Seçimlere müdahale tartışmalarının yanı sıra dezenformasyon ve asimetrik iletişim gibi sorun alanları özellikle demokratik rejimler açısından ciddi problemlere yol açmaktadır. Bu sorunları asgariye indirme ve enformasyon alanında karşılaşılabilecek riskleri bertaraf etme adına ülkeler çeşitli önemler almakta ve dijital alanlara entegre bir iletişim modeli ortaya koymaktadırlar. Bunu yapamayan devletler ise enformasyon alanında karşılaştıkları risk ve tehditlerle başa çıkamamakta ve önemli sorunlarla
Seçimlere müdahale tartışmalarının yanı sıra dezenformasyon ve asimetrik iletişim gibi sorun alanları özellikle demokratik rejimler açısından ciddi problemlere yol açmaktadır. Bu sorunları asgariye indirme ve enformasyon alanında karşılaşılabilecek riskleri bertaraf etme adına ülkeler çeşitli önemler almakta ve dijital alanlara entegre bir iletişim modeli ortaya koymaktadırlar. Bunu yapamayan devletler ise enformasyon alanında karşılaştıkları risk ve tehditlerle başa çıkamamakta ve önemli sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmaktadırlar. Türkiye’nin son dönemde bu alandaki kapasitesini artırması ve siber güvenliği bir milli güvenlik konusu olarak kabul etmesi, önemli bir farkındalık anlamına gelmektedir. Türkiye’nin sadece kendisiyle ilgili değil bölgesel ve küresel meselelerde ilgili ürettiği kapasite, enformasyon karmaşasının aşılması anlamında da önemli bir etki oluşturmaktadır.
Evgeny Morozov “The Net Delusion” kitabında sadece otoriter rejimlerin değil ABD başta olmak üzere birçok ülkenin siber alanları negatif bir biçimde kullandığını örneklerle göstermektedir. Özellikle İsrail gibi devletler, kendi güvenliklerini gerekçe göstererek sosyal medya üzerinde yoğun bir baskı kurmakta ve bir dizi yasal olmayan yöntemlere tevessül etmektedir. Bu nedenle ilgili şirketlerle yapılan ikili anlaşmalarla, kendilerine tehdit olabilecek her türlü içeriği bir yandan takip etmekte diğer yandan da asılsız enformasyonlar üzerinden kendi tehditlerini meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Aynı anda İsrail’den resmi sözcüler “İsrail Hava Kuvvetleri Gazze’deki bir hastanenin içindeki Hamas üssünü vurdu” şeklinde bir açıklama yapmış ve kısa bir süre sonra bu açıklamayı silmiştir. Sonrasında aynı yetkililer dikkatleri Hamas’a çekmek için saldırının Hamas tarafından yapılmış olduğu yalanını servis etmiş ve olayla ilgili çeşitli görüntüler yayınlamıştır. Fakat ilgili görüntülerin saati ile saldırı saati arasındaki zaman farkı olayla ilgili İsrail kaynaklarının doğru bilgi vermediğini açıkça ortaya koymuştur. Aynı anda sosyal medyada saldırının Hamas tarafından yapıldığını iddia eden birçok paylaşım yapılmış ve fakat kısa bir süre içerisinde paylaşımlara konu olan görüntülerin 2022 yılına ait olduğu anlaşılmıştır. Buna mukabil aynı dakikalarda CNN televizyonunun canlı yayınında İsrail resmi kaynaklarının açıklamaları yoğun biçimde paylaşılmış ve İsrail terörü aklanmaya çalışılmıştır.
Tüm bu kötücül siyasete ek olarak yabancı basın ve söz konusu basının Türkiye temsilcilerinde de İsrail lehine propaganda yapan bir habercilik sergilenmiştir. Örneğin DW Türkçe, orantılılık üzerinden sivillere yönelik saldırıların her zaman savaş suçu sayılamayacağına dair bir habere imza atmıştır.
Dezenformasyon açısından en etkili mecralar hiç kuşkusuz sosyal medya platformlarıdır. Sosyal medyada etkili bir filtrelemenin olmaması yalan haber ve içeriklerin hızlı biçimde dolaşımına imkan tanımakta ve söz konusu içerikler istenilen hedeflerin gerçekleşmesi noktasında önemli bir rol oynamaktadır. 7 Ekim’den bu yana İsrail’in uyguladığı şiddeti meşrulaştırmak adına birçok yalan haber dolaşıma sokulmaktadır. Örneğin geçtiğimiz günlerde bir İsrail televizyonunda Hamas güçlerinin kırk bebeğin kafasını kestiği iddia edilmiş ve söz konusu yalan haber hem ABD ana akım basınında hem de sosyal medyada yoğun bir etkileşim almıştır.
Bir yandan yalan haber ve içerikler üzerinden soru işaretleri yaratarak saldırıların sorumluluğunu üstlenmeme diğer yandan da uluslararası basın aracılığıyla her türlü eyleme meşruiyet kazandırma arayışında olan bir İsrail. Çarpıtılmış enformasyonun ne denli etki yaratabileceğiyle ilgili muhayyileleri zorlayan bu habercilik anlayışı, bir tesadüf olmasa gerek. Bütün dünya medyasının habercilik testinden geçtiği bir anda, hakikati dünyaya duyurma sorumluluğu herkesin ortak paydası olmalıdır.