28 Ekim 1923’te Gazi Paşa’nın Çankaya’ya davet ettiği isimlerle yaptığı bir toplantıda “Efendiler yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” demesinin üzerinden bir asır geçti. Yüz yıllık sürecin muhasebesi açısından bir milat anlamına gelen bu çıkış, hiç kuşkusuz bir günde alınan bir karar değil. Son dönemde Şükrü Hanioğlu’nun “Atatürk: Entelektüel Biyografi” eseri üzerinden daha geniş bir düzleme oturan bu bağlam, Cumhuriyetin ilanı süreci ve kurucu felsefenin arka planını görmemize yardımcı olmaktadır.
Erken Cumhuriyetin ilk yılları, yeni rejimin karakterinin anlaşılması açısından önemli bir laboratuvardır. Nitekim, yeni rejimin kendi meşruiyetini üretme çabasındaki en önemli ayrıntı, bir tür ancine-regime yaratılmasıdır. Eski ve yeni arasında katı bir dikotomi yaratarak eskiye dair olan her şeyi dışarıda bırakan kurucu felsefe, yeni olanı tanımlarken eski ile her zaman bir çatışma içerisinde olmuştur. Nihayetinde eskiye dair olan her şey ya da daha genel bir ifadeyle gelenek, modernin karşısında ve modernliğe engel olarak yorumlanmıştır. Bu açıdan geniş kitleleri temsil eden düşün ve inanç dünyasının yeni rejimdeki karşılığı çok da olumlu değildir. Özellikle rejimin ana bileşenlerinden biri olan laikliğin yorumlanma biçimi, özgürlükleri ön plana çıkartan bir anlayıştan daha ziyade dışlayıcı ve müdahaleci bir pratik üretmiştir.
Bu açıdan demokrasi Cumhuriyet açısından tamamlayıcı bir bileşendir. Aksi halde 1908 sonrası 2. Meşrutiyet döneminde oluşan görece özgürlükçü ortamın Cumhuriyetin ilk dönemlerinden nasıl daha demokratik olduğu konusunu anlamamış oluruz. Ya da monarşi ile yönetilen İngiltere veya Belçika’daki demokrasi tecrübesinin Cumhuriyet olmaksızın nasıl mümkün hale geldiğini gözden kaçırmış oluruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık tecrübesindeki esas konulardan biri, temel hak ve özgürlükler konusunda yaşanan sorunlardır. Nihayetinde halkın kayıtsız şartsız iktidarı olarak tarif edilen bir sistemde, bütün toplumsal kesimlere temsilde adaletin sağlanması ve temel haklar konusunda tutarlı olunması beklenir. O sebeple ki henüz Cumhuriyet ilan edilmeden teşekkül ettirilen Birinci Meclis’in Kurtuluş Savaşı ve olağanüstü koşullardaki performansı Türkiye açısından anlamlı bir tecrübedir. Nitekim farklı fikirlerin kendisine yer bulabildiği, bütün hararetli tartışmalara rağmen Türkiye’nin bekasına odaklanıldığı bu Meclis, Ahmet Demirel’in ifadesiyle, Türkiye tarihindeki en demokratik Meclislerden birisidir.