OECD’nin raporlarını takip ediyor musunuz bilemiyorum ama OECD’nin ‘Pandemi krizi sırasında eğitim tedbirlerinin uygulanması’ başlığıyla bir çalışması var. Çalışmada, 36 ülkenin verileri kullanılıyor ve çok önemli tespitler bulunmakta. Raporda, bir cümle var ki bence çok çok önemli, “1 buçuk milyar öğrenci, son bir yıl içinde teknoloji ile öğrenmenin olabileceğini öğrendi. Uzaktan öğrenme, öğrenmenin yaşam çizgisi haline geldi” diyorlar. Biz ne dersek diyelim eğitim, pandemi sonrasında asla eskisi
OECD’nin raporlarını takip ediyor musunuz bilemiyorum ama OECD’nin ‘Pandemi krizi sırasında eğitim tedbirlerinin uygulanması’ başlığıyla bir çalışması var. Çalışmada, 36 ülkenin verileri kullanılıyor ve çok önemli tespitler bulunmakta. Raporda, bir cümle var ki bence çok çok önemli, “1 buçuk milyar öğrenci, son bir yıl içinde teknoloji ile öğrenmenin olabileceğini öğrendi. Uzaktan öğrenme, öğrenmenin yaşam çizgisi haline geldi” diyorlar. Biz ne dersek diyelim eğitim, pandemi sonrasında asla eskisi gibi olamayacak. Önemli olan cesur davranıp pandemi döneminde öğrendiğimiz eğitimin, zamandan ve mekândan bağımsız yapılabileceğini kabul etmek ve bunun için kazandığımız aygıtlara sahip çıkmaktır.
Ancak bu değişim önündeki en büyük direnç, eğitimcilerin dilinden düşürmediği okul-öğretmen-veli üçgeni olacaktır. Çünkü çocuklar eski çocuklar değil. Artık teknoloji yardımı ile ders dinleyebileceklerini ve öğrenebileceklerini biliyorlar. Biz eğitimciler ve veliler olarak hibrit bir bakış açısıyla olaya bakmazsak, büyük bir sorun ile karşı karşıya kalacağız. Ünlü eğitimci John Taylor Gatto, “Yeni teknoloji çağı, bize eğitimin eskisi gibi olamayacağını gösteriyor. Bunun için öğretmen eski öğretmen, veli eski veli, okul eski okul olamaz. Bu konuda direnirsek, çocuklar bizi terk eder” diyor. Aslında bu satırları yazmamın çok önemli bir sebebi var; önümüzdeki on yıl içinde ciddi öğretmen sorunu yaşayacağımızı düşünüyorum. Çoğunuzun “Olur mu öyle şey bir sürü atanamamış ya da işsiz öğretmen var” dediğinizi duyar gibiyim. İşte ben elinde diploması ve belgesi olan ama öğretmen olamayacak çünkü bu çağa ve yeni eğitim sistemine ayak uyduramayacak insanlardan bahsediyorum. Bundan yaklaşık 6-7 yıl önce ABD’nin öğretmen bulamadığı için dünyaya çağrı yaptığını duymuşsunuzdur. Hatta o dönem eğitimci Enver Yücel, Washington Eyaleti Eğitim Bakanlığı ile protokol imzalamış ve Türkiye’den öğretmen göndermişti. ABD’nin o yıllarda öğretmen sorunu yaşamasının sebebi, nüfus azlığı ya da öğretmenliğe yönelik talebin olmaması değildi. Nedeni, elindeki insan kaynağının eğitimde yapmak istediklerine uyumsuzluğuydu. Ben Türkiye’nin yakın zamanda hem yeni eğitim felsefesine uygun öğretmen yetiştirmemesi hem de Türkiye’de yaşayan bence artık gitmeyecek olan Suriyeli veya buna benzer gruplarda oluşacak ihtiyaca, yeni branşlarda (kodlama, stem, dil, uçan araçlar, blockchain, yapay zekâ vb.) öğretmen yetiştirmemesi ve bu alanlarda ortaya çıkacak ihtiyaçlardan dolayı öğretmen sorunu yaşayacağını düşünüyorum.
İnanın biz neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında değiliz. Bakın OECD’nin Pandemi sonrası yeni dönem hakkında çok çarpıcı önerileri var. “Gelecekte pek çok ülkenin dış mekanlara daha güvenli olduğu için öğrenme ortamı olarak daha çok önem vereceğini”, “Yeni eğitim uygulamalarında teknolojinin etkin olacağını, ancak içerik yönetimi konusunda öğretmenleri tam teşekküllü hale getirmemiz gerektiği”, “öğretmenlerin buna hazır olmadığı”, “eğitim sistemlerinin daha da zorlaşacağı bunun için yenilikçi çözümler bulmamızın şart olduğu” belirtiliyor.
Eğitim bize, zamanın önemli olmadığını yani istenilen saatte bir şeyler öğretilebileceğini, mekânın anlamsız olduğunu, İstanbul’daki bir öğretmenin aynı anda Kars’ta, Edirne’de sınıflara online ders verebileceğini, hatta sınıfta ders anlatan bir öğretmenin başka bir sınıfta eşzamanlı ders yapabileceği gibi olanaklar sağlıyor. Yani kapı kapanır, ders yapılır, sınıfa giren öğretmen ne verirse onunla ilerlenir ve tek kaynak tek anlatım yerine, artık çoklu mekanlar, çoklu kaynaklar anlayışı var. Bu da çocukların kafasında birtakım sorular oluşmasına neden oluyor. Biz öğretmenler ve eğitim yöneticileri, bunu reddetmek yerine hızlıca buna ayak uydurmak zorundayız. Bu yeni duruma, ne öğretmenler ne veliler ne de eğitimin karar vericileri hazır değil. Bu sebeple bu yeni duruma uyum sağlayamayan eğitimcilerin, on yıl içerisinde tasfiye olacaklarına inanıyorum. Hızlı bir şekilde yeni durumu kabul etmeli, değişime uyum sağlamak için ise eğitim fakülteleri, öğretmen yetiştirme, okul kültürü, okul binaları ne varsa konuşmalı ve değiştirmeliyiz. Bu arada, bütün dünya aynı sorunu yaşıyor ve konuşuyor. Ne diyelim işimiz zor yeni dönemde.