Geçtiğimiz günlerde Z Kuşağı meselesi yeniden tartışıldı. Gazetelerde Z Kuşağı çocuk ve gençlerini küçümseyen yazılar kaleme alındı. Televizyonlarda da meselenin tartışıldığını gördük. Tartışmaların bir kısmının siyâsal nitelikli olduğu anlaşılıyor. 2023 seçimlerinde aşağı yukarı 7 milyon yeni seçmen oy kullanacak. Azımsanmayacak bir rakam bu. Muhtemelen de seçimin neticesini bir hayli etkileyecek. Partiler bu kitleyi etkileyecek yeni siyâsetler geliştirmenin strateji ve taktiklerini oluşturmak için kolları yavaş yavaş sıvamaya başladı. Ortada iki ihtimâl var: Eğer söylendiği gibi bu kuşak apolitik bir durumdaysa ve bu tutumlarını tavır veyâ davranışa dönüştüreceklerse mesele yok. Ama eğer tersi olursa -ki bu da çok mümkün- durum partiler açısından ciddî gözüküyor. Doğrusu ben bu ikinci ihtimâlin daha çok bu gençlerin herhangi bir siyâsal tercihte bulunmanın ötesinde onların tepkilerinin yansıması olacağını öngörüyorum. Yâni 7 milyon gencin ekseriyetinin “tepki oyu” kullanacakları gözüküyor. Dolayısıyla partilerin veyâ lider adaylarının bu tepkileri güdümleyecek ve kanalize edecek veyâ giderecek söylemler geliştirmesi gerekecek. İlki çok kolay. Daha mekanik bir yoldan halledilebilir. Yâni tepkileri veri alır; hattâ azdırır ve kendinize çekebilirsiniz. Ama ikinci yol; yâni bu tepkileri gidermek ve hele hele bastırmak çok zor gözüküyor.
Yargılamak ile anlamak arasında çok ciddî bir fark var. Yargılamak çok kolay ve kestirme bir yol. Anlamak ise meşakkâtli bir süreç. Eski ile yeni arasındaki gerilim hayâtın keskin bir niteliği. Babalar ve oğullar arasındaki ikirciklenmeler, gerilimler, uzlaşmaz görülen çelişkiler, hattâ kavgalar târihsel geçiş eşiklerinde birikiyor. Şu veyâ bu dozda yaşanması kaçınılmaz. Ben bunların geleneksel topluluk hayâtlarında da yaşandığını düşünüyorum. Ama düşük yoğunluklu ve pek de dillendirilmeyen tarzlarda. Modernlik bu süreçleri bileyip keskinleştirdi. Hepsi o kadar. Daha evvel çok düşük yoğunluklu yaşanan gerilimler yüksek yoğunluklu bir hâl aldı. Ama bana kalırsa hiçbir zaman bir “kopukluk” olmadı. İtirazcı gençlerle babaları arasında yaşanan en keskin gerilimler bile zaman içinde kültürel bir çevrimselliğe dâhil oluyor ve yatışıyordu. Çünkü tartışmalarda kullanılan referanslar özdeşti. Mesele, “olgunlaşma”nın nasıl târif edileceği, neye dayandırılacağıydı. Babalar “gelenek” ve “inançların kılavuzluğunda” yol alınması gerektiğine işâret ediyor; oğullar ise “şahsî tecrübe” ve tercihlere” alan açılmasını istiyorlardı. Gelenek ve modernliğin nihâî kertede paylaştıkları “olgunlaşma” idealiydi. Burjuva düşüncesinin fişeklediği, kendisini başaran, okumuş, çalışmış, adam olmuş yeni insan târifi olgunlaşmanın da yeni târifiydi aslında. Hâsılı, kuşaklar arası çatışmalar mutantan gözükse de o derecede radikal kopuşlarla yaşanmıyordu. Nasıl olgunlaşılacaktı? Mesele buydu; geleneklerin hazır kodlarına girerek; yâni muhafazakârlaşarak mı; değilse onlardan koparak; yâni bireyselleşip özgürleşerek mi?
Kuşakların değişim arzu ve romantizmi evvelâ kendisine kestirme bir mecrâ aradı. Buldu da; mesele siyâsete havâle edildi. Siyâseten dünyâyı değiştirmek mümkündü. Bu talepler devletler başta olmak üzere müesses nizamların duvarlarına çarptı. Disiplin toplumları bu talepleri geriletti ve kırdı. Ekonomi ise başta geçim kaygısı olmak üzere, dayattığı pek çok “zorunluluk” üzerinden başka bir ehlileştirici rol oynadı. Ekonomi, Ricardo ve Marx gibilerin beklentilerini boşa; Adam Smith’in endişelerini ise haklı çıkardı. Devletle eklemlenerek bir özgürleşim imkânı olmaktan uzaklaştı. Hâsılı arzuların dâiresine giren her şey romantik ve nostaljik bir tecrübe olmaktan ileri gidemedi. Süreklilikler bastırdı ve galebe çaldı. Paternalizm, ne kadar aşınmış olsa da varlığını sürdürdü. 19. asrın “Genç” hareketleri, “Beat” Kuşağı, 68’liler ve diğerleri parlayıp söndüler. Romantizme yer yer trajedya eklemlendi.
Mesele, târih karşısında “mes’uliyet” ekseninde vaziyet almaktı. Babalar târihsel birikimden mes’ul olmayı dayatıyordu. Gençler ise o birikime karşı çıkıp, yepyeni bir târihin mes’uliyetini almaktan bahsediyordu. Ortak paydaydı bu; târihsel mes’uliyet fikr-i sâbiti. Mes’uliyet fikrinin zedelendiği ilk hareket Hippilikti. Ama Hippilik hareketini taşıyacak maddî bir zemin yoktu. Ben Hippilik akımının bugünkü Z Kuşağının ataları olduğunu düşünüyorum. Z Kuşağının Hippi atalarından farkı maddî teçhizatlarıdır. Hippiler devlet-sermâye eklenmesinin zirve yaptığı devrin kuşaklarıydı. Teknolojik donanımları ise yoktu. O sebeple mistisizmde karar edip sönümlenmelerini yaşadılar.
Z Kuşağı, sermâyenin devletten ayrıştığı ve teknolojinin bireyselleştiği bir devrin çocukları. Maddî dünyâları ise alabildiğine kuvvetli. Eski dünyânın muhkem kuvvetleri onların maddî teçhizatlarıyla başa gelemiyor. İlgisizlik ise başat kuvvetleri. Ben belki de yaygın bir kanâatin tersine Z Kuşağı eylemlerinin, yâni militanizminin bile marjinal kaldığını ve onların derin hakikâtini yansıtmadığını düşünüyorum. Daha evvelki kuşaklar, târihleriyle kavgalıydı. Z Kuşağı ise esasta kavga etmiyor; susuyor ve ilgisiz ilgisiz bakıyor. Çatışmıyorlar, yok sayıyorlar. Çok sıkılırlarsa “Okay Boomer” deyip geçiyorlar. Söylenenleri hükümsüz kılan muazzam bir tecrit bu. Târihten arınma işinde, siyâsal ve ekonomik âletlerin başaramadığını teknolojik âletler gâliba bu defâ başaracak…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.