Aşırılıklar çağının gölgesinde: Netanyahu’nun Kongre konuşması

04:0029/07/2024, Pazartesi
G: 29/07/2024, Pazartesi
Turgay Yerlikaya

Eric Hobsbawm 20. yüzyılı aşırılıklar çağı olarak tanımlıyordu. Birinci Dünya Savaşının başlangıcı olan 1914 yılını yüzyılın miladı olarak kabul eden Hobsbawm Sovyetlerin çöküşü ile çağı nihayete erdiriyordu. Hobsbawm’a göre 1914 ile başlayan, katliam ve soykırımlarla milyonlarca insanın kaybına yol açan 20. yüzyıl tarihi bütünüyle bir savaş tarihidir. 20. yüzyıl bu anlamda yazılı kültürün gördüğü bir kesintisiz savaş dönemi olarak kabul edilmiş, Avrupa ile başlayarak Soğuk Savaş döneminde etki


Eric Hobsbawm 20. yüzyılı aşırılıklar çağı olarak tanımlıyordu. Birinci Dünya Savaşının başlangıcı olan 1914 yılını yüzyılın miladı olarak kabul eden Hobsbawm Sovyetlerin çöküşü ile çağı nihayete erdiriyordu. Hobsbawm’a göre 1914 ile başlayan, katliam ve soykırımlarla milyonlarca insanın kaybına yol açan 20. yüzyıl tarihi bütünüyle bir savaş tarihidir. 20. yüzyıl bu anlamda yazılı kültürün gördüğü bir kesintisiz savaş dönemi olarak kabul edilmiş, Avrupa ile başlayarak Soğuk Savaş döneminde etki alanını genişletmiştir.

Aşırılıklar çağının Avrupa’yı ilgilendiren kısmında savaşların yanı sıra İtalya’da Faşizm Almanya’da ise Nasyonel Sosyalizm olgusu şiddetin nasıl sıradanlaştırıldığını görmemiz açısından önemli. Her iki olgu da geniş kitleleri peşinden sürüklemesi ve dünya tarihsel olaylara zemin hazırlaması yönüyle üzerinde fazlaca düşünülmesi gereken siyasi pratiklerdir. Öyle ki 20. yüzyıl, şiddet ve aşırılık pratiklerini 21. yüzyıla da miras olarak bırakmış ve bu mirası tevarüs eden aktörler, içerisinde yaşadığımız çağı da etkisi altına almışlardır. Nitekim
7 Ekim sonrasında İsrail’in Gazze’de uyguladığı ve milyarlarca insanın hem konvansiyonel hem de dijital mecralar üzerinden canlı yayında takip ettikleri katliamlar, aşırılıklar çağının mirası olarak kabul edilmelidir.
Peki 20. yüzyılın sonunda ABD örneği üzerinden ilan edilen liberal demokrasinin zaferi bugün bu aşırılıkların neresinde yer almaktadır?

Netanyahu ABD Kongresinde
Tam da bu soru bir savaş suçlusu olarak kabul edilen Netanyahu’nun ABD ziyareti ile daha fazla tartışmaya açılması gereken bir konu.
Bir yanda
özgürlüklerin beşiği addedilen
ABD’nin dünyanın diğer kalanına rejim açısından örneklik teşkil edeceğine yönelik
ön kabulü
(1830’ların başında Tocqueville’in “Amerika’da Demokrasi”de
söylediği
1990’larda ise Fukuyama’nın “Tarihin Sonu”nda mutlaklaştırdığı) diğer yanda ise on binlerce insanın katline yol açan bir siyasetçinin ABD Kongresinde taltif edilmesi.
İlk etapta bir paradoks gibi görünen bu durum, aslında Batı tarihinde gerçekleştirilen soykırım, ayrımcılık ve yok sayma örneklerinin bir devamı. Netanyahu’nun ABD ve Batı’nın emperyal geçmişini çok iyi bilmesi ve onunla özdeşlikler kuran açıklamaları, Batı ile İsrail arasındaki ilişkiyi görmemizi kolaylaştıracaktır. Sadece bir lobi desteği üzerine izah edilemeyecek olan bu koşulsuz destek bir fikrin bir düşüncenin de devamı olarak kendisini göstermektedir.

Medeni-Barbar Retoriği

Tıpkı modern Batı’nın Doğu’yu medenileştirme misyonuyla yaptığı işgal ve katliamlarda olduğu gibi bugün İsrail de Gazze’de Barbarlara karşı bir savaş verdiğini iddia etmektedir. O sebeple Netanyahu kendisini dinleyen senatör ve Temsilciler Meclisi üyelerine hitabında “bizim savaşımız sizin savaşınız” ifadelerini sıklıkla kullandı ve ABD’nin bu koşulsuz desteğini neden sürdürmesi gerektiğine dair bir çerçeve çizdi. ABD’de kabul gören klasik İran retoriğini de kullanan Netanyahu, İran’ın İsrail’i yenmesi durumunda bir sonraki adımın ABD olacağını söylemesi, bu anlamda önemli idi.

Amerikan Kongresinde 21. yüzyılda bir soykırımcının, bir savaş suçlusunun bu konuşmayı yapabiliyor olması ve söz konusu konuşmanın defalarca alkışlarla kesilmesi, Batı’nın kendinden olmayan halklara bakışı ile ilgili. Batı nihai kertede kendi dışında gördüğü unsurları ikincil kabul etmekte onlarla ilgili ihlalleri her hal ve şartta meşrulaştırabilmektedir. Bu açıdan İsrail lobisinin ABD dış politikasına önemli ölçüde nüfuz ettiği tezini kabul etmekle birlikte,
bu tezin Netanyahu’ya
yönelik kongredeki
desteği bütünüyle izah etmediği kanaatindeyim.
Bu sebeple daha derinde yatan bir düşünsel birlikteliğin bu tür katliamlara yönelik tavrı belirlediği ve söylemi de buna göre kurduğu düşüncesindeyim.

Bir örnek daha vermek gerekirse; Netanyahu çok yakın bir zamanda Fransa Devlet Televizyonuna canlı bağlantı gerçekleştirmiş ve programda, İsrail’in savaşını Medeniler ile Barbarlar arasındaki bir mücadele olarak yorumlamıştır. Netanyahu’ya göre aslında bu, Hristiyan-Yahudi Medeniyeti ile barbarların bir mücadelesiydi ve Fransa bu anlamda İsrail’in yanında idi. Netanyahu Washington’daki temaslarını sürdürdüğü esnada Cumhurbaşkanı Herzog’un Fransa’da Macron ile görüşmesi de bu bağlamda dikkate değer. Elysee Sarayı’ndaki görüşmenin ardından Herzog’un, antisemitizmle mücadele noktasındaki desteklerinden ötürü Macron’a teşekkür etmesi ve Macron’un hemen her seferinde İsrail’e yönelik açık desteğini göstermesi, fotoğrafı tamamlayan göstergeler.

Amerikan Kongresinde Netanyahu’nın yaptığı bu konuşma hiç kuşkusuz dünya tarihine bir utanç vesikası olarak not edildi. Bazı vicdanlı siyasetçilerin protestosuna rağmen ABD siyasetinden güçlü bir destek gören Netanyahu’nun bu konuşması aşırılıklar çağı olan 20. yüzyılın ilk dönemiyle büyük benzerlikler arz etmektedir. Fakat bir farkla; birinde demokrasi diğerinde ise otokrasinin baskın siyasetine rağmen iki farklı fotoğrafın yüzyıl içerisinde tekrar edebilmesidir. Siyasi desteğe paralel biçimde ilerleyen teknoloji ve sermaye desteği de İsrail’in soykırımını gerçekleştirmesinde doğrudan etkili olmaktadır. Kongredeki siyasi desteğin yanı sıra teknoloji alanındaki baskın karakteri ile temayüz eden Elon Musk’ın da alkış tufanlarına eşlik etmesi trajik tablonun en netameli görüntülerindendi. Musk’ın Netanyahu’nun özel davetlisi olarak bu programa katılması ise bambaşka bir tartışmayı hak ediyor.

#Netanyahu
#İsrail
#ABD
#Turgay Yerlikaya