Bir insanın içindeki hakikati uyandırmak uzun, adım adı, mantıklı bir akıl yürütmenin sonucunda oluşur. Ama yine içindeki cahiliyeyi uyandırmak için hemen yanındaki birinin ayartması, sonra bunun diğerindekini dürtmesi yetiyor. Bazen insanların cahilce fikirler üzerinde bir güruh halinde ittifak edip sevk edilebilmeleri, aklıyla, vicdanıyla hareket edebilmesini daha çok yakıştırdığımız insana musallat olan en büyük düşüklük. Azıcık düşünse, biraz vicdanına, izanına müracaat etse, bu işin sonunun
Bir insanın içindeki hakikati uyandırmak uzun, adım adı, mantıklı bir akıl yürütmenin sonucunda oluşur. Ama yine içindeki cahiliyeyi uyandırmak için hemen yanındaki birinin ayartması, sonra bunun diğerindekini dürtmesi yetiyor. Bazen insanların cahilce fikirler üzerinde bir güruh halinde ittifak edip sevk edilebilmeleri, aklıyla, vicdanıyla hareket edebilmesini daha çok yakıştırdığımız insana musallat olan en büyük düşüklük. Azıcık düşünse, biraz vicdanına, izanına müracaat etse, bu işin sonunun
kendisi için nasıl bir felaket olduğunu görüp, gitmeyeceği bir yolu bir başkasının peşine rahatlıkla takılıp gidebiliyor insan.
Omuzlarının üstünde bir baş taşıdığını, o başla düşünebileceğini, düşünmesi gerektiğini unutuverir orda. Orada düşüncesini unutan vicdanını da unutur, mertlik, merhamet, töre gibi erdemleri de askıya alır.
Kitle psikolojisidir, linç kültürüdür, insanları bir sürü haline getirir. Kitlenin başını çeken nereye götürürse oraya
. Geçtiğimiz günlerde biri
15 yaşlarında iki çocuğun kendi aralarında bitmiş kapanmış kavgasının ardından 50 kadar kişinin bir sitenin içine girip Yemenli çocuğa karşı giriştikleri linç girişimi böyle bir kitle psikolojisinin sonucu.
Ne akıl vardır orada, ne vicdan, ne mertlik ne de en ufak bir ölçü
. Çocukcağız elli kişinin arasında can havliyle neye uğradığını şaşırmış olarak oraya buraya koşuşturuyor. Korkunç bir manzara…
Bu tür manzaraların son zamanlarda farklı şekillerinin daha sık yaşanıyor olması bir yerde üzerinde durup düşünmemiz gereken tehlikeli bir gidişat
. Bu linç kafası için linçin nesnesi bir yerden sonra çok önemli değildir. Bugün mülteciye, yabancıya karşı harekete geçer, bir alışkanlığa dönüşür, yabancı kalmayınca kendi insanını, kendi kardeşini linç etmeye yönelir.
Ben “Suriyeliler için bu şekilde tedirgin hale getirilen bir ülke zannetmeyin ülke vatandaşlarının daha rahat, daha güvenli yaşayabilecekleri bir ülke olur” dedim diye insanlıktan çıkmış aynı linç kafası dönüp “Türk milletini” tehdit ediyor diye ortalığı velveleye vererek yeni bir linç hedefi gösteriyor. Kastettiğim şeyi tam da ispatlayarak. Oysa tehdit işte tam da bu linç kafasıdır. İftira ile, tahrik ile, halkın bir kısmını bir kısmına karşı kışkırtarak, nefret ettirerek bir siyasi rant elde etmeye çalışan kafa.
Yabancıdan sonraki tehdit, yabancıya insanlık dışı muameleyi görenlerin ucuz hatta haksız zafer imtiyazıyla aramızda dolaşmaları, daha da pervasızlaşmalarıdır.
TÜRK DİLİNİ KORUMAK İÇİN ARAPÇA İLE MÜCADELE
Bu tahrik edici velveleden cesaret bulan linç kafasının bir hedefi de Arapça tabelalar oldu. Geçtiğimiz günlerde bazı belediyelerin Arapça tabelalara karşı açtığı savaş ne yazık ki ülke olarak bizi cümle aleme karşı gülünç duruma düşürecek rezil rüsva bir görüntü oluşturdu. Olayın cereyan ettiğim mekanlardan biri olan Mersin Medyasında uzun yılardır yazan
Harun Arslan bu yaşanan olayın “hele bir de Türkçemizi korumak adına yapıldığı iddiasındaki traji komikliğe”
vurgu yaparak ve haklı olarak indirilen Arapça tabelaların hemen yanındaki Rusça, İngilizce, Fransızca tabelaların dokunulmazlıklarına dikkat çekiyor. Suriye savaşı başlamadan önce Mersin’deki işadamlarının Suriyeli Arap turisti celbetmek için girdiği yarışın bir tezahürü olmuştu Arapça tabelalar.
Türkçeyi korumak adına hareket ettiklerini söyleyenlerin Türkçe ile bir ilgileri de yok, hiçbir dil böyle de korunmaz
. Takdir edersiniz ki bizden çok daha fazla gelişmiş olan ABD’de Çin mahallelerinde neredeyse hiç İngilizce tabela bulunmaz, ne o mahallelerde ne de ülkenin başka yerlerinde Çince, İspanyolca veya Arapça tabelalarla İngilizce dilini korumak adına mücadele edildiğini gören, duyan olmamıştır.
Aynı şekilde Almanya’da Türklerin yaşadığı bazı mahallelerde çok yoğun Türkçe tabelalar vardır.
Türkler Almanlara bize nargilenin göründüğünden çok daha garip görünen kültürel alışkanlıklarıyla, tabelalarıyla var oluyorlar. Bir gün bile Almanların Türkçe tabelalarla Almancayı korumak adına mücadele ettiklerini görmedik. Elbette Almancayı öğretmek için ayrı bir hassasiyetleri ve politikaları vardır.
Arkadaşımız
da bu konuyu enine boyuna çok güzel ortaya koydu. Bu politikaların Türkçeyi koruma adına yürütülmesi büyük saçmalık.
Türkçeyi kime karşı koruyorsunuz? Türkçenin içinde Arapça kaç kelime olduğunu biliyor musunuz?
Bugün fiilen kullandığımız Türkçenin 7000 kelimesi Arapçadan alınmıştır.
Bir zamanlar yapılmaya çalışıldığı gibi dili korumak adına bütün Arapça kelimeleri çıkarsanız “cümle” bile kuramazsınız.
Cümle de nihayetinde Arapça bir kelimedir.
Ayrıca Yusuf Kaplan’ın ifadeleriyle
“Türkçe, Kur’ân Arapçasından süt emdi ve hakikatin sesi oldu
. Türkler, Müslüman oldukları, İslâm’ın medeniyet dili Arapçayla,
Kur’ân Arapçasıyla Türkçeyi medeniyet dili olarak yeniden inşa ettikleri için bin yıl sadece İslâm tarihini değil dünya tarihini de yaptılar.
Türkçe, Kur’ân Arapçasından kana kana beslenmesini bildiği için ruhun şarkısını terennüm eden bir şiir ve gönül diline dönüşebildi.
Oradan adalet, hakkaniyet, kardeşlik timsali; herkese hayat hakkı tanıyan; Batılılar gibi hiçbir medeniyetin kökünü kazımaya kalkışmayan;
aşılamamış, anlaşılamamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış
muhteşem, evrensel bir medeniyet tecrübesi yeşerttiler ve insanlığa armağan ettiler,
Latin Alfabesini öz Türkçe alfabesi zanneden bir cehalete
de dikkat çekiyor Kaplan. Bu cehaletin devam etmesi isteniyor maalesef, çünkü kitle psikolojisi üzerinden siyaset ancak cehaletin pekiştirilmesiyle, öğretilmesiyle mümkün olabiliyor.
BATILILAŞIRKEN DAHA FAZLA DOĞULULAŞMA ÇELİŞKİSİ
Türkiye’nin ulusallaşma sürecinin aynı zamanda abartılı bir “Batılılaşma” hareketiyle birlikte gerçekleşmiş olduğunu görmüyor birileri.
Çok övündükleri ulusallıklarının paradoksal olarak aynı zamanda kendileri olmaktan çıkarak gerçekleştiğini görmüyorlar. Görülmeyecek gibi bir şey değil halbuki. Türkiye için iddia ettikleri ulusal kimlik aynı zamanda bin yıllık köklü kimliğinden uzaklaşmayı, Batı’ya daha fazla benzemeyi gerektirmiştir. O kadar ki, insanlığa sunacağımız hiçbir özgün değerimiz kalmamıştır. Tam da
’nin tasvir ettiği hal: Batıyı taklit eden Türkiye bu haliyle ne Batı’ya benzeyebilmiş ne de kendisi olarak kalabilmiş, hiçbir özgün iddiası kalmamıştır.
Türkiye modernleşmesi üzerine çalışmalarıyla bilinen sosyolog
de Türkiye’nin Batılılaşma çabalarındaki paradoksu şöyle ifade eder:
Batı’ya benzemek için doğulu kökenleriyle çok abartılı ve vurgulu bir mücadele etti Türkiye. Bu mücadeledeki doğululuğa aşırı vurgu paradoksal olarak onu daha da fazla Doğululaştırdı.
Halimiz bu. Epeyce bilimsel, teknolojik, siyasi, toplumsal mesafeler kaydettik aslında bunu aşmak için. Bugün bu çelişkiyi aşabilecek bir sosyolojik ve siyasi gücümüz var, ama dönüp dolaşıp o çelişkiye yakalanıyoruz.
Arapça tabelalar bize aslımızı hatırlatıyor, birilerinin utandığı, kurtulmaya, uzaklaşmaya çalıştığı özümüzü.
#Toplum
#Aktüel
#Yasin Aktay