Her gün birkaç defa benzer açıklama geçiyor; “Teröristlerce yerleştirilen el yapımı bombanın patlaması sonucu…”
Böyle yazılıp böyle okununca bir anlam ifade etmesi zor oluyor.
Sonra el yapımı denilen o bombalardan onlarcası yakalanıp fotoğrafı ortaya çıkınca neye benzediği biraz daha anlaşılıyor. Koca, büyük tüplerden oluşturulmuş yüzlerce kilo patlayıcı içeren şeylerden bahsediyoruz.
İçindekilerin hemen tamamının canını alan bir şeyden bahsediyoruz.
Sıcaklığın yüzlerce santigrat dereceye çıkıp, basıncın iç organları patlattığı, kulakların sağır, gözlerin kör, bilincin yok olduğu, nefessiz bırakıp üste de zehirleyen bir patlama, ısı, basınç, yakma, parçalamadan bahsediyoruz.
Uluslar arası bütün anlaşmalarda, bütün yazılı metinlerde, savaşta bile suç kabul edilen bir şeyden bahsediyoruz.
Sadece pusu üzerine kurulu bir kahpelikten.
O patlayıcıları kazdıkları toprağa yerleştirip sonra üzerinden asfalt atılmasını sağlayıp görünmez hale getiren bir organizasyondan bahsediyoruz.
Bahsettiğimiz şeyin aslında hiç de farkında olmadan yazıp çizip konuştuğumuz ayan beyan ortadayken üstelik. Ölümlerin rutin, şehit cenazelerinin yeni bir yarılmanın vesilesi, olup bitenleri anlamlandırmada kafa karışıklığının esiri bir gündem.
Şehit edenlerden yana yayıncılığında hiçbir endişesi olmayan gazetenin manşetine, şehit edilenin ağabeyinin itirazını yerleştirmek sürrealist bir kâbusta olduğumuzu ispatlıyor.
Evde aile bireyinin parmağına iğne batsa, bir damla sıcak çay değse içi geçenler metil etil keton veya aseton peroksit patlatılarak öldürülenlerin faillerine şuursuz bir meşruiyet kazandırmaktan vazgeçemiyor.
Onlarca şehit haberi üst üste birikiyor ama sanki araçları kazayla devrilmiş, tesadüfen bir roket mevziye gelmiş, kurşunlar
Mars'tan atılmış gibiler.
Öldüren, saldıran, yakan yıkan var ama fail yok.
Ölen şehit olan, kaçırılan, yaralanan var ama saldırgan yok.
Uluslararası mahkemelere hayran, Batılı yasalara kurban bilinçleri pusu kurulmuş, en etkili son ürün kimyasal patlayıcıları mayın haline getirmiş bir örgüte dilsiz.
Lanetlenmiş bir saldırı biçimi olarak mayın ve pusu kalleşliği için yolun asfaltlanmasına kadar işlenen o ahlaksız olduğu kadar ince işçilikten bihaber…
Şehit değil şehit yakınının kendisi önemli tabii ki eğer “Vatan sağolsun” demiyorsa.
Sürreal kâbus bitsin diye bas bas bağırıyor işte Cemil Bayık; “ABD'yle tabii ki ilişkimiz var. Yok diyor, inkâr ediyorlarsa numaradan, sırf Türkiye'yi IŞİD'le mücadele içine çekmek için yalandan öyle diyorlar…” diye beyanat veriyor.
2014'ten beri söylediğini tekrarlıyor; silahlı ayaklanma diyor, mücadelemiz sürecek diyor, diyor da diyor…
Türkiye'de olağanüstü bütün dönemlerin suç ortakları arasında mutlaka tekelci sermaye, yabancı ortak gibi Türk basını ve belirli ölçüde akademisi de yer aldı.
Bugün de yer alıyor.
İlkeleri değil çıkarları, memleketin hayrı değil yerli-yabancı “patronlarının” kârından başka pusulaları yoktur.
Önce Bulgaristan bağımsızlığına sonra Ermeni ayrılıkçı hareketlerine giden yolda Robert Kolej ne işlevi yapmışsa, bugün de yine bu toprakların içinde aynı işlevi şimdi ayrılıkçı Kürt ideolojisi ve onun araç olarak seçtiği terörizm için üstlenen adı konmamış bir Robert Kolejimiz var.
Eskisi gibi güçlü, eskisi kadar aktif.
Bankacı, sanayici aileler, sol ve liberal tandanslı gazete dergiler, akademi ve kültür dünyasına hükmeden yayınevleri, Helsinki Yurttaşlar'dan Londralara, Soros'a kadar uzanan ağlar, sosyal medyada büyük etkinlikten “üstad” olarak dayatılmış yazarların aynı “kolej”in çeşitli fakültelerinde istihdamına kadar canlı ve gözümüzün önündeler.
Aynı operasyonları, aynı algı oyunlarını, aynı tersyüz etme hokkabazlıklarını büyük başarıyla icra ediyorlar yüz elli yıllık tecrübeleriyle.
Onların şuursuzluğu, şımarıklığı, çıkarlarıyla metil etil keton veya aseton peroksitin aynı yerde olduğunu tıpkı dün gibi bugün de biliyoruz.
Tam karşılarında da toprağın ve milletin ve şehitlerinin bulunduğu gibi…