batılı çevreler tarafından kolaylıkla kabul görebiliyor. Ceza sahasında İslamcılarla basit bir temasları, haksız olup olmadıklarına bakılmaksızın, İslamcılar aleyhine bir penaltı kararının verilmesi için yeterli oluyor.
Kimse gerçekten İslamcı bir şiddetin olup olmadığını veya varsa bile İslamcıların bu şiddetin kurbanı mı, nedeni mi olduğunu sormaya gerek duymuyor nasılsa. Dünyada bu İslamofobik duygular ve önyargılar var olduğu sürece Müslümanlar her zaman olağan şüpheli olarak diktatörlerin kendi katliamlarını, insan hakkı ihlallerini, demokrasiyle sorunlarını haklı ve mazur kılmaya devam edecek gibi görünüyor.
Ortadoğu'da “İslamcı terör” olgusu elbette artık salt bir söylemden ibaret değil, bir vakadır, ama bu vakanın buradaki otoriter rejimlerin varlıklarını devam ettirebilmeleri açısından bir işlevselliği olduğu da aynı ölçüde tartışılmaz bir gerçektir. Bu işlevsellik artık kolay örtbas edilemeyecek bir işbirliğinin mevcudiyetini de gösteriyor. 11 Eylül'den sonra El-Kaide'nin aynı anda dünyanın her yanında ortaya koyduğu eylemlerle ulaştığı sınır-aşırı mobilite uluslararası bir akıl ve idare olmadan, salt İslamcıların kendi imkanlarıyla, güçleriyle veya stratejik akıllarıyla anlaşılabilecek ve açıklanabilecek bir durum değildi.
El-Kaide'nin eylem yaptığı her yer aynı zamanda uluslararası müdahalelere de alan açmış oluyor ve bu alanlar kesinlikle Müslümanlar için, yerli halklar için hiç bir kazanım getirmiyordu, aksine Müslümanlara sadece kaybettiriyordu.
İnsan muhayyilesini aşırı derecede zorlayan eylemleriyle uzun süre işlevselliğini sürdüren El-Kaide'nin yerini almaya aday DAEŞ'in coğrafi sınırları hiçe sayan yayılma hızı, radikallik, şiddetin kullanımı, şiddetin pornografisi, İslam'ın nefret ettirici ve itici sunumu, farklı uluslararası aktörlerle paslaşma tarzı, velhasıl her alanda El-Kaide'yi kısa süre içinde hızla aşan performansı dikkatlerden kaçmıyor. Suriye'de ve Irak'ta bir ölüm olarak ortaya çıktığı her yerde oradaki sıtma kabilinden cani örgütlere rahmet okutma, onlara etkinlik alanı açma işlevini yerine getiriyor. Böylece “DAEŞ'le savaş” bir meşruiyet kaynağı haline gelebiliyor.
Suriye'de rejime muhalefet saflarında ortaya çıkıyor ama şimdiye kadar rejimin kendisiyle hiç bir savaşı olmuyor, aksine bütün savaşı Özgür Suriye Ordusuna karşı yürütüyor. Bu durum Ortadoğu'da terör ile diktatoryal rejimlerin yürüttüğü kirli ilişkinin bir bakıma en yüzsüzü, en açık oynananı; aynı zamanda bu zalim rejimlerle sözüm ona “İslamcı terör örgütleri” arasındaki kirli ilişkinin en yüzeye çıkmış hali...
Ancak bu düzeye kadar gelmiş bu ilişkinin gelinen noktada aynı kontrol düzeyinde ve aynı başarıyla sürdürülmesi o kadar kolay olmuyor. Bu araçlar bir süre sonra kendilerini yöneten odakların da kontrolünden çıkıp başka aktörlerin de kullanabildikleri bir markaya dönüşebiliyor. Kaosu yaratanlar, bu kaosun içinden her zaman umdukları sonucu çıkaramazlar. Hatta büyük çoğunlukla bu kaos üretimine, bir sosyal ve siyasal mühendislik hesabıyla, büyük bir “üst akıl” kibriyle girişenler, hiç ummadıkları, hatta kendi planlarıyla tamamen çelişen sonuçlarla da karşılaşabilirler.
Bu arada Mısır'da tam bir darbe terörü ile meşru yönetimi deviren Sisi mahkemeleri, Türkiye 'deki seçimlerin hemen ardından Mursi ve onlarca arkadaşını idama mahkum etti, müftülük bu kararı onadı. Sisi de bu cezaların en kısa zamanda uygulanacağını duyurdu.
İdamları insanlık dışı bir uygulama olarak gören sözüm ona modern, demokratik dünyanın gözü önünde Mısır gibi bir ülkede yüzlerce kişinin idamına doğru adım adım gidiliyor. Herkeste nasılsa uygulanmaz diye bir aymazlık var, ama bu aymazlığın sonu hayra alamet değil. Sisi'nin şu ana kadar yaptıklarına ve dünyanın buna karşı tepki dozuna bakıldığında her an her şey olabilir Mısır'da.
Bir anda Mısır'ın 7 bin yıllık tarihinde halkın oyuyla seçilmiş tek cumhurbaşkanının, seçimle iş başına gelmiş bakanların ve milletvekillerinin idamını da izleyebiliriz. Böyle bir gelişmeye karşı dünyanın vereceği muhtemel tepkiden Mısır halkına bir hayır gelmeyeceği belli. Zira böyle bir gelişme olursa zaten dünyanın şu ana kadarki tepkisizliğinden cesaret bularak olmuş olacak.
Geçtiğimiz günlerde tamamen yoksul ailelere insani yardım işiyle meşgul İhvan mensuplarının bulunduğu bir eve baskın yapan Mısır polisi 13 İhvan yetkilisini herkesin gözü önünde yargısız infaz etti. Bu insanlık dışı yargısız infazın İhvanla ilgisiz Sina'da DAEŞ terör örgütüyle girişilen bir çatışmanın hemen ardından gelmiş olması, Mısır'ın teröre karşı en mesafeli hareketi olan İhvan ve benzeri hareketlere karşı mücadelesinde DAEŞ'e nasıl bir rol yazılmış olduğunun ipuçlarını veriyor.
Bütün zulüm ve baskılara rağmen silaha sarılıp şiddete başvurmayan İhvan'la daha etkili mücadele için DAEŞ devreye sokuluyor. DAEŞ saldıracak, ama rejim DAEŞ yerine, onu bahane ederek, İhvan'ı infaz edecek. Dünya da salağa yatıp izleyecek.