Ölü sayısı yükselip duruyordu; otuz olmuştu ikindiyi biraz geçe.
Yunus'un dizelerinin insanın yüreğine oturduğu bir akşamdı gelen;
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi…”
Otuz cana otuz saniye yanmadan suçluyu bulup infaz edenler; karşılıklı küfredenlerle dolup taşıyordu yine sanal medya.
Patlama anının görüntüleri düştü sonra televizyonlara, internete, bilgisayara, cep telefonuna… izleyebileceğimiz her yerden yağdı üstümüze.
Ne şanssız insanlarmışız ki ölümlerin de canlı yayınlandığı bir dönemi yaşayıp görüyoruz; özümüz hiç de kıpırdamıyor üstelik.
6 Ekim'de, son Kurban Bayramı'nın birinci akşamı yaptığı açıklama sonrası Güneydoğu'daki kargaşada elliden fazla insanın öldürüldüğünü hiç hatırlamıyor olmalıydı ki HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bu sefer de “Artık halkımız, tüm il ve ilçe teşkilatlarımız kendi güvenlik tedbirlerini almalı” deyiverdi.
Tam da sağduyu, birlik beraberlik mesajları beklerken.
Tam da bütün yöneticilerden “Hepimizin başı sağolsun” duymayı umarken…
Bazıları büyükşehir olmak üzere onlarca ilde halkı alanlara çağıran mesajlaşmalar başlamıştı çoktan meşum şekilde.
Otomatik suçlu “Akape”ydi zaten; çünkü canlı bomba “onun partneri” Işid'in elemanıydı.
Düz basit otomatik bir hesapla kafası rahat klavyelerden mikrofonlardan ateş saçmak dünyanın en kolay işiydi nasılsa.
Sonra çocuklar ölüyordu, gençler…
Kimin umrunda?
Fırsat kollayanlar boş durmayıp Adıyaman'da askere saldırdı birkaç saat sonra; bir Başçavuş şehit oldu.
Bundan sonra da ellerinden geleni artlarına koymayacaklar belli ki.
Türkiye'den ne istiyorlar, henüz bilmiyoruz.
Çözüm Süreci'ne saldırı desen, mesele Türk-Kürt kavgası değil. Oraya getirmek için işi epey uğraşacaklar niyet buysa.
Bir koalisyon modelini dayatmak, Türk siyasetini tanıyanlar için dudak bükülecek bir zorlama olur.
Türkiye'yi tampon bölge kurmaktan mı kendi toprakları içinde güvenlik önlemlerini almaktan mı caydırmaya çalışıyorlar?
Ankara'yı Suriye'de operasyona mı zorluyorlar yoksa?
Soru çok; cevap yok.
Ama bombalar patlar, çocuklar ölür, gençler…
Toplum gerilir, ortalık karışır, tam “Rahatladık çok şükür bu sefer galiba” dersin yenisi gelir…
Sonra o da geçer.
Yine çocuklar ölür, gençler…
Gazeteler büyük kara puntoların altına patlama anından fotoğraflar yerleştirir.
Televizyonlar zihnimize kazır ölümden önceki son anı ve sonraki dumanı.
Bu da geçer.
Her neyse o hesap; her neyse bu terör; her ne çıkarım varsa sonunda boşa düşer.
Ölülerimizle, şehitlerimizle baş başa kalırız.
Ailelerin evinin ortasında kalır o doldurulamaz boşluk.
Birer isim ve sonra tarih nihayet sayı olup giderler bizden uzağa.
“Işid tam da bir başka büyük Akdeniz meselesine, Kıbrıs'taki çıkarmayı yaptığımız güne nasıl denk getirdi acaba?”… “Örgütün böyle bir tarih hafızası mı var yoksa her şey tesadüf mü?” diye düşünüp durduğumuz sorular da unutulur çabucak.
Geride ölmüş çocuklar, parçalanmış gençler kalır hafızanın en uzak köşesine doğru seyahat eden.
Belki en fazla Yunus'un şiirine başladığı gibi biter hayatımız;
“Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi…”
Bizimki biter; hesapların planların art niyetlerin dışında yine de bir hayat sürer.
Bombalara, kışkırtmalara, ölülerimize rağmen:
Hem bu topraklarda, hem elaleme inat hep bir arada…