Laiklik ve Kemalizm üzerine: Yeniden aynı tartışmalar

04:005/12/2024, Perşembe
G: 5/12/2024, Perşembe
Turgay Yerlikaya

Cumhuriyetin yüzüncü yılında yapılan tartışmalara bakıldığında, bazı temaların ele alınışında bir süreklilik olduğu göze çarpmaktadır. On yıllar boyunca ideolojik aygıtlar üzerinden sistematik biçimde inşa edilen endoktrinasyonun bu konuların tartışılma biçimine yaptığı etki açık. Özellikle son günlerde laiklik ve erken Cumhuriyet dönemi ile ilgili tartışmalarda, baskın bir eğilim olarak göze çarpan, ezberleri tekrarlama mantığı hakim. Fransız Üçüncü Cumhuriyetinden mülhem, pozitivist tonu baskın,

Cumhuriyetin yüzüncü yılında yapılan tartışmalara bakıldığında, bazı temaların ele alınışında bir süreklilik olduğu göze çarpmaktadır. On yıllar boyunca ideolojik aygıtlar üzerinden sistematik biçimde inşa edilen endoktrinasyonun bu konuların tartışılma biçimine yaptığı etki açık. Özellikle son günlerde laiklik ve erken Cumhuriyet dönemi ile ilgili tartışmalarda, baskın bir eğilim olarak göze çarpan, ezberleri tekrarlama mantığı hakim.

Fransız Üçüncü Cumhuriyetinden mülhem, pozitivist tonu baskın, dini, sadece bireyin alanı ile sınırlı gören ve onun herhangi bir biçimde kamusallaşmasına müsaade etmeyen bir laikliğin,
Türkiye’nin modernleşme tecrübesinde oluşturduğu olumsuzluklar ortada. Kemal Karpat’ın Elitler ve Din kitabında da ısrarlı biçimde vurguladığı üzere, bu tarz bir laiklik ile kendisini teçhiz eden elitlerin geniş kitleler ile arasına mesafe koyması kaçınılmaz olmakta ve ortaya ikili bir din telakkisi çıkmaktadır.

Bu yönüyle laiklik, dini özgürlüklerin garanti altına alınmasını temin eden bir araç olmak yerine, dinin toplumsallaşma sürecindeki her türlü iddia ve potansiyeli paranteze alan bir anlayışı beraberinde getirmiştir. Bu nedenle her türlü sosyo-politik gerilimin de kaynağı olan laiklik, kimi zaman çok partili hayat denemelerinin kesintiye uğramasında araçsallaştırılmış kimi zamanda demokratikleşme sürecine katkı sağlayan sivil toplumun ötekileştirilmesine hizmet etmiştir. Bu nedenledir ki laiklik, kurucu elitler açısından siyasal bir mahiyet kazanmış ve bu siyasallık, farklı özgürlük alanların sınırlandırılmasında kullanılmıştır.


MAARIF MODELI VE LAIKLIK
Son günlerde meclis bütçe görüşmeleri ile dozu artan ve Bakan Yusuf Tekin ile gündeme gelen laiklik tartışmalarında da arkaik referansların kullanıldığı görülmektedir. Özellikle
Maarif Modeli tartışmaları ile başlayan süreci, örgün eğitimin dinileştirilmesi olarak yorumlayanlar, cari iktidarın İslamcı ajanda ile karşı devrim süreci içerisinde olduğunu iddia etmektedirler.
Halbuki mevcut iktidara rağmen Kemalizmin farklı veçheleriyle devam ettiği hatta kendisini yeniden ürettiğine yönelik tartışmalar cılız da olsa yapılmaktadır. Benzer biçimde
laiklik ile ilgili erken dönem uygulamalarına yönelik eleştiriler de anlamlı ve akademik bir düzlemde ele alınmak yerine, rejim karşıtlığına indirgenmekte ve her türlü tartışma kriminalleştirilerek bir tür güvenlik sorununa dönüştürülmektedir.

ACEMOĞLU VE TAHAMMÜL SINIRLARI

Benzer bir tartışma da Daron Acemoğlu’nun, 1990’lar boyunca sol ve daha geniş entelektüel çevrelerde zirve yapan Kemalizm eleştirilerine yönelik tepkilerde görülmekte. Acemoğlu, Simon Johnson ile paylaştığı Nobel ödülü sonrasında verdiği demeçlerde, Dar Koridor’da uzun ve ayrıntılı biçimde ele aldıkları toplum ve devlet arasındaki ilişkiye odaklanmakta, devletin gücünün arttığı ve toplumun bu güç karşısında etkisinin olmadığı bir vasatta demokra-tikleşme ve refahtan bahsedile-meyeceğini savun-maktadır. Uzunca bir süredir ABD ve Güney Kore gibi örnekler üzerinden refere ettiği bu modelin uygulana-bilirliği üzerine kafa yoran Acemoğlu, Türkiye’nin orta-uzun vadede ne yapması gerektiğine dair geniş bir projeksiyonu da bu çerçeve üzerinden ele almaktadır.

Acemoğlu’nun Türkiye ile ilgili de temel vurgusu, devlet ve toplum arasında bir dengenin oluşabilmesi. Kapsayıcı kurumlar üzerinden oluşacak bu denge, hem ekonomik hem de siyasal özgürlüklerin teminatı olarak görülmekte. Bu dengenin aşıldığı durumlarda ise ya anarşizm ya da despotizm gibi süreçlerin yaşanabileceği uyarısı yapılmakta ve liberal demokratik bir düzenin en iyi model olduğu vurgusu ısrarlı biçimde dile getirilmektedir.

Nobel’e rağmen Acemoğlu ve Johnson’ın yaklaşımlarına yönelik birçok eleştiri yapıldı. Fakat burada dikkat çeken en önemli husus, tıpkı laiklik tartışmalarında olduğu gibi, Acemoğlu’nun erken cumhuriyete dair yorumlarına yönelik olanlardı.
Acemoğlu, Kemalizm eleştirilerinde sıklıkla vurgulanan bir hususu dile getirmiş ve şu cümleleri sarf etmişti. “Atatürk, politik sistemi açmak yerine gücü elinde merkezileştirmeye çalıştı. Atatürk gücü eline geçirmeden önce Osmanlı’da daha çoğulcu bir sistem vardı”.

Bu eleştirilerin hemen ardından, Acemoğlu’nun Atatürk’ü anlamadığı, aslında Atatürk’ün dönemin şartlarına göre hareket ettiği ve belirli maslahatlar gözettiği, Atatürk’ün bütün yaptıklarının belirli bir felsefi arka plana dayandığı gibi eleştiriler yapıldı. Acemoğlu’nun liberal bir yanılgıya düştüğü, kurucu felsefeyi içselleştirmekten uzak olduğu ve dönemin konjonktürünü anlamak yerine o şartları yargıladığı ifade edildi ve Acemoğlu bir tür sembolik şiddete maruz bırakıldı.

Laiklik ve Kemalizm üzerinden yapılan bu tartışmalara bakıldığında, bu alanlarda ne kadar mesafe kat edildiği gibi bir muhasebe yapmak da gerekiyor hiç kuşkusuz. Post-Kemalizm üzerinden geniş bir temeli olan bu tartışmaların son dönemde karşı bir literatürle zenginleştirildiği (Post-post-Kemalizm) olgusu da dikkate alındığında bu bağlamdaki tartışmaların geniş bir evrende ve yeniliğe açık bir düzlemde yapılması gerekliliği ortada. Aksi takdirde, İkinci Meşrutiyet ile belirginleşen ve erken Cumhuriyette deneyimlenen birçok tartışmanın bugün aynı şekilde yapılması gibi bir tekrara düşeriz. İnsan aynı şeylerin yüz sene sonra bile benzer biçimde tartışılmasına tanık olduğunda İbn Haldun’un şu sözünü hatırlıyor: “Geçmiş, geleceğe suyun suya benzediğinden daha fazla benzer”.

#laiklik
#Kemalizm
#Turgay Yerlikaya