Avrupa müzik tarihinin belki de ilk kırılma dönemi, 14. yüzyılda Philippe De Vitry’nin “Ars Nova” yani “Yeni Sanat” adlı kitabından sonra müziğin de eski sanatın kalıplarını zorlayan bir gelişme gösterdiği Gotik Dönem sonları ve Erken Rönesans Dönemi’dir. Özellikle “Yeniden Doğuş” anlamına gelen Rönesans, Avrupa müzik tarihinde kilisenin belirlediği müzik normlarına karşı bir yeni hareketi de anlatır. Ancak müzikte Rönesansı hazırlayan sürecin de öncülüğünü Philippe de Vitry’nin yaptığı “Ars Nova”
Avrupa müzik tarihinin belki de ilk kırılma dönemi, 14. yüzyılda Philippe De Vitry’nin “Ars Nova” yani “Yeni Sanat” adlı kitabından sonra müziğin de eski sanatın kalıplarını zorlayan bir gelişme gösterdiği Gotik Dönem sonları ve Erken Rönesans Dönemi’dir. Özellikle “Yeniden Doğuş” anlamına gelen Rönesans, Avrupa müzik tarihinde kilisenin belirlediği müzik normlarına karşı bir yeni hareketi de anlatır. Ancak müzikte Rönesansı hazırlayan sürecin de öncülüğünü Philippe de Vitry’nin yaptığı “Ars Nova” yani “Yeni Sanat Dönemi” olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Philippe De Vitry’nin motet ve şansonlarını, müzikteki değişimin işaretleri olarak değerlendirmek mümkün. Vitry’nin çağdaşı olan din adamı Guillaume de Machaut’yu unutmamak gerekir. Machaut da tıpki Philipp de Vitry gibi Rönesans’a uygun müzikler yapmıştır. Machaut için missanın babası diyebiliriz. Missa, Katolik kilisesinin bir tür tören müziğidir. Kyrie, Gloria, Sanctus, Benedictus ve Agnus Dei gibi bölümlerden oluşur. Missa, büyük biçim olarak süiti andırır. Süit ise bir Fransız halk dansıdır.
Yeni Sanat Dönemi, müzikte Notre Dame Dönemi ve Ars Antiğin, yani kilisenin ve eski sanat döneminin tek düzeliğinin aşılmaya çalışıldığı bir dönemdir. Ve bir anlamda Rönesans’ın da yolunu açar. Ancak yine de bu dönem müziklerinde dînî bir etki ve içeriğin olduğunu söyleyebiliriz. Rönesans müziği, aşağı yukarı 4. yüzyıldan 15. yüzyılın sonlarına kadar devam eden kilise etkisinin yavaş yavaş kırılmaya başlandığının göstergesidir ve müzik Rönesans ile birlikte daha başka bir ifade biçimi hâline gelir. Elbette kilise hâlâ etkilidir ve bu dönemde bile bazı müzisyen din adamlarının müzikte etkin olduklarını söyleyebiliriz.
Gotik çağın sonları Avrupa müziğinde yeni bir sürecin başladığına işaret eder. Rönesans’a yöneliş müzikte çok sesliliğin geliştiğinin de göstergesidir. Bu süreçte en önemli besteci erken Rönesans öncülerinden Guillaume Du Fay’dir. 1397 ve 1474 yılları arasında yaşamış olan Flaman din adamı ve besteci Burgonya Ekolü’nün de temsilcisi olarak 15. yüzyıl Avrupası’nın en önemli besteci kabul edilir. Rönesans’la birlikte yeni müzik formları da gelişir. Heinrich Isaac, Josquin Depres, Johannes Ockeghem, ve Clement Janequin de önemli bestecilerdir. Ancak bu süreç içerisinde Giovanni de Palestrina gibi referansları Kilise olan ve çok sayıda missa ve motet bestelemiş olan önemli bir besteciden söz etmeden geçemeyiz. Palestrina’ya göre çok seslilik sadece bir tekniktir ve esere anlam kazandırma yoludur. Esas olan eserin melodik zenginliğidir.
Palestrina’dan söz etmişken Orlando di Lasso gibi İtalyan, Fransız, Flaman ve Alman müziklerini kaynaştıran bir besteciden de sözetmek gerekir. Orlando di Lasso tipik bir Rönesans bestecisidir ve ayrıca 16. yüzyıl ortalarının en önemli madrigal bestecisi olarak bilinir. 14. yüzyılda dînî bir form olarak ortaya çıkmış olan madrigal, geç Rönesans döneminde değişime uğrayarak gelişmiş ve ilerleyen yıllarda din dışı bir forma dönüşmüştür. Bu çağın müzikleri biraz daha barok karakter taşır. Yani uzun temalı müzikler, melizmatik (yani bir heceye karşılık çok nota) okuyuş, yavaş yavaş süslemelere yöneliş.
Ama daha sonra büyük bir opera bestecisi olarak Avrupa müzik tarihindeki yerini alacak ve Avrupa müziğinde yeni bir çığır açacak olan Claudio Monteverdi’yi de ilk bestecilik dönemlerinde bir madrigal bestecisi olarak anmalıyız. Monteverdi için İtalyan madrigallerine ve operalarına şekil vermiştir desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Hatta Monteverdi’nin madrigalleri ile Avrupa’da müziğin de nasıl yavaş yavaş kilise etkisinden çıkarak çeşitlendiğini ve geliştiğini görmek mümkündür. Monteverdi, madrigalleri ile tanınmaya başlar, ama onu Monteverdi yapan şey madrigallerinden çok, operalarıdır ki “Orfeo” ve “L’incoronazione di Poppea” yani “Poppea’nın Taç Giymesi” adlı operaları için ayrı bir sayfa açmak gerekir. “Poppea’nın Taç Giymesi” adlı operası, Roma imparatoru Neron’un ikinci karısı olan, güzelliği ve entrikalarıyla meşhur Poppea Sabina anısına ve onun imparatorla olan aşkını anlatmak için yazılmış bir operadır.
Monteverdi’nin operaları, Erken Barok Dönem’in şekillenmesinde de önemli rol oynar. Ya da daha net bir ifadeyle, Barok Dönem adı verilen dönemin öncüsünün de Monteverdi olduğunu belirtmeliyim. Monteverdi’nin çağdaşı Carlo Gesualdo da erken barok dönemin önemli bestecilerinden biridir hatta Monteverdi ile birlikte Gesualdo, Barok Dönem’in öncü bestecisidir diyebilirim. Elbette Monteverdi’nin missa, madrigal ve operadan başka çok sayıda kantat (yani insan sesi için bestelenmiş eser) bestelediğini de hatırlatmak isterim. Meselâ bu kantatlardan biri de “Il combattimento di Tancredi e Clorinda” yani “Tancredi ile Clorinda’nın Savaşı” adlı kantatıdır.
1576 ve 1643 yılları arasında yaşamış olan Claudio Monteverdi, sadece Barok Dönem’in değil ama belki de bütün Avrupa müzik tarihinin en önemli bestecilerinden biridir. İlginçtir, onun opera sanatına kattığı bu zenginlik, 1813-1901 yılları arasında yaşamış olan Giuseppe Verdi tarafından yeniden canlandırılır.
Bugün TRT Radyo 3’te saat 13 ile 14 arasında, “Rönesans’tan Romantizm’e” adlı yeni bir müzik programım başlıyor. Bir yıl boyunca her hafta Pazar günleri aynı saatte Radyo 3’te yayınlanacak olan bu programımda, Avrupa müzik tarihinin Rönesans’tan başlayıp Romantik Dönem sonlarına kadarki hikâyesini müzik örnekleriyle anlatacağım. Avrupa müzik tarihi ile ilgilenen okuyucularımı bekliyorum.