Tüketim toplumu çılgınlığı içerisinde olduğumuz günümüz dünyasında haz ve zevklerin esiri olmak yerine anlamlı bir hikayenin parçası olmaya tevessül etmek nasıl bir duygudur acaba? Bizler boykotta bile sabır edemeyip bazı ürünleri kullanmaya devam ederken bir insanın Filistin’deki zulme sessiz kalmayarak aksiyon alması ve canını feda etmeye hazır olması ne ile açıklanabilir? Dünyadaki eşitsizliklere, sömürüye ve işgale karşı isyan etmek nasıl bir ruh hali ile mümkün olabilir? Bu soruların cevabı,
Bu soruların cevabı, Nurettin Topçu’nun sıklıkla vurguladığı gibi, temelinde ahlak olan bir isyan ile mümkün olabilecektir ancak. O sebeple Topçu, “yüzyılımızın bunalımı, hak yiyenlerin varlığından ziyade; onların karşısında isyan eden karakter ve asi ruhların yokluğudur” demiş ve adaletin ancak isyan ile mümkün olabileceğini göstermiştir. Topçu’ya göre isyan ahlakını içselleştiren şahsiyetler her hal ve şartta ilkeli bir yaklaşım benimsemekte ve haksızlıklara karşı çıkarak isyan bayrağını açabilmektedir. Haksızlık ve zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır sözünü de hatırlatan Topçu’ya göre, zulüm ve haksızlıklara sessiz kalanların ahlaklı olabilmeleri de mümkün değildir.
Ayşenur Ezgi Eygi, savaşların ve aşırılıkların gölgesinin devam ettiği bir çağda, bir direnişin sembolü olarak ortaya çıktı. Bir yandan otizmli çocuklarla ilgilenerek onların gelişimine kendisini adayan diğer yandan da dünyadaki sömürgeye karşı direnen ve bağımsız bir Filistin için mücadele eden bir aktivistti o. Nablus’ta yasadışı işgalci girişimini engellemek üzere gösteriye katıldığı protestoda, İsrailli bir keskin nişancı tarafından hedef alınarak katledilen Ayşenur, küresel vicdanın sesi oldu ve bu yolda kendisini feda etti.
Eğitim hayatına devam ettiği Washington Üniversitesinde, Arakanlı Müslümanlar, yahut on yıllardır baskıya maruz kalan siyahiler veya yüzyıla içkin bir süreçte yerinden yurdundan edilen Filistinliler söz konusu olduğunda, en ön safta yer alan bir şahsiyetti Ayşenur.
Teşbihte hata olmaz. Ayşenur bize İslam’ın ilk devrindeki fedakarlıkları hatırlattı. İslam’ı anlatmak ve yaymanın olağanüstü şartlar içerisinde cereyan ettiği o dönemde, zenginliğin ve gençliğin bütün imkanlarını bir kenara bırakan Mus’ab Bin Umeyr’i hatırlattı. O Mus’ab ki ilk dönemde ailesi ve çevresinin baskısına direnmiş ve İslam’la şereflenmenin gururunu yaşamıştı. O Mus’ab ki bütün zenginlikleri bir kenara bırakmış ve en ücra köşelere giderek İslam’ın ilk muallimlerinden birisi olmayı tercih etmişti.
O Mus’ab ki Uhud’da iki eli kılıçla kesilmesine rağmen mücadeleye devam etmiş ve şehit olana kadar sancağı göğsüne dayayarak ayakta kalmayı yeğlemişti. O şehit olduğunda üstündeki eski kıyafetleri işaret eden Efendimiz, Mus’ab’ı yanındakilere göstererek, onun bir zamanlar en güzel elbiseleri giydiğini, en güzel yemekleri yediğini, fakat Allah ve Resulü'nün sevgisini her şeye tercih ettiğini söylemiş ve Mus’ab’ın İslam için yaptıklarının ne denli önemli olduğunu ifade etmiştir. İşte Ayşenur da bu zorlu şartlarda, gençliği ve kariyerini feda etmiş ve Filistin halkına yapılan zulmü bütün dünyaya duyurmayı tercih etmiştir. O Ayşenur ki, birçok iyi firma ya da kurumda işe başlayabilecekken Filistin halkının yanında olmayı tercih etmiş ve en zorlu şartlarda dünyaya İsrail zulmünü duyurmuştur.