Arap Baharı'nın en kesin sonuçlarından biri, yüzyıllardır uykuda bulunan Şiî-Sünnî fay hattını yeniden hareketlendirmesi oldu. Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesini engellemek için, Şiî milisleri “Ehl-i Beyt'in mukaddes mekânlarının tehlikede olduğu” söylemiyle savaş meydanlarına süren İran, çatışmaları bölgesel hegemonyasını sağlamlaştırmak için kullanıyor. İnsan hayatının ve onurunun hiçe sayıldığı Halep'e reva görülen muamele, bütün dünyanın donuk bakışları önünde “asrın trajedisi”ne dönüşüyor.
Suriye'deki çatışmaların en kanlı evresine şahitlik eden Halep, tamamen Esed ve müttefiklerinin eline geçmek üzere. Kentin doğu kesiminde, muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerdeki ilerleyişini sürdüren ittifak güçlerinin saldırıları nedeniyle en çok zararı siviller görüyor. Bombardımandan sağ kurtulmayı başaranların önünde ya sürgün ya da açlık ve sefalet gibi insanlık dışı seçenekler var. Rejim, muhaliflerin direnişini kırmak için masum sivillere adeta soykırım uyguluyor.
İran cephesi sivillerin bombalanmasını savunurken, muhalifleri “emperyalizmin ve dış güçlerin maşası” olarak tanımlasa da, bizatihi Tahran'ın kendisi Suriye'de bir 'dış güç'. Dahası İran, hem ABD hem de Rusya ile farklı alanlarda ittifak halinde. Suriye'yi Rusya'yla birlikte 'savunan' İran, Irak'ta da ABD ile eşgüdüm içinde hareket ediyor. Rusya'nın da en az ABD kadar emperyal emelleri olduğunu hatırlarsak, İran'ın iki rakip emperyalist güçle de aynı şekilde işbirliği yapabildiğini söylemek en doğrusu. Dolayısıyla içinde 'emperyalizm' kelimesinin geçtiği bütün suçlamalar, sahadaki gerçekler düşünüldüğünde aslında birer kuyruklu yalandan ibaret.
Suriye'nin üç parçaya bölünerek, kuzeyde Halep ve güneyde de Şam sınır olmak üzere, Akdeniz'e kıyısı bulunan bir Nusayrî devletinin kurulması planı, son iki yıldır sır değil. Bu plan, uluslararası kamuoyu tarafından da zımnen kabul edilmiş durumda. Halep'in barbarca bombalanması ve yıkıntılar arasında can çekişen insanların çığlıkları karşısında dünyanın takındığı lâkayt tavrın başka bir açıklaması olamaz. Silahlı muhalefetin ağırlıklı kısmı “ciğer yiyen yamyamlar” olarak etiketlendiği için, Esed'e mesafeli duran ülkeler bile Halep'in rejimin kontrolüne girmesi için düzenlenen bu katliamlara sesini çıkarmıyor.
Kan-revan içindeki bu tabloya bakarak, İran'ı yönetenler tarihe nasıl geçmek istiyor acaba? Daha düne kadar İsrail işgaline karşı direnişe verdiği destek nedeniyle Müslümanların bağrına bastığı İran, şimdi mezhepçi bir ulus-devlet olarak, İsrail'i aratmayan katliamlara imza atıyor. “Ama filanca ülke de şöyle yapıyor!” gibi suçlamalarla savuşturulamayacak bir vebal bu. Resmi adında “İslâm” geçen bir ülkenin sadece kendi millî menfaatleri için coğrafyayı kan gölüne çevirmesini izliyoruz hep birlikte.
***
İslâm tarihi, bugün Şiîlerin siyasal anlamda üçüncü yükselişine tanıklık ediyor. Mısır merkezli Şiî bir imparatorluk kuran Fâtımîler (909-1171) ve İran'ı Şiîleştiren Safevîlerden (1501-1736) sonra, Şiîlik şimdi en geniş coğrafi sınırlarına doğru ilerliyor. Eski dönemlerden farklı olarak, modern Şiîlik, siyasi gücünü artırmak ve etki alanını genişletmek için bizzat kendi 'resmî' düşmanlarıyla iş tutmaktan da kaçınmıyor.
İslâm dünyasının çoğunluğunun aleyhine olarak kurulan böylesi ittifaklar ve kanlı çatışmaların en ciddi neticesi ise, Şiîliğin ayrı bir akîde sistemi biçimde billurlaşmaya başlaması. Geleceğin tarihçileri, bu ayrışmaya kimlerin ne şekilde hizmet ettiğini ve kavgayı hangi tarafın körüklediğini bütün açıklığıyla yazacaktır.
Şiîlik bağlamında geçmişten günümüze nakledilen bilgiler arasında ilginç anekdotlar bulmak mümkün. Örneğin, bugün Mısır'ın simgelerinden ve Sünnîliğin odak noktalarından biri kabul edilen ünlü Ezher Üniversitesi'nin başlangıçta Şiîliği doktrine etmek ve yaymak için kurulduğunu çok az kişi bilir. Salahaddîn Eyyûbî, Fâtımî devletini ortadan kaldırdıktan sonra Ezher'i hemen kapatmış, kadrosunu ve müfredatını başta aşağı yeniletmişti. Buradan hareketle, bugünkü Şiîlik kurum ve külliyatlarının, gelecekte başka Salahaddîn'ler tarafından ortadan kaldırılacağı tahmininde bulunabiliriz.
Yine tarihe bakınca akla gelen bir başka gerçek de şu: Şiîlik ile Sünnîlik arasında üçüncü ciddi çatışma için geri sayım da başladı. Bugün Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de, Lübnan'da ve hatta Nijerya'da yaşanan gerilimler, hep bunun ayak sesleri. Vekâlet savaşlarından tarafların netleştiği bire bir gerçek savaşlara geçiş aşaması yaklaşıyor.
***
Başlıktaki ifade, 15'inci yüzyılda yaşayan halk ozanı Âşık Garip'e ait. Bugünkü Suriye, Irak ve Arabistan topraklarını dolaşan Garip, uzun süre kaldığı ve çok sevdiği Halep'ten ayrılırken harika bir şiir bırakmış arkasında: “İşte geldim gidiyorum / Şen olasın Halep şehri / Çok ekmeğin-tuzun yedim / Helal eyle Halep şehri…”
Mısralardaki 'Halep' kelimesinin yerine başka herhangi bir İslâm şehrini de koyabilirsiniz. Şiir, üzerindeki arızi unsurlar ne olursa olsun, şehirlerimizin her zaman bize ait olacağını haykıran ölümsüz bir manifesto niteliğinde adeta.
Ve bu şiir, bugün çok daha anlamlı.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.