Eski ve yeni Kudüs

04:0026/12/2017, Salı
G: 18/09/2019, Çarşamba
Yaşar Taşkın Koç

Trump’ın ortalığı karıştıran kararı Noel arefesinde iyice sessizleşmiş görünüyor. BM’de neredeyse bütün dünya kararı reddeden oylamayla gerekli cevabı verdi. Hemen hemen herkes diyorum çünkü çekimserlerin de niye çekimser kaldığı malum. Oylama sonucunun teorik karşılığı yok ama pratik sonuçları var ve olacak elbet.İnşallah bu saçmalıktan Filistin Devleti’nin kurulup tanınıp Kudüs’ün onların da başkenti olması yolunda hızlanma gibi bir hayır çıkar.Aktüel konularımızın hep tarihte yeri olması hatta

Trump’ın ortalığı karıştıran kararı Noel arefesinde iyice sessizleşmiş görünüyor. BM’de neredeyse bütün dünya kararı reddeden oylamayla gerekli cevabı verdi. Hemen hemen herkes diyorum çünkü çekimserlerin de niye çekimser kaldığı malum. Oylama sonucunun teorik karşılığı yok ama pratik sonuçları var ve olacak elbet.


İnşallah bu saçmalıktan Filistin Devleti’nin kurulup tanınıp Kudüs’ün onların da başkenti olması yolunda hızlanma gibi bir hayır çıkar.

Aktüel konularımızın hep tarihte yeri olması hatta köklü bir yeri olması şaşırtıcı değil. Kudüs meselesine de bakınca bin yıllık bir macera görünüyor işte. Thomas Asbridge’ın Haçlı Seferleri isimli kitabı bu açıdan hem yeni ve dolayısıyla bugüne kadar bilinenlerin aksine çarpıcı tezleri olan bir eser.

Asbridge, Ortaçağ’ın tartışmasız en önemli meselesi ama orada kalmayıp günümüze kadar büyük etkileri olan seferleri incelerken sanıldığının aksine dönemin Hıristiyanlığında savaş ve benzeri şiddetin meşru kabul edilmediğini ve o yüzden bu işi kotaran Papalığın öyle hemen bir seferde orduları seferber edemediğinin altını çiziyor. Okudukça, amaçlarına ulaşmakta başarılı olabilen tek sefer olan birincisinin de aslında İznik, sonra Antakya’da mucizevi şekilde sona ermekten kurtulduğunu görüyoruz.

Bütün bunlar Batı Avrupa’yı sarsarken Müslüman Ortadoğu ve civarı ne yapıyor? Onlar ne gelen dalgaların farkında ne dini coşkunun sürüklediği kitlelerin amacından haberdar ne aralarındaki çekişmeyi bırakıp çare arıyorlar. “Bizans’ın paralı askerleridir… en fazla yakar yıkar yağmalar giderler” diye düşündükleri kitlelerin kalıcı olmayı amaçladıklarını epey geç fark ediyorlar.

Kudüs’ü tekrar ele geçirince Avrupa’da bu zaferin doğurduğu çok büyük heyecana rağmen Müslüman dünyasında konuyla ilgili ciddi bir kıpırtıdan bile bahsetmek mümkün değil.

Ne benzerliktir ki bölgeden kaçanların başlarına geleni anlattıkları, katliamları, kıyımları aktardıkları dönemin yöneticileri de sadece duygulanıyor bu manzara karşısında ve o Cuma namazdan sonra protesto gösterisi yapılıyor sadece. Hepsi bu…

Dört ayrı şehirde krallık prenslik kontluk kurdukları zaman ancak anlıyor Müslümanlar olup biteni.

Sonrası karşı ataklar, tekrarlanan başarısız seferler ve nihayetinde Hıristiyan topluluklar kalsa da bölgenin İslamlaşması.

Sonra 1. Dünya Savaşı sonra ikincisi ve İsrail’in kuruluşu ile ertesinde yaşananlar.

Tarih akıp gidiyor. Günümüze kadar geliyor yuvarlanan bu tekerlek.

Bizim aktüel gündemimiz ise şu sıra son Kanun Hükmünde Kararname ve içeriği.

Özellikle tek tip elbise uygulaması ile özellikle 121. maddedeki 15 Temmuz olaylarında darbeye direnen sivillerin hukuki ve idari sorumsuzluk getirilmesi kıyasıya tartışılıyor.

Maddedeki tanım tarih aralığının ucunu açık bırakan bir yoruma müsait olduğu için eleştirildi ilkin. Sonra hükümet ve parti yetkilileri tanımın sadece 15 ve ertesi gün de sürdüğü için 16 Temmuz 2016’daki darbeyi püskürtmeyle sınırlı olduğunu açıkladı.

Yine de yani sadece iki günle sınırlı olsa bile resmi görevli olmayan kişilerin eylemlerinin yargıdan bağımsız hale getirilmesine güçlü biçimde karşı çıkan eleştiriler var. Burada itiraz edilen 15-16 Temmuz’daki direnişe katılanların yargılanmalarının talebi değil, onları suçlu gören bir anlayış hiç değil.

İlki, teorik olarak böyle bir hukuki ve adli sorumsuzluğun getirilmesinin doğru olmadığı.

İkincisi de pratik sonuçları açısından ileride de benzer durumlarda bunun suiistimal edilebileceği endişesi.

KHK yayınlandı ve yargı yolu kapalı ve fakat tartışmalar sürüyor.

Biz, başladığımız yerden, bin yıl öncesinden günümüzü de aydınlatacak bir anekdotla bitirelim;

14 Temmuz 1099 yani Hıristiyanların Kudüs’ü almakla sonuçlanacak iki günlük hücumlarının ilk günü, şehrin kuzeydoğusundaki Şam Kapısı’na büyük bir koçbaşıyla saldırdılar. Dış savunma hattı yıkıldı. Savunmadaki Fatımi askerler iç duvarı da yıkacak korkusuyla koçbaşını yakmak için yukarıdan tutuşturulmuş kükürt, zift, balmumu atıyordu. Hıristiyanlar bunu söndürmek için uğraşırken, komutanları, koçbaşının içeriye girmelerini engelleyecek büyüklükte olduğunu fark edip yanmasına müdahale edilmemesini istedi. Şimdi de Fatımiler yukarıdan su döküp koçbaşının yanmasını önlemeye çalışıyordu.

Öyle tuhaf bir andı ki, Hıristiyanlar kendi silahları yansın, yok olsun; rakipleri de “Aman yanmasın, sönsün, öylece kalsın” diye uğraşıyordu.

Hayat, düşündüğümüzle sonra gerçekleşen arasında sık sık beklenmedik sürprizlerin olabileceğini bir kez daha gösteriyordu.

#Kudüs
#Fillistin