İsrail’in Hizbullah’a karşı gerçekleştirdiği saldırı sonrasında ortaya çıkan tablo, uzunca bir süredir tartışılan savaşın değişen doğasına ilişkin yeni senaryoları da gündeme getirdi. Beklenmedik bir anda ve yeni bir yöntemle kitlesel sayılabilecek bir saldırı düzenleyen İsrail, terör devleti olmanın bütün vasıflarını sergiliyor. Kendi güvenliğini önceleyerek herhangi bir sivil kaybını önemsemeyen İsrail’in bu saldırısı, dünyada geniş bir yankı uyandırdı. 2000’lerin başından itibaren farklı örnekler
2000’lerin başından itibaren farklı örnekler üzerinden gerçekleştirilen saldırılar, zamanla siber alanı kapsamış ve etki düzeyi de farklılaşmıştır. İsrail’in uzunca zamandır teknoloji şirketleri aracılığıyla gerçekleştirdiği inovasyonlar, 7 Ekim sonrasında daha fazla görünür olmuş ve teknolojiyi terör amaçları için kullanan bir devlet aygıtı söz konusu olmuştur. Devasa teknoloji şirketlerinin İsrail’e doğrudan yatırımlarının yanı sıra Google ve Amazon gibi firmalar aracılığıyla da geliştirilen yeni sistemlerle neler yapıldığı ortada.
Hem Heniyye suikasti hem de Lübnan’daki saldırı doğrudan bir hedef gözetimi ile gerçekleştirilmiş ve bu hedef önemli ölçüde başarıya ulaşmıştır. Özellikle Lübnan’daki saldırı, teknik kapasitenin dışında insan istihbaratı unsurundan da önemli ölçüde yararlanıldığını göstermektedir. Saldırı sonrasında, İsrail’in bunu nasıl mümkün hale getirdiği, bunun bir siber saldırı olup olmadığı üzerine birçok tartışma yapıldı. Olayın daha açık bir hal aldığı esnada ise tamamen önceden bir istihbari çalışma olduğu ve çağrı cihazlarının alınma aşamasında da bu cihazlara etkili bir patlayıcı yerleştirildiği anlaşıldı. Tabi buradaki esas mesele, bu kadar fazla cihaza önceden erişilmiş ve cihazlarla ilgili çeşitli tasarrufların yapılmış olmasıdır. Olayın hemen ardından İsrail’in, bizim düşmanımız her nerede olursa olsun biz onu cezalandırırız mesajı vermesi ve bu anlatının gündemde tutulması, İsrail’in aynı zamanda bir psikolojik savaş yürüttüğünün de göstergesidir.
Lübnan’daki saldırı sonrasında bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çağrı cihazları ya da geniş kullanımları itibarıyla cep telefonları üzerinden böyle bir saldırının yapılıp yapılamayacağına dair bir soru işareti uyandı. Söz konusu saldırı doğrudan bir siber saldırı olmasa da, Türkiye’nin bu konuda ne kadar dayanıklı olup olmadığı da gündeme geldi. Ulaştırma Bakanlığının bu konudaki açıklamaları ile tartışmanın şekillenmesi, geniş kitlelerin bu olaylar hakkındaki farkındalığının da artmasına vesile oldu.
Peki Türkiye, savunma sanayi alanında kat ettiği mesafeyi teknoloji ve bilişim alanlarına teşmil edebildi mi? Hiç kuşkusuz bu durum, savunma sanayi ile mukayese edildiğinde benzer bir sonucu üretebilmiş değil. Fakat siyasi iradenin son dönemde, siber güvenliği ulusal güvenliğe entegre ederek yapay zeka politikaları ile ilgili gereklilikleri milli güvenlik kurulunun konusu haline getirmesi, bu alandaki farkındalığın arttığına işaret.
Bu noktada, gayri safi milli hasıla içerisinde, ARGE’nin payının artırılması ve teknoloji ile bilişimi kapsayan desteklerin artırılması hayati öneme sahip. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Draghi’nin raporunda çok açık biçimde görüldüğü üzere, ARGE alanında yatırım yapan ve inovasyonu destekleyen ülkelerin açık ara önde oldukları ve yatırımlar açısından da cazibelerini korudukları görülmektedir. Avrupa Birliği’ndeki yatırım açığı ve inovasyonlarla ilgili regülasyonların ağırlığı üzerinden de bir eleştiri getiren Draghi’ye göre, Avrupa’nın yapay zeka dahil olmak üzere yeni teknolojilere öncülük etme noktasında bir seferberlik içerisinde olması gerekiyor. Aksi takdirde ABD ve Çin ile rekabetin mümkün olamayacağı uyarısı Türkiye gibi ülkeler için de çok şey söylemektedir.