“Afrika’da ne işimiz var?”

04:003/03/2018, Cumartesi
G: 3/03/2018, Cumartesi
Taha Kılınç

Romanlara ve filmlere konu olan Mali’nin Timbuktu şehri, bundan yaklaşık 500 yıl önce, İslâm dünyasının en parlak ilim ve kültür merkezlerinden biriydi. 1500’lerde Osmanlı İmparatorluğu her açıdan zirveyi yaşarken, Afrika’nın bir ucundaki Timbuktu da yıldız misali parlıyordu. Endülüs’te Müslüman varlığının sona ermesinin ardından, Timbuktu ihtişam nöbetini Gırnata’dan devralmış gibiydi.M.Ö. 1100’lü yıllarda kurulduğu kabul edilen Timbuktu sahra, tropikal bölgeler ve Akdeniz arasında bir kavşak noktasında

Romanlara ve filmlere konu olan Mali’nin Timbuktu şehri, bundan yaklaşık 500 yıl önce, İslâm dünyasının en parlak ilim ve kültür merkezlerinden biriydi. 1500’lerde Osmanlı İmparatorluğu her açıdan zirveyi yaşarken, Afrika’nın bir ucundaki Timbuktu da yıldız misali parlıyordu. Endülüs’te Müslüman varlığının sona ermesinin ardından, Timbuktu ihtişam nöbetini Gırnata’dan devralmış gibiydi.



M.Ö. 1100’lü yıllarda kurulduğu kabul edilen Timbuktu sahra, tropikal bölgeler ve Akdeniz arasında bir kavşak noktasında yer aldığı için, kısa zaman içinde önemli bir ticaret merkezi haline geldi. Tekstil, çay ve sonraları da tütün, Timbuktu’da el değiştiren başlıca ürünlerdi. Ancak Timbuktu asıl ününü, el yazması kitapçılığın merkezi haline gelmesiyle kazandı. 1200’lerden itibaren Mali İmparatorluğu’nda İslâm’ın ve Arapçanın hâkim oluşuyla birlikte, Batı Afrika bölgesindeki bütün kabileler ortak dil olarak Arapçayı benimseyip kullanmaya başladılar. Bu, Timbuktu için de yükselişin başlangıcıydı.

Mali İmparatoru Mansa Musa döneminde, “Ulu Cami” olarak da bilinen Djinguereber Mescidi inşa edildi (1326). “Tüm zamanların en zengin adamı” sıfatıyla anılan İmparator Musa’nın kişisel serveti -bugünkü hesapla- 400 milyar dolar civarında tahmin ediliyor. Bugünkü Mali, Senegal, Moritanya, Gine ve Nijer topraklarına yayılan müreffeh imparatorluğun zenginliğinin esas kaynağı, altın ve tuz ticaretiydi. İmparator Musa, servetiyle çok sayıda cami ve medrese inşa ettirdi, kütüphaneler kurdu. Djinguereber Mescidi bünyesindeki kütüphane, döneminde dünyanın en büyüğüydü.

İmparator Musa’nın 1331’de -henüz 51 yaşındayken- ölümünün ardından, Mali İmparatorluğu’nun gücünü kaybetmesiyle, Timbuktu bu kez Songay İmparatorluğu’nun kontrolüne girdi. Siyasi sarsıntı ve çatışmalardan etkilenen, hatta iki kez yakılan Timbuktu, yine de yükselişini sürdürdü. 1500’lü yılların başında Timbuktu, Batı Afrika’nın o dönemdeki en önemli iki kültür merkezi olarak bilinen Velâta (bugün Moritanya’da) ve Cenne (bugün Mali’de) şehirlerini geride bırakmıştı. Bugünkü Fas’ın Fes kentinde bulunan geleneksel okullarla ve ayrıca Kahire ve Mekke’deki eğitim kurumlarıyla Timbuktu arasında akademik işbirliği ve iletişim de en üst düzeye çıkmıştı.

Timbuktu’yu dönemin emsal İslâm şehirlerinden ayıran en önemli özellik, kitap yazım sektörünün kaydettiği muazzam ilerlemeydi. Seyahatnamelerde ve dönem tarihlerinde aktarıldığı kadarıyla, İslâm dünyasının dört bir yanında yazılan kitaplar ulaklar eliyle Timbuktu’ya ulaştırılıyor, burada görevli binlerce yazıcı tarafından kısa sürede çoğaltılan bu nüshalar, yine ulaklarla önemli ilim merkezlerine dağıtılıyordu. O dönemde iyi bir kâtip (müstensih), günde 140 satır yazı yazıyor; yazılanların son okumasını yapan düzeltmenler (musahhih) her gün 170 satırlık okuma yapıyordu. Musahhihlerin cilt başına aldıkları ücret yarım miskal (günümüzün hesabıyla 2,5 gram) altın iken, kâtipler cilt başına bir miskal (yaklaşık 5 gram) altınla ödüllendiriliyordu.

Songay İmparatorluğu’nun en güçlü döneminde (1520-1580), Timbuktu, İslâm dünyasının dört bir yanından gelen 25 bin öğrenciyi ağırlıyordu. Bir yandan şehirdeki yazı atölyelerinde çalışan bu öğrenciler, diğer yandan matematikten botaniğe, İslâm hukukundan astronomiye geniş bir çerçevede eğitim alıyordu. Hicaz’dan gelip Timbuktu medreselerinde hoca olmak isteyen bir âlimin, öğrencilerin seviyesini gördükten sonra ders almak için onların arasına karışması, verilen eğitimin seviyesine işaret eden ünlü bir misal olarak hep anlatılır.

Timbuktu’nun altın çağı, İngiltere Kraliçesi 1’inci Elizabeth’in desteğini kazanan Fas Sultanı Ahmed el-Mansûr’un 1591’de Mali’yi işgal etmesiyle sona erdi. Fas ordusunu ateşli silahlarla ve eğitmenlerle donatan İngilizler, Timbuktu’nun alt üst edilmesine de destek verdiler. Geriye sadece yıkıntılar, yanmış eserler ve küçük parçalara bölünmüş bir coğrafya kaldı.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika turundaki duraklardan biri Mali olunca, bu ülkenin sınırları içinde yer alan Timbuktu’nun muhteşem tarihine atıf yapmadan edemedim. Ziyaret programına dâhil olan diğer ülkeler (Cezayir, Moritanya, Senegal) de en az Mali kadar zengin kültürel hazinelere ev sahipliği yapıyor. Her biri için ayrı birer yazı yazılsa yeridir.

Cumhurbaşkanı’nın ziyareti için seçilen ülkelerin ortak özelliği, Afrika’daki “Fransız etki alanı” içinde yer almaları. Bunlardan Cezayir’le imzalanan anlaşma ve sağlanan yakınlaşma, bilhassa önemli. On yıllardır askeri kadrolar tarafından yönetilen ülkenin, Türkiye’ye karşı belirgin ve resmi bir mesafesi mevcuttu. Bunun kırılmaya başlaması ve karşılıklı işbirliğine yönelik adımların atılması, Kuzey Afrika’daki varlığımız adına hayati değer taşıyor.

***

Bir coğrafyada etki alanı oluşturmak, kısa zamanda gerçekleşecek bir iş değildir. Bugün atılan adımların somut sonuçları, muhtemelen birkaç on yıl sonra elde edilecektir. Sabırla, sebatla, ısrarla ve yetkinlikle temasları sürdürmek gerekiyor. Sadece Batılı emperyalist güçlerin değil İsrail, İran, Çin gibi ülkelerin de cirit attığı Afrika’yı ihmal etme lüksümüz yok.

“Afrika’da ne işimiz var?” diyenler, Afrika’yı izledikleri belgesellerde gördüklerinden ibaret zannediyor.

#Afrika
#Türkiye
#Politika